Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Şeriatın Tedrici Olarak Tatbik Edilmesi Gerçek Değişimin Yolu Değildir

بسم الله الرحمن الرحيم

Şeriatın Tedrici Olarak Tatbik Edilmesi Gerçek Değişimin Yolu Değildir

Yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin tedrici olarak tatbik edilmesi fikri, İslam’a sokulan en tehlikeleri fikirlerden biridir. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, kendisinden tedricilik anlaşılacak şekilde bazı hükümlerin uygulanmasını ertelediğine veya Ashabından bazı hükümleri uygulamalarını talep edip diğerlerini ertelemelerine izin verdiğine dair hiçbir delil ve kanıt yoktur. Aynı şekilde Sahabe Rıdvanullahi Aleyhim’den de bunu yaptıklarına dair bir rivayet de gelmemiştir. Dolayısıyla indirilen tüm şerî hükümler derhal uygulanıyordu. Yani İslam, Müslümanların hayatında köklü ve kapsamlı bir inkılap oluşturdu.

Tedriciliği savunların getirmiş oldukları deliller, istinbatta doğru bir metodu takip etmediklerini açıklamaktadır. Zira onlar, şerî delilleri inceledikten sonra tedriciliğin caiz olduğu çıkarımında bulunmadılar. Aksine tedriciliğin zaruri olduğuna karar verdiler, sonra bunun caiz olduğuna dair deliller araştırmaya başladılar ve tedriciliğe dair getirilen delilin meselenin vakıasına uygunluğunu araştırmadan onu ortaya koydular; böylece İslam için muhlis bir şekilde çalışanların çalışmasını engelleyen, onların azimlerini zayıflatan ve onları hak olan pozisyonlarından uzaklaştıran tedricilik fikrini yaydılar. Dolayısıyla ihmalkarlık, kayıtsızlık, dinde aşağılanmayı kabul etme ve tüm siyasi amellerde şerî sabitelerden taviz verme öyle bir noktaya geldi ki, tedricilik bahanesiyle küfür hükümlerini uygulayan ılımlı, bunlara karşı çıkan da aşırıcılık ve köktencilik olarak nitelendirildi!

İslam’ın tedrici olarak tatbik edilmesi, yani bir kısmının uygulanıp diğer bir kısmının terk edilmesi, şer’an caiz değildir. Buna dair deliller, sübutu ve delaleti kati olan delillerdir. Tıpkı Allahu Teala’nın şu kavlinde açıkça görüldüğü gibi: وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَAralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Onların hevalarına tabi olma ve Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” [el-Mâide 49] Ayrıca Kerim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kureyş’in ileri gelenlerinin Allah’ın hükümlerinin bir kısmından bile olsa taviz vermesi çağrılarını reddetmiştir. O’ndan sonra gelen Halifelerin de, fethedilen ülkelerde İslam’ın hükümlerini tatbik ederken izledikleri yol buydu. Örneğin İslam’a giren birinin bir yıl içki içmesine veya zina etmesine izin verip daha sonra da bunu yasaklamadılar. Aksine tüm hükümleri bizzat tatbik ettiler.

Bazılarının tedricilik konusunda içkinin haram kılınmasının birkaç aşamada olduğuna dair delili, doğru değildir. Zira onun bu şekilde haram kılınması Allahu Teala’nın katından olup Müslümanlar, bunun inzal olmasından hemen sonra bu hükme bağlı kaldılar. Yani sarhoşken namaza yaklaşmama konusundaki şeriatın hükmüne Müslümanlar hemen uydular ve onlardan herhangi biri sarhoşken namaza yaklaşmadı. Ama tamamen haram olduğunda ise onlardan herhangi biri onu tedrici olarak (aşama aşama) bırakmadı. Aksine onu derhal terk ettiler. Dahası kendilerine haram olduğu haberi geldiğinde ellerinde veya yanlarında olan içkileri hemen döktüler. Ayrıca Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh, hırsızlık haddini ertelememiş ve tedrici olarak uygulamamıştır. Aksine bir kıtlık döneminde hırsızlık yapanlara hırsızlık haddini uygulamayarak şeri hükme göre amel etmiştir.

Şu anda şeriatın tamamı elimizde olup bizden talep edilen onun tamamını uygulamamızdır. Bu da ancak Hilafet Devleti’nin olduğu İslam Devleti’nin hayatın her alanında uygulayacağı köklü ve kapsamlı bir değişim sayesinde olacaktır. Tedriciliği savunanların, İslam’ın hükümlerinin bir andan uygulanmasının mümkün olmadığı, bu nedenle hükümlerin parça parça uygulanmasının, diğer bir ifadeyle bazı konularda küfür hükümlerinin, diğer bazı konularda da İslam hükümlerinin uygulanmasının gerektiği şeklindeki iddiaları doğru değildir!! Zira onlar, Batı’nın hakimiyeti altında yaşamamız ve Müslümanların ülkelerinin zayıflığı nedeniyle İslam’ın tamamını uygulayamayacaklarını ve bazı hükümleri uygulamanın, tamamen uygulamamaktan daha iyi olduğunu iddia etmektedirler!! Aynı şekilde küfür sistemiyle hükmeden ve şerî hükümlerin bazılarını uygulayan bir yönetici, ne kadar İslam’ın imajını güzelleştirmeye ve İslam için çalıştığına dair insanları aldatmaya çalışsa da, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen kişiyle ilgili Kur’an-ı Kerim’de geçenlere göre ya kâfir, ya zalim, ya da fasık olur.

Bir kısmı iktidara ulaşan bazı “ılımlı” İslami gruplara baktığımızda, bunların Allah’ın dinini ve şeriatını uygulamayı hedeflemediklerini, bilakis Allah’ın hükümlerine aldırış etmeksizin yönetimde dünya hayatındaki makamlarına baktıklarını, dahası Allah’ın hükümlerinin kapsamlı bir şekilde tatbik edilmesini talep edenleri hafife aldıklarını, onlarla savaştıklarını ve bir kısmının da kâfir demokrasi ve laikliği uyguladıklarını görürüz!

Örneğin Sudan’da, Arap Baharından önce İslam’ın tedrici olarak uygulandığı söylendi ve bu İslam beldelerindeki sözde ılımlılar tarafından övüldü. Ama her ne kadar el-Beşir rejiminin sürekli olarak İslam şeriatını uyguladığından bahsedilse de on yıllar sonra onun da diğer rejimler gibi İslam’dan uzak olduğu ortaya çıktı. İşte şimdi Sudan’ı ve durumunu görüyoruz; zira o, yönetiminde şeriatın olmadığı, parçalanmış, halkı yoksulluğun acısını çeken ve zengin kaynakları yağmalanmış bir devlettir!

Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi, Arap ülkelerindeki Müslüman Kardeşler gibi diğer partilerden daha önce iktidara geldi ve birçok kişi onu, kaybolmuş bir yönetim modeli olarak gördü! Ancak ondan uyulacak herhangi bir örneklik bilmiyoruz! Zira laik olduğu açık olup Batı’ya ve Yahudilere tabi olduğu hiç kimse için bir sır değildir. Bu arada camiler ve Kur’an kursları açılmasından ve başörtülü kadınların çalışmasına izin verilmesinden bahsediliyor ama aslında bunlar, onları Türk ekonomik modeliyle ayarttıktan sonra İslam’ı uyguladığına dair saf insanları aldatmak içindir!

Ürdün’de tedriciliği dile getiren bu tür ılımlı kişiler de İslam için mücadele etmiyorlar. Aksine aralarından çok sayıda kişinin yeni parlamentoya girmesine izin verecek şekilde seçim yasasını değiştirmek için mücadele ediyorlar ve onların tüm talepleri herhangi bir şerî değerden yoksundur. Zira şerî hükümleri (veya onun bir kısmının bile), siyasi şartlar veya talepler masasına koymadılar ve buna benzer herhangi bir şeyi de yapmadılar!

Kenane Mısır’a gelince; bir dönem iktidara ve parlamentoya sıçradılar. Peki o vakit İslami yönden ne değişti?! Hiç kimse onlara, yeterli zamanın verilmediğini söylemiyor. Çünkü amaç, tedricilik bahanesiyle bile olsa Allah’ı razı etmek değil, Batı’yı razı etmektir. Nitekim o zaman Yahudi varlığı, gaz anlaşmaları, Gazze halkı ile Yahudiler arasında arabuluculuk dışında onlara yardım edilmemesi, faizli krediler ve İslam’ın haram kıldığı diğer hususlar yönündeki tutum bunu kanıtlamaktadır. Dolayısıyla bazı ibadetlere ve İslami ritüellere teşvik etmeleri onları bundan muaf tutmaz.

Tunus içinse başka bir hikaye vardır; zira İslam ile yönetilmemesi dışında İslami hükümlerin uygulandığı tek içtimai nizam konusunda Kur’an-ı Kerim’de sübutu katî olan şerî hükümlere muhalefet etmiştir. Örneğin kadın ve erkek arasındaki mirasın eşit olduğuna dair yasalar, çok eşliliğin suç sayılması ve habis CEDAW Sözleşmesinden kaynaklanan kanun maddelerini uygulayarak belanın devam etmesi gibi.

Burada belirtmekte fayda var ki; şeriatın tedrici olarak tatbik edilmesi fikrinin sahipleri, laik olan yüzlerdeki maskelerin düşmesinin ve İslam’ın tatbik edilmesi ümmetin en önemli talebi haline gelmesinin ardından büyük küfür ülkelerinin ümmete sundukları bir sığınak olmuşlardır. Dolayısıyla bu habis fikir aracılığıyla, yönetimin İslami görüntüsünden dolayı İslam’ı isteyen emin ellerde olduğuna dair Müslümanlara güvence veriliyor!

Gerek bundan gerekse diğerlerinden dolayı, tedricilik fikrinin batıl olduğundan ve tedrici olarak değişimin asla istenen değişime yol açmayacağından eminiz. Zira bu değişim, sadece İslam’ı bir hayat nizamı ve anayasası olarak uygulayacak olan Hilafet sayesinde olacaktır. Celle ve Âla’dan, Hilafetin şahitleri ve askerlerinden olmayı temenni ediyoruz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müslime Şâmî (Ummu Suheyb)

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER