Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Gazze Savaşları Ve Tarihin Çehresinin Değişmesi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gazze Savaşları Ve Tarihin Çehresinin Değişmesi!

Medine-i Münevvere (o zamanki adıyla Yesrib), Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicret edip büyük bir proje olan devletini kurduğunda küçük bir belde olarak başlamıştı ve orası, siyasi akide, güvenliğinin halkının elinde olması ve ilk andan itibaren sebat etmesi gibi bir devletin unsurlarına sahipti.

Sonra o dönemde Arap Yarımadası’ndaki en büyük varlık olan Mekke'deki müşrik Kureyş devletini ele geçirmiş ve o tarihteki Persler ve Romalılar gibi büyük ülkelerden hiçbirinin aklına, o zamanki siyasi bilincin yokluğundan ve tamamen maddi güce güvenmelerinden dolayı küçük bir beldenin tarihin çehresini değiştireceği ve o dönemdeki büyük ülkeleri etkileyeceği gelmemişti. Yine aynı şekilde onlardan hiçbirinin aklına, azim İslam akidesine iman eden halk için bir varlık ve otoritenin kurulduğu Yesrib'in büyük zaferler kazanacağı ve onun gücünün, bu kainatı, insanı ve hayatı yaratan bir yaratıcıya olan sarsılmaz imanın da yattığı da gelmemişti; nitekim Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı indiren Allah Subhanehu, alemlere rahmet olarak gelen Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e İslam dinini lütfetti ve bu dine iman edenlere de Allah, tüm dinlere alternatif olmalarını, bu azim dinin tüm dünyaya hakim olmasını ve dünyanın işlerinin İslam’ın otoritesi altında gözetilmesini emretmiş ve bunun da o zamanki büyük devletlerin potasındaki küresel olayların seyri üzerinde uluslararası bir etkisi olmuştu; böylece Medine’de başlayan ve Arap Yarımadası üzerindeki kontrolünü genişleten büyük proje, kendisinin müşrik devletlere bir alternatif olduğunu ilan ettiği gibi Rum ve Persleri de tehdit etmişti.

İslam’ın azametinin ve gücünün sırrı işte budur; ancak Batı dünyası kibirlenerek ve savaş makinesinin arkasında durup hırlayarak sihrinin galip geleceğini sanmıştı ama Gazze artık eskisi gibi değildir; aksine ezilmesi ve vurulması zor olan ve baş kaldıran bir Gazze olup UNIFIL güçleri aracılığıyla yaklaşık yirmi yıldır Güney Lübnan'da olduğu gibi artık Yahudilerin güvenliği garanti altında değildir.

Şüphesiz Allah şartları hazırlamış ve Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Batı’nın ve onun, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e yardım eden Ensarın etkisinden hiçbir paylarının olmamasına razı olan hain yöneticilerden oluşan insafsızlarının durumunu tersine çevirmeye muktedir olan en büyük fikri serveti (İslam akidesini) ve onun içermiş olduğu azim hükümleri bırakmıştır. Nitekim bu yöneticiler, enkaz altındaki çocukların çığlıklarını duymadıkları gibi sabırlı Müslüman kadınların çığlıklarını ve tüm ümmetin feryatlarını da duymadılar; bu yüzden onların, devletini on üç asır boyunca İslam’ın otoritesi altında sürdüren ümmete yardım etme payları yoktur.

Gazze, Allah’ın izniyle ümmetin içerisinde, onun İslam’ına karşı gerçek kardeşlik duygusunu ve doğal uyanıklığın merkezini yakınlaştırıp harekete geçirecek yakın bir zaferin koru olacak, Allahu Teala’nın izniyle ordular ümmetine karşı görevini yerine getirmek için harekete geçecek ve ümmetin gasp edilen otoritesini Hizb-ut Tahrir gençlerinden oluşan bilinçli bir gruba teslim edecek ve ümmet de Allah’ın azim şeriatına göre yönetecek bir Halife’ye biat edecektir. Şüphesiz Allah, varlığımızın, otoritemizin ve dinimize yardım etmenin azim İslam’ın hükümlerine göre olmasını emretmiş ve Allah katından bize zaferini indirmesi için O’nun şeriatına uymamızı ve hükümlerine bağlı kalmamızı vacip kılmıştır. Nitekim Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللهِZaten yardım yalnız Allah katındandır.” [Enfal 10]

Gazze, akidevi boyutu ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in İsra’sına bağlılığı açısından Medine-i Münevvere’ya benzemektedir. Zira Müslümanların kutsallarına doğru harekete geçmesi ve tek bir adam gibi ayağa kalkmaları yakın bir durum haline gelmiştir. Nitekim eserde, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti içinde hayır kıyamet gününe kadar var olacaktır şeklinde geçmektedir.

Batı ve aveneleri, bu ümmetin azametini, ümmette kalkınmanın sırrının var olduğunu, onun içinde çalışan balyozların onu öldüremediğini, aksine onu sadece hasta ettiğini bilmiyorlar. Bakın işte ümmet, acı verici sarsıntı ve darbelerden dolayı yakalanmış olduğu hastalıklardan kurtulmaya başlamıştır. Nitekim artık uyanış tamamlanmış olup Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’nin ilan edilmesinin işaretleri ufukta görülmeye başlamıştır. Nitekim Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَاللهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَMuhakkak ki Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Muhammed Semâni – Nyala-Sudan

Devamını oku...

Riyad’daki Arap-İslam Zirvesi – Değersiz Bir Çerçöp Gibidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Riyad’daki Arap-İslam Zirvesi – Değersiz Bir Çerçöp Gibidir!

Haber:

İkinci Olağanüstü Arap-İslam Zirvesi, Yahudilerin Lübnan ve Gazze Şeridi’ne yönelik saldırganlığıyla ilgili gelişmeleri ele almak üzere Veliaht Prensi ve Başbakan Muhammed bin Selman’ın başkanlığında 11 Kasım 2024 Pazartesi günü Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad’da acil olarak düzenlendi.

Yorum:

Müslümanların başındaki Ruveybidaların bu ikinci zirvesi, Filistin ve Lübnan'da devam eden savaşla ilgili düzenlenen ilk zirvedeki aynı hikayeyi tekrarlamak için gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu zirve, kınama ve eleştiri sözlerinin, timsah göz yaşlarının ve diğer uluslararası örgütlere güvenmenin dışına çıkmadan kendisi için çizilen sınırların ötesine geçmemiştir. Nitekim nihai açıklamasında, bölgeyi kasıp kavuran gerilimin ciddiyeti ve bunun bölgesel ve uluslararası yansımaları konusunda uyarıda bulunmuştur.Sanki 50.000'den fazla Gazze'nin evlatlarının ve Lübnan halkından 4.000 kişinin öldürülmesindeki tırmanış ve ısrar, 47 Müslüman ülkesinin temsilcilerinin gördüğü ciddiyete henüz ulaşmamış gibi! Sanki bu Ruveybidalar, kendi kuruluşlarının, benzer tüm uluslararası kuruluşlar içinde tek başına en büyük nüfuz, mali ve teknik ağırlığı oluşturduğunu bilmiyorlarmış gibi! Bunlar, çoğunluğu Müslüman olan iki milyardan fazla insanı yönetmekte, 32 milyon kilometrekareden fazla alanı işgal etmekte ve dünyadaki su yollarının çoğunu kontrol etmektedirler. Nitekim son bildiri, kafir Batı’nın kuyrukları olan bu Ruveybidaların, Gazze’nin yıkılmasına ve Batı Şeria’nın büyük bir bölümü üzerinde askeri ve güvenlik hegemonyasının dayatılmasına yol açan Amerika ve onun üvey evladı mutant Yahudi devletinin istekleriyle olan işbirliğini ortaya koymak için gelmiştir.

Sisi konuşmasında, “Bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanmasının temel şartının, özü çatışma ve düşmanlık olan bölgesel sistemden barış ve kalkınmaya dayalı başka bir sisteme geçiş olduğunu" söyledi. Nitekim Amerika’nın, Ortadoğu Güvenlik Konseyi adını verdiği yapı aracılığıyla bölgeyi eskisinden farklı bir şekilde yeniden düzenleyip bölgedeki hakimiyetini sıkılaştırmasının ardından savaşı uzatarak Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasıyla ilgili olarak ulaşmayı amaçladığı şey tam da budur.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ise sanki kendisinin ve ülkesinin bu konuyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi Gazze ve Lübnan’da derhal ateşkes talebinde bulunmuştur! Aslında o, Filistin davasının sahibi olmasının yanı sıra halkı Müslüman olmasından dolayı onların zimmetlerinin kendi zimmeti olmasından ve aynı şekilde zirvesine başkanlık ettiği örgütün de bir üyesi olmasından dolayı, asıl olan onların davalarının kendi davası olmasıdır. Ama o, sanki havaya konuşuyormuş gibi bunu talep ediyor! Ayrıca o, zirvenin başkanı olarak Yahudi varlığının Gazze’de yaptığı soykırımı kınamayı da unutmadı.Eğer bu yorumumda alaycı olsaydım ona şöyle derdim: “İçini doldurduğun kınamadan dolayı diline sağlık ey prens, şayet onu ateşten bir taşla doldursaydın senin için daha hayırlı olurdu!”Elbette Veliaht Prensi, İran’la ilgili açıklamasına önemli bir bölümü eklemekten de çekinmedi; şüphesiz Amerika, yeni Ortadoğu Güvenlik Konseyi’nde İran'a verilmesi planlanan role hazırlık amacıyla kendisinden bunu yapmasını talep etmiştir; bu nedenle bin Selman, "İran’ın egemenliğine saygı duyulması ve İran topraklarına saldırmaktan kaçınılması” çağrısında bulunmuştur.

Ürdün Kralı’na gelince; kendi deyimiyle kardeş ve dost ülkelere, Gazze Şeridi’ndeki halka dayatılan kuşatmanın kırılması için bir insani köprünün kurulmasına katılmaları ve insani bir felaketle karşı karşıya kalan Gazze Şeridi’ne acil yardımların ulaştırılması çağrısında bulunmuştur. Krallığındaki insani köprü, gaspçı varlık için insani ve askeri yardım ve enerji kaynakları yüklü kamyonlar kilometrelerce uzanırken böyle bir talepte bulunmaya nasıl cesaret etti acaba! Bu habis köprüyü kurmak için dost ve kardeş ülkelere çağrıda bulunmasına gerek yoktu! Bununla da yetinmedi, aksine şöyle bir eklemede bulundu: “Bölgede ölüm, yıkım ve gerilimin tırmanmasına neden olan saldırganlığın sona erdirilmesi için derhal harekete geçilmelidir.Biz laf istemiyoruz; trajediyi sona erdirecek, Gazze’deki halkımızı kurtaracak ve onlara ihtiyaç duydukları yardımı sağlayacak ciddi tutumlar ve somut çabalar istiyoruz.” Söz değil, bilakis eylem istediğini vurgularken neredeyse ne Amerika’nın ne de İngiltere'nin kendisini bağışlamayacağı bir tuzağa düşüyordu. Şayet onun için bir nokta koysalar ve o da bundan sonrasını tamamlamasaydı, açıklaması yoruma açık bir şekilde kalacaktı; böylece konuşmanın tam tersi, orduların harekete geçirilmesi ve savaşılması şeklinde anlaşılması muhtemeldi (ki onun gibi birinin bunu kastetmesi imkansızdır); zira önerisini, yaralara merhem olmanın, giysileri parçalananların avretlerini örtecek bir giysinin ya da bir çocuğu doyuracak birkaç lokmanın ötesine geçmeyecek eylemlerle sınırlayarak sonlandırdı! Başta onun yiğit ordusu olmak üzere orduların seferber edilmesine gelince; suçlama ve kınamanın ve belki de kılıç ve süngülerin kaldırılmasının ötesinde onun hakkında konuşmak yasaktır.Nitekim Kral sözlerini, savaşın devam etmesi halinde herkesin bunun bedelini ödeyeceğinden duyduğu büyük korkuyu dile getirerek, belki de krallığını kaybedeceğini kastederek tamamlamıştır.

Türkiye Cumhurbaşkanına gelince; Erdoğan şu anda hiç utanmadan İstanbul’un Sultanı Abdülhamid’in tahtında oturuyor; nitekim uzun bir süre sessiz kaldı, sonra da küfür konuştu; zira Gazze’nin başına gelen zor durumun, Müslüman ülkelerin yetersizliğinden kaynaklandığını öne sürdü!Allahu ekber, bu sonuca nasıl ulaştın ey kahraman?!Sanki sen, en büyük ve en güçlü devlete sahip olduğun halde aynı yetersiz ülkelere ait değilsin! Belki de sen yetersiz olarak, (hepsi de felaketle sonuçlanan konferansta hazır bulunan) Komorlar, Gambiya, Togo veya Guyana gibi devletçikleri kastediyorsun.Erdoğan, Müslüman ülkelerin, Gazze’de devam eden Yahudilerin katliamlarına karşılık vermede yetersiz kaldıklarını eleştirmeye ve suçlamaya devam ederek şunları söyledi: “Bir avuç Batılı ülke “İsrail’e” her türlü desteği verirken, “Müslüman ülkelerin” yetersiz kalması durumun bu noktaya gelmesine yol açtı.” Yine söylüyorum, bu durum onu hiç ilgilendirmiyor.Sanki ümmet, okumaktan ve dinlemekten gafil gibi! Ey Erdoğan, Tokyo’daki büyükelçiliğinizin önünde düzenlenen gösterideki büyük kalabalığın ne talep ettiğini bilmiyor musun?Ülkeniz, petrol ihtiyacının % 60'ından fazlasını karşılamak üzere gaspçı Yahudi varlığına petrol sevkiyatı sağlamaya devam ettiği için senin ülkenle ilişkilerin kesilmesini ve oradaki büyükelçinizin sınır dışı edilmesini talep ettiler. Ancak Erdoğan, çok hafif ağırlığı olan ve tamamı kendisi gibi suç ortağı ve aşağılık krallar, başkanlar, emirler ve bakanlarla konuştuğunu biliyor. Şayet kalabalığın arasında onurlu ve dürüst bir insan olduğunu bilseydi, ihanetinin bir kısmını kusmaya cesaret edemezdi.

Müslüman ülkelerdeki devlet liderlerinin bu konferansı, ümmetin göğsünde çöreklenen, ümmeti ateşten ve demirden zincirlerle bağlayan, onu şerî vacibini yerine getirmekten alıkoyan ve Allah’ın ona farz kıldığı şeyi yapmasını engelleyen belanın ve şerrin başıdır.Dolayısıyla onlar, vesvese veren ama uygulama gücüne sahip olmayan Şeytan'dan daha da şerlidirler. Zira onlar, olup bitenleri hissetmesin diye ümmetin duygularını ele geçirdiler, kurtuluş yolunu düşünmesin diye ümmetin zihinlerini ele geçirdiler ve kendilerini derin bir çukura sürüklemesin diye onun eylemlerini de ele geçirdiler. Ancak kafirler istemeseler de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.On karanlık ve kasvetli gecenin ardından aydınlığın şafağı mutlaka doğacaktır; zira her zorlukla beraber bir kolaylık vardır, elbette her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Şüphesiz Allah bu ümmet için, Allah’tan başka hiç kimsenin kınamasından korkmayacak ve Erdoğan, Sisi, Abdullah, bin Selman ve Müslümanların başındaki diğer ajan yöneticileri kaldırıp atacak mümin bir grup hazırlayacaktır; bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