Pazar, 22 Şevval 1446 | 2025/04/20
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Türkiye, Yahudi Varlığı ve Suriye’deki Askeri Üsler

Soru Cevap

Türkiye, Yahudi Varlığı ve Suriye’deki Askeri Üsler

Soru: Türkpress sitesi, 14 Nisan 2025 tarihinde yayımladığı haberinde, Türkiye’nin Suriye topraklarında bulunan “T4” hava üssünde bir askeri üs kurma planına Yahudi varlığının neden karşı çıktığını ele aldı. Siteye göre, bu gerekçeler arasında “Türk askeri varlığının, İsrail hava kuvvetlerinin Suriye hava sahasındaki hareket serbestisini kısıtlayacak ve Tel Aviv’in mevcut koşullarda arzu etmediği bir güvenlik koordinasyonunu gündeme getirecek” olması yer almaktadır. Wall Street Journal gazetesi, 12 Nisan 2025 tarihinde internet sitesinde yayımladığı haberde, Trump’ın geçen hafta Netanyahu ile yaptığı görüşmede arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu ifade ettiğini aktardı. Trump, “Anlaşmazlıkların çözülebileceğine inandığını ve bunun için tarafların makul hareket etmeleri gerektiğini ifade etti.” Peki bu, Yahudi devletinin, Türkiye ile Suriye’nin anlaşmasına rağmen Türkiye’nin Suriye’de askerî varlık bulundurmasını fiilen engelleyebileceği anlamına mı geliyor? Amerika’nın bu işte bir parmağı var mı? Acaba Trump’ın, arabuluculuğa bu denli hazır olması bundan mı kaynaklanıyor?

Cevap: Bu sorunun cevabını açıklığa kavuşturmak için biraz geçmişe dönüp aşağıdaki olayları irdelemek gerekiyor:

Birincisi: Netanyahu Macaristan’dayken, Trump’tan gelen Amerika daveti hemen dikkatleri üzerine çekti:

1- Netanyahu, 2 Nisan 2025’te başlayan ve dört gün süreceği belirtilen resmi bir ziyaret kapsamında Macaristan’a gitti. Bu ziyaret, geçen yıl Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında verdiği tutuklama kararından bu yana gerçekleştirdiği ilk Avrupa ziyareti idi.

2- Alışılmadık bir şekilde, ABD Başkanı Donald Trump, Budapeşte’de bir araya gelen Netanyahu ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ı telefonla arayarak Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet etti. “ABD Başkanı Donald Trump, Air Force One’da gazetecilere yaptığı açıklamada, perşembe günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini söyledi. Görüşmede uluslararası siyasi konuların ele alındığını ifade eden Trump, Netanyahu’nun yakında, hatta “belki de önümüzdeki hafta” Washington’u ziyaret edeceğini belirtti. Bir “İsrailli” yetkili “Axios” haber sitesine verdiği demeçte, Trump’ın Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet ettiğini, ancak görüşmenin tarihinin henüz netleşmediğini vurguladı. Amerikalı bir yetkili ise bu ziyaretin önümüzdeki haftalarda gerçekleşebileceğini ifade etti. (04.04.2025 https://alqaheranews.net)

3- Yahudi varlığı, bu ani davete epey şaşırdı. Çünkü Beyaz Saray, Yahudi bayramı sonrasına bile bırakılmasını istemedi. “İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Ofisi’nde endişe havası hâkim. Beyaz Saray, Trump-Netanyahu görüşmesinin yarın pazartesi günü yapılmasında ısrarcı. Netanyahu’nun Ofisi ise Hamursuz Bayramı (Pesah) sonrasına ertelenmesi taraftarı. “İsrail” Başbakanlık Ofisi’nden dün yapılan açıklamada, “Başbakan Netanyahu, yarın ABD Başkanı Donald Trump’ın daveti üzerine Washington’a gitmek üzere yola çıkacak. İki isim tarife konusunu, rehinelerimizin iade edilmesi çabalarını, İsrail-Türkiye ilişkilerini, İran’ın tehdidini ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’yle mücadeleyi görüşecek” denildi. Pazar günü Kanal 12’nin bildirdiğine göre, Netanyahu’nun ofisi diken üstünde. Zira Beyaz Saray görüşmenin ısrarla yarın yapılmasını istiyor. Trump’ın masaya beklenmedik dosyaları koymasından korkuluyor...” (06.04.2025 Arabi 48)

4- Netanyahu’nun Macaristan’dan sonra Yahudi varlığına uğramadan direkt Washington’a uçması, Trump’la görüşmenin ne denli ivedilik arz ettiğinin bir başka göstergesi!

İkincisi: Bunca şeyin bu kadar hızlı planlanması, ortada acil bir durumun olduğunu gösteriyor. Görüşmenin gündem maddeleri incelendiğinde, bu ani davetin tek bir ana nedeni olduğu görülür. O da büyük ihtimalle Suriye meselesidir. Bunun birkaç nedeni var:

1- Beyaz Saray’ın, Netanyahu ile görüşmesinin ardından düzenlemeyi planladığı basın toplantısını iptal etmesi sonrası 7 Nisan 2025 tarihinde ABD Başkanı Trump’ın, Netanyahu ile görüşmesi sırasında küçük bir gazeteci grubuna yaptığı açıklamaları incelendiğimizde, Suriye sahasına, Türkiye ile ilişkilere, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilişkilerine ve aralarındaki iletişim trafiğine dair son derece olumlu ifadeler kullandığını görürüz. Trump, “Kendisini tebrik ettim. 2 bin yıldır kimsenin başaramadığı şeyi başardınız. Farklı isimlerle olsa da, bu aynı şey, Suriye’yi ele geçirdiniz. Vekil güçleri kullanarak Suriye’yi ele geçirdiniz’ dedim. Kendisi ise ‘Hayır, hayır, ben değildim’ dedi. Ben ise, ‘Bence sendin, ama sorun değil, bunu söylemek zorunda değilsin’ dedim” ifadelerini kullandı. Trump, “Ne yaptığına bakın. Kendisi çetin ve çok zeki bir adam ve kimsenin yapamadığı bir şeyi yaptı. Hakkını vermek gerekir” dedi. Netanyahu’ya hitap eden Trump, “Türkiye ile bir sorun yaşarsan, bunu çözebileceğimi düşünüyorum. Yani makul olduğun sürece. Makul olmak gerek. Bizim de makul olmamız gerek” şeklinde konuştu.” (08.04.2025 Türkpress) Trump, Yahudi varlığından Suriye’de Türkiye ile ilgili konularda makul ve ölçülü hareket etmesini istedi.

2- Yahudi varlığı, Amerika’nın bu talebine boyun eğmek zorunda kaldı. “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Türkiye ya da başka bir ülkenin, Suriye’yi İsrail’e karşı bir saldırı üssü olarak kullanmasını istemiyoruz. Türkiye ile iyi ilişkilerimiz vardı ama aramız kötüleşti.” dedi. ABD Başkanı Trump ile “İsrail” Başbakanı Netanyahu, Oval Ofis’te yaptıkları görüşmede basın mensuplarına gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Netanyahu, “Suriye’deki durumu da ele aldık. Türkiye ile iyi ilişkilerimiz vardı ama aramız kötüleşti. Suriye’nin, Türkiye de dahil olmak üzere hiç kimse tarafından İsrail’e saldırı için bir üs olarak kullanılmasını istemiyoruz. Türkiye, ABD ile harika ilişkileri olan bir ülke. Başkan Trump’ın Türkiye lideri (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) ile bir ilişkisi var. Bu çatışmayı çeşitli şekillerde nasıl önleyebileceğimizi görüştük.” ifadelerini kullandı. (08.04.2025 el-Kudüs el-Arabi)

3- 2 Nisan 2025 tarihli haberde, RT televizyonu Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını kaynak göstererek, Yahudi varlığının Suriye’deki havalimanlarını hedef alan ağır hava saldırıları düzenlediğini bildirdi: “İsrail güçleri, 30 dakika içinde ülke genelinde beş farklı bölgeye hava saldırıları düzenledi. Saldırı, Hama Askeri Havaalanı’nın neredeyse tamamen yıkılmasına, onlarca sivilin ve askeri personelin yaralanmasına yol açtı. Suriye Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, “Bu askeri gerilim, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak ve Suriye halkının acılarını daha da ağırlaştırmak için kasıtlı bir girişimdir” ifadeleri kullandı. Suriye’nin orta kesimlerinde yer alan bu askeri üsler, Türkiye’nin yeni Suriye hükümetiyle yaptığı anlaşma çerçevesinde askerî üsler kurmayı planladığı yerlerdir.

“İsrail Dışişleri Bakanı, Türkiye’yi Suriye’de “olumsuz bir rol” oynamakla suçladı. “İsrail” Savunma Bakanı ise Suriye’nin geçici lideri Ahmed Şara’yı uyararak, “düşman güçlerin” ülkesine girmesine izin verirse “çok ağır bir bedel ödeyeceği” tehdidinde bulundu... Türkiye şu anda Şara hükümetiyle ortak bir savunma anlaşması müzakere ediyor. Buna göre Türkiye, Suriye’nin T4 ve Halep hava üslerine uçaklar ve hava savunma sistemleri yerleştirmeyi planlıyor. Bazı analistler, bu hafta “İsrail’in” Hama havalimanına yönelik yoğun hava saldırılarını, T4 üssünün kenarındaki çok daha hafif bombardımanla karşılaştırarak, Türkiye’nin bu üsse zaten bazı ekipmanlarını taşımış olabileceğini ve İsrail’in tam bir çatışmadan kaçınmak için saldırısını dikkatle ayarladığını öne sürüyor.” (05.04.2022 BBC) Yahudi varlığı savaş uçaklarının, Hama’da bulunan askeri üsse gerçekleştirdiği hava saldırısında, 3 Türk mühendisin hayatını kaybettiğine dair haberler basına yansıdı. “Suriye askeri kaynakları, İsrail’in geçtiğimiz çarşamba günü Hama’da yer alan askeri üsse düzenlediği hava saldırısında, 3 Türk mühendisin hayatını kaybettiğini bildirdi. Kaynaklar, mühendislerin, Türkiye’nin askeri üsse konuşlandırdığı hava savunma sistemleri gibi bazı teknik ekipmanın kurulumunda görev aldıklarını belirtti.” (04.04.2025 Erem News)

4- Anlaşılan o ki, Türkiye, Yahudi varlığının özellikle Suriye’deki askeri üsleri hedef alan son hava saldırılarından ciddi şekilde rahatsız oldu ve Yahudi varlığının Suriye’ye yönelik saldırılarını durdurması için hemen Amerika Birleşik Devletleri ile temasa geçti. Zira Türkiye, Suriye’de Amerika ile üzerinde mutabakata varılmış bir misyon yürütmekteydi. Bu nedenle Yahudi varlığı Başbakanı apar topar Washington’a çağrıldı ve Trump, Netanyahu’dan Türkiye ile yaşanan sorunları makul bir şekilde çözmesini istedi.

Üçüncüsü: Bu konunun söz konusu görüşmede en öncelikli ve en acil gündem maddesi olduğuna atıfta bulunan pek çok başka açıklama kamuoyuna yansıdı:

1- Türk Dışişleri Bakanı Fidan, “Şu anda özellikle Gazze ve Filistin sorununu esas alan bir Orta Doğu perspektifine baktığımız zaman Amerika’nın, Netanyahu’ya tabiri caizse bir ayar vermesi, bir çerçeve çizmesi gerekiyor.” ifadelerini kullandı. (09.04. 2025 Anadolu Ajansı)

2- Türkiye ile Yahudi varlığı arasında doğrudan ve ani temasların başladığı duyuruldu. 9 Nisan 2025 tarihinde Russia Today’in aktardığına göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “(İsrail ile) Muharip unsurların birbirlerini yanlış anlamasını önleyici teknik temasların olduğunu söyleyebilirim.” dedi. Fidan, bu teknik temasların ihtiyaç durumunda doğrudan yapıldığını açıkladı. Fidan, “(İsrail) Yeni gelen yönetime, silahlı kuvvetlere hiçbir şey bırakmama konusunda bir strateji belirlemiş durumda ve bunu da adım adım geliştiriyor.” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye Dışişleri Bakanı, “Suriye’nin İsrail tarafından işgali ve bombardımana tabi tutulmasının bir an önce son bulması lazım” ifadelerini kullandı. Fidan “Komşu bir ülkede, bize de zararı dokunacak bir istikrarsızlık alanı çıkıyorsa ortaya, buna seyirci kalamayız. Bununla ilgili başta diplomatik adımlar olmak üzere adımlarımızı atarız.” diye konuştu ve “Bizim Türkiye olarak, Suriye’de sadece İsrail’le değil herhangi bir ülkeyle çatışma niyetimiz yok.” dedi. Fidan “Bizim Suriye’ye getirmeye çalıştığımız anlayış gerçekten istikrara dayalı, refaha dayalı bir anlayış. Şimdi bunun içerisinde belli miktar güvenlik iş birliği olur, bunlar terörle mücadele çerçevesinde olur.” değerlendirmesini yaptı.”

3- “Reuters haber ajansı, geçtiğimiz hafta, Türk askerî ekiplerinin, ortak savunma anlaşması kapsamında birlik konuşlandırılması planlanan en az üç Suriye hava üssünde keşif yaptıklarını bildirdi. Ancak bu keşiflerden kısa süre sonra, söz konusu üslerin “İsrail” tarafından hedef alındığı belirtildi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, çarşamba günü CNN Türk’e yaptığı açıklamada, “Suriye’de birtakım operasyonlar yaparken gerek havadan gerek başka türlü o bölgede uçak uçuran İsrail ile belli bir noktada çatışmasızlık mekanizması tıpkı Amerikalılar ve Ruslarla yaptığımız gibi olması gerekiyor.” dedi.” (10.04.2025 El Arabiya)

4- Suriyeli bir kaynak Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, “Şu an bir anlaşmadan söz ediliyor, ancak bu anlaşma bir ayrılma anlaşması değil, bir çatışmasızlık anlaşması. Çünkü aslında Türkiye ile İsrail arasında Suriye’de bir çatışma yok, başka bir deyişle anlaşma, Suriye hava sahasında bir İsrail uçağı varsa, gideceği yerin bildirilmesi için sınırların çizilmesini öngörüyor” ifadelerini kullandı.” (09.04.2025 www.independentarabia.com) Yani geçmişte Türkiye ile Rusya arasında Suriye sahasında çatışmayı önlemek amacıyla imzalanan anlaşmaya benzer nitelikte bir anlaşma!

5- Tüm bunlar, 13 Nisan 2025 tarihli Şarku’l Avsat gazetesinin de aktardığı gibi Türk yetkililerin açıklamalarında net bir şekilde görülüyor:

“Türkiye, Suriye’de istenmeyen olayların yaşanmaması için bir çatışmasızlık mekanizmasının oluşturulması ve angajman kurallarının belirlenmesi amacıyla İsrail ile teknik görüşmelerin sürdürüleceğini vurguladı. Türkiye Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin Suriye’de istikrar sağlamayı hedeflediğini, her türlü provokasyondan kaçındığını ve Suriye’de herhangi bir ülkeyle çatışmaya girmemeye çalıştıklarını belirtti. Geçtiğimiz çarşamba günü Türkiye ve İsrail heyetleri, son iki haftadır artan gerilimin ardından Suriye’de istenmeyen kazaların ya da çatışmaların yaşanmasını önlemek amacıyla Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir araya geldi.” (13.04.2025 Şarku’l Avsat)

6- El Cezire, 14 Nisan 2025 tarihinde yayımladığı bir haberinde, İtalyan yazar Andrea Muratore’nin kaleme aldığı bir analize yer verdi. İtalyan “Inside Over” haber sitesinde yayımlanan analizde, “Önceki Amerikan yönetimiyle yaşanan ve yıllarca süren gerginliğin ardından Türkiye’nin, yeni Amerikan yönetimi için hem Orta Doğu hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok önemli meselede kilit rol oynamaya başladığı belirtildi... Yazar, yazısında, ABD Başkanı Donald Trump’ın, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğine ve siyasi becerisine duyduğu hayranlığı farklı vesilelerle defaatle dile getirdiğini, ikinci görev döneminin başından itibaren de Erdoğan’a yönelik sıcak mesajlar göndererek, belirli dosyaların çözümünde kendisiyle iş birliği yapma arzusunu ortaya koyduğunu belirtti.” (14.04.2022 El Cezire)

Tüm bunlar, Amerika’nın, düşman Yahudi varlığı ile Türk rejimini birer müttefiki olarak gördüğünü, aralarındaki meseleyi kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde ustalıkla yönettiğini gösteriyor.

Dördüncüsü: Ne acıdır ki, bugün Amerika bizim coğrafyamızda dilediği gibi at koşturmakta; önceliklerini belirlerken İsra ve Miraç yurdunu, Mübarek Toprak Filistin’i gasp eden Yahudi varlığını baş köşeye koymaktadır. Müslüman ülkelerdeki yöneticiler ve hatta son Hilafet Devletinin toprakları bile artık neredeyse tamamen Amerika’nın kontrolü altındadır. Oysa ki bir zamanlar Hilafetin son kalesi olan Osmanlı toprakları, Yahudilerin, Mübarek Toprakta bir yer edinebilmek için milyonlarca altın teklif ettiği, ama halifenin bu teklifi şu tarihi nitelikte sözüyle sert bir biçimde geri çevirdiği topraklardı:

“Orası benim şahsi mülküm değildir. Bilakis İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar uğrunda cihat etmiş ve orayı kanlarıyla sulamıştır. Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın! Eğer bir gün Hilâfet Devleti parçalanacak olursa işte o gün, onlar Filistin’i bedelsiz alabilirler.” Ve öyle de olmuştur!

Osmanlı Hilâfeti’nin ilgasının ardından şimdiki Türkiye ise, Yahudi varlığının engellemeleri nedeniyle Suriye’de askeri üs kuramıyor hem de Suriye yönetiminin onayı olmasına rağmen...! İşte Hilafetin kaldırılmasından sonra Müslümanların içine düştüğü durum budur... Bu gerçekten çok vahim bir meseledir!

Şüphesiz Müslümanların gücü ve izzeti ancak Hilafetle mümkündür. Hizb-ut Tahrir, halkına asla yalan söylemeyen bir lider olarak, Müslüman ülkelerdeki güç sahiplerini, yeryüzünde İslami hayatı yeniden başlatmak ve Hilafeti kurmak için nusret vermeye çağırıyor. O zaman Müslümanlar eski izzetlerine yeniden kavuşacaklardır.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ“ O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

 H.08 Şevval 1446
M.16 Nisan 2025

Devamını oku...

Yemen’deki Çatışmalar Durmak Bilmiyor! Şimdi de Hadramut Ateş Altında!

12 Nisan 2025 Cumartesi günü, Hadramut’un kadim kabileleri geniş katılımlı bir toplantıda bir araya geldi. Bu toplantı sonrası yayımlanan bildiride, Amr bin Hubreş el-Uleyyî’nin liderliğindeki Hadramut Kabileler İttifakı, Hadramut’un kendi kendini yönetmesi gerektiğini ilan etti. Çatışan taraflara boyun eğmeyeceklerini açıkça belirten ittifak, Hadramut’un kendi gücünü kurması ve bu toprakları kendi evlatlarının koruması gerektiğini vurguladı. Aynı bildiride, Suudi Arabistan’ın desteği memnuniyetle karşılanırken, elektrik krizinin de acilen çözülmesi gerektiği ifade edildi.

Yemen’in genel manzarasına, özellikle de Hadramut’un haline dikkatle bakan biri, bu toplantı ve bildirinin, ittifakın reddettiği o çatışma sarmalının yalnızca bir başka aşaması olduğunu görecektir. Bu gerçeği pekiştirmek için şu hususların altını çizmek isteriz:

1- Hadramut Aşiretler İttifakı Başkanı Amr bin Habriş, tam dokuz yıldır Hadramut Valisi yardımcısı görevini üstlenmektedir. Bildiride vurgulanan Hadramut’taki kötü durum ise, onun bu göreve başladığı tarihten bu yana değişmeden süregelmektedir.

2- Hadramut Kabileleri İttifakının öne sürdüğü talepler, Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) kurulduğu günden bu yana kendi yandaşlarına vaat ettiği taleplerle birebir örtüşmektedir. Aden ve Güney Geçiş Konseyi’nin kontrolündeki diğer şehirler, bugün hâlâ sefaletin gölgesinde. Halk, sistematik zorluklara maruz kalmakta ve uzun süredir vaat edilen iyileştirmelerden hiçbirini somut olarak görememektedir.

3- Hadramut Kabileleri İttifakı, bildiride dışa bağımlılığı eleştiriyor ama aslında kendisi de aynı şeyi yapıyor. Çünkü başkanları Amr bin Hubreş, geçen Ramazan’ın sonlarında aniden Suudi Arabistan’a gidip Savunma Bakanı ve Yemen dosyasından sorumlu Halid bin Selman’la görüştü. Suudi Arabistan, Hadramut Kabileleri İttifakının yönünü belirlemek ve kontrol altında tutmak amacıyla çeşitli hamlelerde bulunmaktadır. Veliaht Prens Selman döneminde Riyad, İngiltere’nin Yemen’deki etkisini sınırlandırmak ve onun yerine ABD’nin nüfuzunu yerleştirmek için çeşitli yollarla Yemen’e nüfuz etmeye çalışmaktadır. Amerika, uzun süredir Hadramut’a göz dikmiş durumda. Mevcut büyükelçi Steven Fagin’in son altı ay içinde bölgeye gerçekleştirdiği üçten fazla ziyaret bu durumu teyit etmektedir. Önceki büyükelçi Stephen Seche’nin (2007-2010) açıklamaları da bu stratejik yönelimi destekler niteliktedir: “Hadramut, bağımsız bir devletin sahip olması gereken tüm unsurlara sahiptir.”

Dolayısıyla bu bildiri, bölgesel (Suudi-BAE) bir çekişmenin yansımasıdır. Yüzeyde Suudi Arabistan ile BAE’nin rekabeti gibi görünse de, özünde Hadramut üzerinde süregelen bir Amerikan–İngiliz çatışmasıdır. Yaklaşık 193 bin kilometrekarelik genişliği ve devasa yeraltı zenginlikleriyle Hadramut, bu çatışmanın merkezinde yer almaktadır. Çatışmanın yerel aktörleri, yerel halkın temel ihtiyaçlarını veya çıkarlarını hiç dikkate almamaktadır. Yoksa bu savaş bu kadar uzun sürer miydi? Gençlerin kanı bu kadar kolay akıtılır mıydı Yemen topraklarında? Tıpkı güneyin halkına yıllar önce “zenginlik” vaadiyle yutturulan yalanlar gibi “Hadramut” ve “Hadramut’un petrolü” gibi parıltılı sözlere aldanmayın. Bugün bize hükmedenler, bu kavganın maskeli oyuncularıdır. Onlar çözüm getiremezler, çünkü çözümün değil, sorunun bir parçasıdır onlar.

Gerek Hadramut, gerekse Güney ya da Mehrah için yapılan bu ve benzeri ulusal ya da etnik temelli çağrılar, İslam’ın reddettiği cahiliye çağrılarından başka bir şey değildir. Aslında bu çağrılar, Müslümanları parçalara ayırmak ve kendi içlerinde çatışmaya sürüklemek için Batı’nın çizdiği planların bir parçasıdır. Ne yazık ki bugün bazı Müslümanların, Müslümanlar arasında çatışmalara yol açan şeytani projelerde birer asker olarak yer aldığına şahit olmaktayız. Oysa İslam, davaları ve ümmetleri için birleşmelerini Müslümanlara farz kılar. Bu birliktelik ancak İslam’ın hâkim olduğu bir yönetim sistemi altında mümkün olabilir; Batı’ya doğrudan bağlı ya da Yemen’in çevresindeki ülkeler aracılığıyla yönlendirilen liderlerin yönetimi altında değil.

Ey Yemen halkı! Biz Hizb-ut Tahrir olarak size bir kez daha hatırlatıyoruz ki, sizin ve tüm Müslümanların sorunlarının yegâne çözümü İslam’dır ve Hilafet Devletidir. Zira Hilafet, İslam’da öngörülen tek yönetim biçimidir. Bu devlet, sizin izzetinizin ve refahınızın kaynağıdır; dünya ve ahirette kurtuluşun yoludur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim vardır. Ve kıyamet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.” [Taha 124]

Devamını oku...

Sudan’daki Anglo-Amerikan Nüfuz Mücadelesinin Yoğunlaştığı Bir Dönemde Londra’daki Sudan Konulu Konferans Akamete Uğradı

15 Nisan 2025 Salı günü İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Sudan konulu konferans fiyaskoyla sonuçlandı ve bir sonuç bildirgesi yayınlanamadı. 16 Nisan 2025 tarihinde Independent Arabia gazetesinin aktardığına göre, bildirinin yayımlanamamasının nedeni Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı Arap ülkeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar olarak gösterildi.

İngiltere’nin çağrısıyla düzenlenen ve Avrupa, Amerika, bazı Arap ve Afrika ülkeleri ile BM, Arap Birliği, Afrika Birliği ve IGAD gibi uluslararası kuruluşların katılımıyla gerçekleştirilen konferansın amacı, etkinliğe medya ve siyasi düzeyde küresel bir ağırlık kazandırmak ve Sudan’daki çatışmaya uluslararası bir çözüm platformu sunmaktır.

Konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki gerçeklerin açıklanmasın fayda var:

Birincisi: İngiltere’nin Sudan’daki çatışmaya çözüm arayışı samimi değildir. Bu konferans, 2019 devrimiyle Amerika yanlısı rejimin yıkılmasından sonra belirginleşen Anglo-Amerikan nüfuz mücadelesinin bir tezahürüdür. Askeri aktörler arasında yaşanan mevcut çatışma da, uygulanmış olsaydı Sudan’ı Amerikan nüfuzundan İngiliz etki alanına geçirecek olan çerçeve anlaşmasını bertaraf etme amacı taşımaktadır.

İkincisi: Savaşın patlak vermesinden bu yana İngiltere, Sudan’daki Amerikan planlarını baltalamak için siyasi hamleler yapmaktadır. Önce Özgürlük ve Değişim hareketi, ardından İlerleme Koordinasyonu, en son da Direniş grubu üzerinden politik manevralar yaptı ancak başarılı olamadı. Zira Amerika, İngiltere yanlısı sivilleri halkın gözünde şeytanlaştırdı ve mimarı olan sivillerin dahi artık gündeme getirmediği çerçeve anlaşmasını tamamen rafa kaldırdı. Ancak İngiltere pes etmedi! Hızlı Destek Güçleri’nin son zamanlarda savunmasız sivillere, özellikle de Darfur’un başkenti El-Faşir’deki mülteci kamplarında (Zemzem Kampı örneğinde olduğu gibi) işlediği vahşetleri gerekçe göstererek, bu konferansı fikrini devreye soktu.

Üçüncüsü: ABD, Sudan’daki siyasi çözümün kendi kontrolü dışında konuşulmasına asla izin vermeyecektir! Ayrıca başlattığı bu savaşı da ancak amaçlarına ulaştığında durduracaktır. Kaldı ki zaten hedeflerine neredeyse ulaşmış durumdadır. Amerikan yönetiminin, Sudan’da yıllardır emek verdiği operasyonun meyvelerini İngilizlere yedirmesi elbette beklenemez. Bu nedenle, Londra konferansını akamete uğratmak için Mısır ve Suudi Arabistan’daki ajanlarını devreye soktu. “Arap ülkeleri, Sudan’da ateşkes görüşmelerini kolaylaştırmak için ortak bir temas grubu kurulmasını öngören bildiriye imza atmayı reddettiler. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE arasında bu metinle ilgili tüm gün süren tartışmalar yaşandı.” İngiliz Dışişleri Bakanlığı da yaptığı açıklamada ortak bir siyasi yol haritasında anlaşmaya varılamamasından dolayı üzgün olduklarını ifade etti. (16.04.2025 Monte Carlo)

Sonuç olarak, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, bu uğursuz savaşın başlamasından önce de sonra da Sudan halkını İngiltere ve Amerika arasındaki çıkar savaşının ülke için yıkım getireceği konusunda defalarca uyardık. Nitekim bugün ortaya çıkan gerçekler, daha önce ifade ettiklerimizin doğruluğunu açıkça gözler önüne seriyor.

Sudan’ın samimi evlatlara yönelik çağrımızı bir kez daha yineliyoruz: Ülkemizi sömürgeci güçlerin çatışma arenasına çevirenlere karşı durun; onları ifşa edin ve ümmetin projesini benimseyin. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet projesi, sömürgeci kafirin kökünü kazıyacak, Sudan’a ayağa kaldıracak, değiştirecek, sömürgeciye olan bağımlılığı sona erdirecektir. Ayrıca dünyevî izzet, ilahî rıza ve uhrevî şeref demektir Hilafet.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Şer’i Yükümlülüklerinden Kaçmak İçin Çaresiz Numarası Yapanlardan Daha Biçare Kimse Olamaz, İslam Dünyasının Öfkesine Rağmen Geçici Hükümetin Gazze’deki Halkımızı Yüzüstü Bırakması Bunun Apaçık Bir Göstergesidir

13 Nisan Cumartesi günü, yüz binlerce öfkeli Müslüman, ABD ve kuklası Yahudi varlığının Mübarek Toprak Filistin’deki halkımıza yönelik gerçekleştirdiği katliamları protesto etti. Bunun üzerine eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın yakın dostu ve Geçici Hükümetin Başbakanı Muhammed Yunus, içişleri bakanına verdiği talimatla Bangladeş pasaportlarına ‘İsrail hariç’ ibaresini geri koydurdu. Bu karar, Bangladeşlilerin Yahudi varlığına seyahatini fiilen yasaklamaktadır. Diktatör Hasina’nın devrilmesinden sonra iktidara gelen ve önceki rejimin haksızlıklarına karşı daha duyarlı olması beklenen geçici hükümetin bu açıklaması, oldukça âcizane bir yanıttır. Hükümetin sergilediği performans, hiç değilse uluslararası toplumun, Amerika’nın ve o melun Yahudi varlığının işlediği suçları lanetlemek için meydanlara dökülen silahsız halkın gösterdiği tepkiyle aynı düzeyde olmalıydı. Gel gör ki, geçici hükümetin bu açıklama dışında hiçbir şey yapmaması, Mübarek Toprak Filistin’deki halkımıza destek vermekte yetersiz kaldığını ve Brezilya, Bolivya gibi İslam’la hiçbir ilgisi olmayan ülkelerin takındığı tavrın bile fersah fersah gerisinde kaldığını açıkça ortaya koymaktadır. Hükümetin bu tutumu halkımızı desteklemekten çok uzaktır. Tam tersi hükümetin bu tavrı, Bangladeş’in İslam âlemindeki diğer kukla devletlerle aynı başarısızlık batağına sürüklendiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Durumdan habersiz olan biri, Bangladeş’in Mübarek Toprak Filistin’deki halkımıza destek olmak şöyle dursun, kendini bile koruyamayacak zayıf bir ülke olduğunu düşünebilir. Ancak bu sanı doğru değildir. Çünkü Bangladeş, Hindistan ve Pakistan ile birlikte Birleşmiş Milletler barış gücüne dünya çapında yaklaşık 8.000’er personelle en çok katkıda bulunan üç ülkeden biridir. Bangladeş ayrıca, barış gücü görevleri için askerlerini eğitmek amacıyla uluslararası alanda tanınan Bangladeş Barış Destek Operasyonları Eğitim Merkezi’ni (BIPSOT) kurmuştur. Dahası, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü (UNIFIL) misyonuna yaklaşık 120 personel sağlayarak, bölgede barışa katkıda bulunan önemli ülkelerden biridir. Bangladeş Deniz Kuvvetleri, 2010 yılından bu yana UNIFIL Deniz Görev Gücü’ne (MTF) farklı türlerde savaş gemileriyle katkı sağlamaktadır. Bu kapsamda Bangladeş Deniz Kuvvetleri Gemisi (BNS) Osman, büyük devriye gemisi BNS Madhumati, firkateyn BNS Ali Haider, büyük devriye gemisi BNS Nirmul, korvet BNS Bijoy ve en son Eylül 2020’de göreve başlayan korvet BNS Sangram gibi savaş gemilerini bölgeye gönderdi. Dolayısıyla Bangladeş, Gazze sınırına yakın konuşlandırılmış bu deniz unsurlarıyla Gazze’deki halkımıza destek olabilecek kapasitededir. Ancak ne var ki bu savaş gemilerimiz, Yahudi varlığının sınırlarını ve bütünlüğünü korumak için kullanılmaktadırlar. Bu silahlı kuvvetler, küresel güçlerin doğrudan müdahil olmaya cesaret edemediği veya kendi askerlerini tehlikeye atmaktan kaçındıkları operasyonlarda, örneğin Lübnan’daki Müslümanlardan Yahudi varlığının sınırlarını korumak gibi kirli görevlerde kullanılmaktadır.

Yunus hükümeti ve ordusunun görevi, Bangladeş pasaportlarından “İsrail hariç tüm ülkeler için geçerlidir” ifadesini silmek olmamalıdır. Aksine İslam komutanı Selahaddin’in yolundan giderek gemilerine, tanklarına ve Kudüs’ü özgürleştirmek isteyen, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’da namaz kılma hasreti çeken Bangladeş ordusunun mücahit askerlerinin alınlarına “Kudüs’ün Kurtuluşuna” ibaresini nakşettikten sonra Yahudi devletini ortadan kaldırmak olmalıdır. Fakat besbelli ki bu hükümetin de, o zalim Hasina’nın başındaki bir önceki hükümetten zerre kadar aşağı kalır yanı yoktur. Önceki hükümet gibi bu hükümet de hain, korkak ve işbirlikçidir. Dolayısıyla Dakka sokaklarını dolduran on binlerce öfkeli Müslüman, gerçek engelin bizzat hükümet olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Sorun, ülkemizin zayıflığı veya güç eksikliği değil, hükümetin ihanetidir!

Bu nedenle, İslam Şeriatının “Bir vacibin yerine getirilmesi için gerekli olan şey de vaciptir” ilkesine uymak, Müslüman Bangladeş Silahlı Kuvvetleri’nin her bir samimi mensubu için artık emr-i zaruri bir hal almıştır. Bugün acilen yapılması gereken şey, bu hain hükümeti devirmek ve yerine Bangladeş ordusunu Filistin’in kurtuluş şerefine eriştirmek için samimi ve Salih bir liderlik getirmektir. Bu ancak ordudaki samimi subayların Yunus hükümetine karşı ayaklanması ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesiyle mümkün olabilir. O zaman Hizb-ut Tahrir orduya liderlik edecek ve Filistin’deki mazlum halkımızı savunacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

El-Mezuna Enstitüsü’ndeki Trajedi, Modern Devlet Yöneticilerinin Kötü Yönetiminin Canlı Bir Örneğidir

Modern devlette okullar ve enstitüler, yöneticilerin ihmalkarlığı ve kötü bakımları nedeniyle gençlerimiz ve canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımız için adeta birer saatli bombalar haline gelmişlerdir. El Mezuna’da bir Enstitüsünün duvarının çökmesi sonucu üç öğrencinin hayatını kaybetmesi ve bazılarının da yaralanması, yöneticilerin vatandaşı aldattığını, görevlerini ihmal ettiklerini ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olmadıklarını veya umursamadıklarını net bir biçimde göstermiştir. Oysa hadisi şerifte şöyle geçmektedir:

مَا مِنْ عَبْدٍ يَسْتَرْعِيهِ اللهُ رَعِيَّةً، يَمُوتُ يَوْمَ يَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لِرَعِيَّتِهِ، إِلَّا حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ“Allah bir halkın başına getirip de, öldüğü gün tebaasını aldatmış olarak ölen hiç bir kul yoktur ki, Allah ona cenneti haram etmesin.”

Sözde bağımsız devletin yöneticilerinin, yüzme havuzları ve spor komplekslerinin restorasyonu, oyalama politikaları, insanların hayatını cehenneme çeviren yapay krizler için dev servetler harcarken, yolların, hastanelerin ve eğitim kurumlarının iyileştirilmesini umursamamaları yürekleri parçalayan ve içi burkan bir manzaradır. Bu kurumlar zamanla korkunç bir hâle büründü; her biri felakete davetiye çıkaran yerler oldu, masum canlar bir bir toprağa düştü! Güvenlik yoksa, kitap kana bulandıysa, eğitimin ne anlamı kalır?

Ey Tunus halkı! Tunus, 68 yıllık bağımsızlığın ardından, yöneticilerinin halkına kötü muamelesi sonucu maalesef acınası bir halde. İster başkanlık ister parlamenter sistem olsun, bu insan yapımı sistemlerin uygulanmasının kaçınılmaz sonucu işte budur! Müslümanları İslam’ın hükümleri ile gütmek,tek doğru siyasettir. Bu siyasetin, farklı ve çeşitli politikalar arasında benzeri ve eşi yoktur. Zira İslam, müminlerin kalbine Allah korkusunu nakşeder. İşte bu yüzden Müslümanların Halifesi Faruk Ömer b. Hattab (Allah ondan razı olsun), bir yönetici olarak üstlendiği büyük sorumluluğu derinden hisseder, bırakın insanlara yol yapmayı, bir katırın bile rahatça geçebilmesi için yolu düzeltmese vicdan azabı duyardı!

Buna karşılık insan yapımı yozlaşmış rejimler, insanların kalbine ne Allah korkusu verir ne de sorumluluk duygusu…Aksine umursamazlık aşılar! İşte bu yüzden yönetim kötüleşir, ardından gelen felaketler masum canları alıp götürür!

Ey Tunus halkı! Halkın işlerini gözetmeyen, ne yaptıklarının vahametinin farkında olan ne de sorumluluk hisseden bu yöneticileri büyük bir azap beklemektedir. Sizlere düşen ise bu bozulmuş yönetime karşı çıkmak, seküler kanunlarla yürütülen bu kötü yönetimin ifşası için toplumsal bilinç oluşturmak ve onları değiştirerek yerlerine Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmaktır. Zira yalnızca Hilafet, güdüm devletidir. Müslümanlara gerçek anlamda koruma sağlayacak ve ihtiyaç duydukları tüm hizmetleri sunacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْماً لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” [Maide 50]

Devamını oku...

Endonezya, Filistin'e Hiçbir Zaman Ciddi Bir Destek Vermemiştir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Endonezya, Filistin'e Hiçbir Zaman Ciddi Bir Destek Vermemiştir!

Haber:

Endonezya Devlet Başkanı Prabowo Subianto 9-15 Nisan 2025 tarihleri arasında Türkiye ve Orta Doğu'ya resmi bir ziyaret gerçekleştirecek.Ziyareti sırasında Ürdün Kralı İkinci Abdullah ile Gazze'deki savaşı görüşecek ve Endonezya'nın insani yardım kararlılığını ve mağdurlara yardım etmeye hazır olduğunu vurgulayacak.Prabowo'nun ajandasında, jeopolitik, endüstriyel, ticari, eğitim ve kültürel iş birliğini teşvik etmek üzere Abu Dabi, Ankara, Kahire ve Doha'daki liderlerle olan görüşmeler yer almaktadır. (Tempo)

Yorum:

Prabowo'nun Gazze'den 1000 kişinin Endonezya'ya nakledilmesi için beş Orta Doğu ülkesinden (BAE, Türkiye, Mısır, Katar ve Ürdün) destek arama çabaları, rejimin dikkatleri, ciddiyetle ve titizlikle karşı çıkılması gereken işgalden başka yöne çekme politikasının başka bir şeklinden öte bir şey değildir.

Bu üslup, tıpkı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) liderlerinin, acı gerçekleri görmezden gelirken sürekli “insani, insani, insani” söylemi satmalarına benzemektedir.

Sorun basit ve açıktır: Zira Yahudi varlığının Gazze halkına karşı uyguladığı vahşet, on yıllardır devam eden sistematik işgal, apartheid ve soykırım serisinin bir parçasıdır.Bu trajedinin kökleriyle, ciddi ve kararlı bir şekilde yüzleşilmediği sürece, her türlü insani yardım şekilleri, sadece sona ermeyen acıların hafifleticisi olacaktır.

Endonezya da dahil olmak üzere Müslüman ülkelerdeki merhamet duyguları her zaman ilaç, yardım ve tıbbi personel göndermenin ötesine geçmeyen insani söylemle sınırlı kalmıştır. Ancak bizler, işgalin tedaviyle değil, bilakis güçle durdurulabileceği gerçeğini göz ardı ediyoruz. Dolayısıyla bizler, iyi kalpli bir seyirciye benziyoruz; yani birinin dövüldüğünü gördüğümüzde ona su ve sargı bezi veriyoruz ancak vuran kişiyi durdurmuyoruz!

Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip bir devlet olarak Endonezya'nın, daha cesur ve daha ilerici olması gerekir.  Örneğin Yahudi varlığına ve destekçilerine yönelik kapsamlı bir boykot çağrısına öncülük etmek ya da daha da ileri giderek Arap ülkeleriyle askeri bir ittifak kurarak Yahudi varlığına gerçek bir baskı uygulamak gibi.

Prabowo'nun Orta Doğu ziyareti sırasında, devlet bütçesini sadece yan iş birliği projelerini görüştüğü turlara harcamak yerine, Yahudi varlığına ve onun suçlarını koruyan Batılı ittifaklarına karşı ortak siyasi ve askeri stratejileri görüşmesi gerekirdi.

Eğer Müslüman ülkeler, suçun gerçek kaynağıyla yüzleşmeye cesaret etmeksizin sözde “insani” rahatlık bölgesinde kalmaya devam ederlerse, aslında katliamların devam etmesine katkıda bulunmuş olurlar.Bilakis özellikle şu ana kadar Yahudi varlığıyla ilişkilerini normalleştirmeye devam eden rejimlerin varlığıyla birlikte Gazze'deki soykırım suçunun bir parçası haline gelmiş oluruz.

Bu nedenle insani söylemle yetinmeyi bırakmalıyız; zira İslam ülkeleri, şayet niyetlerinde samimiyet olursa, Yahudi varlığı ve müttefiklerine karşı koyacak güce sahiptirler. Ama sadece iddia edenlerden olurlarsa, o zaman İslam ülkelerinin başındaki yöneticiler, Amerika ve Batı ile birlikte Yahudilerin müttefiklerinden başka bir şey olmayacaklardır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar

Devamını oku...

Ordulara Yönelik Bir Mesaj ve Çağrı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ordulara Yönelik Bir Mesaj ve Çağrı!

Haber:

Filistin davasını destekleyen bir çalışan, Microsoft'un yapay zeka birimi CEO’su Suriye asıllı İngiliz vatandaşı Mustafa Süleyman'ın konuşmasını keserek şirketin Yahudi varlığıyla olan ilişkilerini protesto etti.

Bu, teknoloji endüstrisinin Yahudi ordusuna yapay zeka teknolojisi sağlamasına karşı gelen son tepki olup bu da şirketin 50. yıldönümü kutlamalarını sekteye uğratmıştır.

Microsoft'un Faslı çalışanı İbtihal Aboussad, CEO Mustafa'nın konuşmasını keserek, "Yazıklar olsun size" dedi ve CEO daha sonra konuşmasını sonlandırdı. (El Cezire Net, uyarlanmıştır)

Yorum:

Müslüman ordularına bir soru yöneltiyoruz: Bir kadın olan İbtihal sizden daha mı cesurdur?!

Ey siz silahlarla donanmış adamlar, ey siz güç araçlarına sahip olanlar, bir kadın sizin silahlarınızdan hiçbirine sahip değildi ama onun, sizin kaybetmiş olduğunu güçlü ve cesur bir yüreği vardır ancak sizler zillete ve aşağılanmaya razı oldunuz!

Nitekim sizlerin bu eylemsizliği, faturasını ümmetin çocuklarının, kadınlarının, gençlerinin ve yaşlılarının kanlarıyla ödediği ölümcül sessizliğinize tanıklık eden nesillerin zihinlerine ve kalplerine kazınmıştır ve bu neslin bazı çocukları şu şiir dizesini size bir mesaj olarak yöneltip tekrarlamaya başlamışlardır:

Cömert kişi, onu aramaya gitmesin
Otur; zira doyuran ve giydiren sensin

Doyuran ve giydiren olmaya razı mı olacaksınız?! Peki sizler ne yapıyorsunuz ey ordular?! Tarihin korkaklığınızı ve aşağılanmanızı kaydetmesine razı mı olacaksınız? Ya da aslanlar gibi ayağa kalkıp sizlere çağrıda bulunurken sesleri kısılan ümmetinizin saflarına katılmak için koşacak mısınız yoksa bu dünya hayatının az bir metaına razı mı olacaksınız?! Pozisyonlarınız sizleri baştan mı çıkardı yoksa kalplerinizde gizlice sızan vehn (ölüm korkusu ve dünya sevgisi) mi vardır?! Allah aşkına bize cevap verin, sizlere ne oldu, aranızda hiç aklı başında bir adam yok mu?!

Sizlere Allahu Teala’nın şu kavlini hatırlatıyoruz: قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” [Tevbe 24]

Sonra ne olacak?! Bu ümmetten akan kan şelalesini durdurmanın, sizin elinizde olduğunu biliyor musunuz?!Sizler karar alma yetkisine sahip alan adamlar değil misiniz?!Çözüm sizin elinizde, peki sizler ne yapıyorsunuz?

Belki de aranızda bizim acımızı hisseden ve bizim kurtuluşumuz için yanıp tutuşan gerçek adamlar vardır;o halde bizim kurtuluşumuz için ayağa kalkın ve kararınızı verin; sakın sonuçları, olasılıkları ve engelleri düşünmek sizi engellemesin ki bunlar, hiç kimsenin elinde değildir;çünkü yardım, ölüm ve rızık sadece Allah'ın elindedir ve bir araya gelseler bile ülkelerin tuzakları Allah'ın izniyle size bir zarar veremeyecektir.

Haydi harekete geçin ve tahtları yıkın;Vallahi sessizliğiniz ve eylemsizliğiniz çok uzun sürdü;bu gecikmenizin faturasını daha ne zamana kadar bizler ödeyeceğiz?Yarın bizim hakkımızda, gecikmenizin sebebi hakkında ve eylemsizliğiniz hakkında sorguya çekileceksiniz; peki o zaman ne cevap vereceksiniz?

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ

Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” [Tevbe 14]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müne Semih (Ümmü Meryem)

Devamını oku...

Ey Müslüman Ordular! Gazze Yok Edilirken Sizler Nasıl Yataklarınızda Uyuyabiliyorsunuz?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ey Müslüman Ordular! Gazze Yok Edilirken Sizler Nasıl Yataklarınızda Uyuyabiliyorsunuz?!

Tüm dünyadaki olayların seyrini değiştiren o unutulmaz gün 7 Ekim 2023'ten bu yana, Yahudi varlığının Gazze'ye karşı başlattığı imha savaşının üzerinden bir buçuk yıl geçti; zira müminlerden bir grup, sömürgecilikten kurtuluşun kapısını açmayı omuzlarındaki bir görev bildiler, bu yüzden çitleri basıp gaspçıların askeri üslerine saldırdılar, onları öldürüp esir aldılar; çünkü Filistin'i kurtarmak ve tüm İslam ümmetini Haçlı Batı'nın egemenliğinden ve kontrolünden kurtarmak için altın bir fırsatı yakalamalarının ardından Müslümanların ve Filistin dışından eli silah tutanların ayağa kalkıp cihat yolunu tamamlayacaklarını umdular. Ancak bunun tam tersi oldu; zira onları destekleme gücüne sahip olan Müslüman ordular bunu yapmadılar, kışlalarında kalmaya devam ettiler ve sadece sömürgeci kâfirin ajanları ve hizmetkârları olan yöneticilerinin emriyle hareket ettiler!

Gazze halkı ve mücahitleri, Gazze ve halkına bombalarını ve füzelerini fırlatması için Yahudi ordusunun elini serbest bırakan lanetli Amerika'nın liderliğindeki Haçlı kafir ülkelerin nefretiyle, toplu katliamlarla, binaların sakinlerinin başlarına yıkılmasıyla, yiyecek, içecek ve ilaçların engellenmesiyle, açlıkla, tekrar tekrar yerinden edilmeyle ve binlerce kişinin şehit olmasıyla karşı karşıya bırakıldılar!

Korkunç imha savaşını izlerken en sinir bozucu olan şey ise Arap medya kuruluşlarının savaşı ele alış biçimidir; bu medya kuruluşlarından biri de, şehit sayılarını ve korkunç yıkımı aktardığı görüntüleri yayınlayan İngiltere merkezli Katar kanalı el-Cezire'dir; dolayısıyla kanal aynı İngiliz kötülüğüyle izleyiciye, özellikle siyasi ve askeri analistleri ağırlayıp onlara tartışma için geniş alanlar tahsis ederek Müslümanlar arasında umutsuzluk ve hayal kırıklığı tohumları ekmeyi amaçlayan bu yayın tarzıyla Gazze'nin ve direnişin yanında durduğunu yansıtmıştır; oysa tartışmanın temeli, Gazze'ye yönelik amansız bir savaşa liderlik eden ve ey Müslümanlar ve Gazze halkı, sizin için bu sömürgeci kâfir kurumlara başvurmaktan başka kurtuluş yoktur diyen lanetli Amerika'nın elindeki araçlar olan sözde uluslararası hukuk, uluslararası kararlar, Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler perspektifine dayanmaktaydı.

Diğer tür kanallar ise kurbanı suçlayıp celladı bırakan, hatta Suud Hanedanı yöneticilerine bağlı olan ve Amerikan ajandası taşıyan el-Arabiya gibi haydut suçluların katliamlarını ve yıkımlarını meşrulaştıran kanallardır. Bu kanal o kadar ileri gitti ki Gazze halkından beyaz bayrak çekmesini, mücahitlere karşı ayaklanmasını ve yerinden edilmeyi kabul etmelerini talep etmiş ve onları aldattıkları gibi paralarla, Gazze dışındaki evlere yerleştirmekle ve mutlu bir hayat yaşamakla ayartmıştır.

Ancak doğru ve köklü çözüm kasıtlı olarak gizlenmiştir; bu doğru ve köklü çözüm ise, hastalığın aslının Yahudi varlığının varlığı olduğu, çözümün onu mübarek Filistin topraklarından söküp atmak olduğu ve bunun tek yolunun da, Allah Subhanehu ve Teala'ya ve İslam ümmetine karşı şerî vacibini idrak eden samimi bir lidere sahip olduklarında bunu yapmaya muktedir olan Müslüman ordular olduğudur. Bu öneri ise Batı'nın bekçileri olan yöneticiler için kırmızı çizgidir, dolayısıyla Arap ekranlarında bundan bahseden ve bunu talep edenlerin görünmesine, dahası bunun daha da ilerisine gitmelerine izin verilmemiştir; ancak Gazze'ye yönelik çılgınca savaş ve Gazze halkının içinde boğulduğu kan şelaleleri, birçok Müslümanı, orduların harekete geçmesinin önemi konusunda uyardı ama kiralık ve bağımlı medya, meseleyi gündeme getirmek zorunda kalınca, bu öneriyi hafife aldı (önemsizleştirdi) ve kötü niyetli bir şekilde “gerçekçi olmayan” bir çözüm olarak gösterdi.

İşte bu Arap medyası, ümmetin önemli ve hayati meselelerinden kopmuş olan bir medyadır; yeterli bilince sahip olmayanlar da onların tuzağına düşmekte ve onun etrafında dönmeye devam etmektedir. Nitekim Gazze savaşı, takipçilerin arasındaki bilincin artmasına katkıda bulunmuş, dolayısıyla uydu kanalları artık tek bilgi kaynakları olmaktan çıkmış ve böylece haber ve bilgi aramak için sosyal medya sitelerine başvurmuşlardır.

Gazze halkının ve mücahitlerin sebatı ve kararlığı -şimdiye kadar- onların tüm planlarını ve komplolarını boşa çıkarmıştır; çünkü onlar, bunun Allah Subhanehu ve Teala'nın bir sınavı olduğuna dair güçlü bir akideye sahiptirler; zira Allahu Teala Aziz Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ * الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ * أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.” [Bakara 155-157]

Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّ عِظَمَ الْجَزَاءِ مَعَ عِظَمِ الْبَلَاءِ، وَإِنَّ اللهَ إِذَا أَحَبَّ قَوْماً ابْتَلَاهُمْ، فَمَنْ رَضِيَ فَلَهُ الرِّضَا وَمَنْ سَخِطَ فَلَهُ السَّخَطُMükâfatın büyüklüğü, belanın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelene rıza gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rıza göstermezse, Allah'ın gazabına uğrar.” [İbn Mâce ve Tirmizî rivayet etmiştir.] Ancak bu, onları kafir ülkelerle tek başlarına yüzleşmeye devam etmeye bırakmak anlamına mı gelmektedir?! Daha ne zamana kadar ekranlardan ve sosyal medyadan izlemekle ve sadece dua etmekle yetineceğiz?! Dua, duadan başka bir şeye sahip olmayanlar içindir; ancak dua ile birlikte sebeplere bağlanmak gerekir ki Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu yapmış ve birçok hadislerinde sebeplere bağlanmanın gerekliliğini bizlere bildirmiştir. Örneğin zaferler ayı olan Ramazan ayındaki zaferlerin açılışı olan Bedir Savaşı'nda Sallallahu Aleyhi ve Sellem orduyu hazırlayıp donatmış, sonra da Allah’a dua edip yakarmaya yönelmişti. Zira Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: لَمَّا كَانَ يَوْمُ بَدْرٍ نَظَرَ رَسُولُ اللهِ ﷺ إِلَى الْمُشْرِكِينَ وَهُمْ أَلْفٌ وَأَصْحَابُهُ ثَلَاثُ مِائَةٍ وَتِسْعَةَ عَشَرَ رَجُلاً، فَاسْتَقْبَلَ نَبِيُّ اللهِ ﷺ الْقِبْلَةَ ثُمَّ مَدَّ يَدَيْهِ فَجَعَلَ يَهْتِفُ بِرَبِّهِ: اللَّهُمَّ أَنْجِزْ لِي مَا وَعَدْتَنِي، اللَّهُمَّ آتِ مَا وَعَدْتَنِي، اللَّهُمَّ إِنْ تُهْلِكْ هَذِهِ الْعِصَابَةَ مِنْ أَهْلِ الْإِسْلَامِ لَا تُعْبَدْ فِي الْأَرْضِ. فَمَا زَالَ يَهْتِفُ بِرَبِّهِ مَادّاً يَدَيْهِ مُسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةِ حَتَّى سَقَطَ رِدَاؤُهُ عَنْ مَنْكِبَيْهِ، فَأَتَاهُ أَبُو بَكْرٍ فَأَخَذَ رِدَاءَهُ فَأَلْقَاهُ عَلَى مَنْكِبَيْهِ ثُمَّ الْتَزَمَهُ مِنْ وَرَائِهِ وَقَالَ: يَا نَبِيَّ اللهِ كَفَاكَ مُنَاشَدَتُكَ رَبَّكَ فَإِنَّهُ سَيُنْجِزُ لَكَ مَا وَعَدَكَ، فَأَنْزَلَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ ﴿إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلائِكَةِ مُرْدِفِينَ﴾ فَأَمَدَّهُ اللهُ بِالْمَلَائِكَةِ“Bedir günü Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem müşriklere baktı, onlar bin kişiydiler. Ashabı ise üç yüz on dokuz kişi idi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle yakarmaya başladı: “Ey Allah’ım! Bana olan vaadini ihsan eyle! Allah’ım! Bana zafer nasip et. Ey Allah’ım! Eğer ehl-i İslam’ın bu topluluğunu helak edersen, artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” Ellerini uzatmış vaziyette münâcâtına öyle devam etti ki, ridası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekir, yanına gelerek ridasını aldı, omuzuna koydu ve yanına yaklaşıp: “Ey Allah’ın Rasulü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allahu Teala sana olan vaadini mutlaka yerine getirecektir.” dedi. O sırada Allah Azze ve Celle şu ayeti inzal etti: “Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da; “Muhakkak ki Ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) yardım edeceğim.” diyerek duanızı kabul buyurmuştu.” [Enfal 9] Böylece Allah, o gün müminlere melekleriyle yardım etti.

Yardım için güce sahip olanlar için tek başına dua etmek yeterli değildir; peki Müslüman ordular, Amerika ve Avrupa’nın ajanları ve casusları olan yöneticilerinin emriyle hareket ederlerken Müslüman orduların sadece dua etmeleri kabul edilebilir mi?

Özellikle 7 Ekim'den ve ümmetin musibetinin, Yahudi varlığını koruyan ve hatta ona soykırım ve katliamlarında yardımcı olacak her şeyi sağlayan ajan yöneticiler olduğu şüphe götürmez bir şekilde görmesinin ardından ümmetin bilinç düzeyi artmış ve orduları harekete geçmesinin önemini ve duanın yeterli olmadığını idrak etmiştir; peki ümmetten talep edilen nedir?

İslam ümmetinden talep edilen, yöneticilerine karşı ayaklanması, Arap ordularından zillet ve korku zincirlerini kırmalarını ve Gazze'ye destek olmak, Filistin'i ve Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için ayağa kalkmalarını talep etmesi olup çağrılarının yankı ve karşılık bulabilmesi için de kitleleşmesi ve sağlam ve güçlü temel üzerinde olan bir cemaatle çalışması gerekir; bu cemaat ise altmış yıldan fazla bir süredir mevcut olup İslam akidesi temelinde ümmeti sömürgecilikten ve kölelikten kurtarmak için ümmetle birlikte ve ümmet adına çalışmaktadır.

İşte bu cemaat, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan Hizb-ut Tahrir’dir; bu devlet ise, Allah Subhanehu ve Teala’nın şeriatına göre hükmeden tek bir yöneticisi olan ve Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sancağı olan tek bir sancağı taşıyan tek bir ordudan oluşan bir devlettir.

Allah Subhanehu ve Teala’nın ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in razı olacağı köklü çözüm işte budur. Müslüman ülkelerdeki iktidar rejimlerinin kırmızı çizgisi de, böyle bir önerinin uydu haber kanallarında yayınlanmasını yasaklamak ve engellemektir. Ancak bu, Hizb-ut Tahrir'in, Müslümanları doğru yöne yönlendirmek için elektronik sosyal medyayı kullanmasına engel olamamıştır; Hizb-ut Tahir ise bunu, sayfaları, makaleleri, söyleşi programları, tartışmaları ve Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta tarafından yayınlan resmi beyanatlar ve El-Vakiye kanalı aracılığıyla yapmaktadır; zira El-Vakiye kanalı, sadece vakıayı vasfetmekten ve Allah’ın ve İslam’ın düşmanlarından çözümler dilenmekten ziyade Müslümanların önemli meselelerini İslam akidesi temelinde ele alan ve doğru çözümler sunan fikri ve akidevi olarak en yüksek standartlara sahip düşünürleri ve siyasi analistleri ağırlamaktadır.

Amerika ve Batılı Haçlı ülkeler, İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmanlıklarını açıkça ilan ediyorlar; bunu batıl üzere olan kâfirler yapıyorlar; o halde biz, hak üzere olduğumuz halde neden onlardan korkalım ki?!

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ümmü Asım Et-Tavîl – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER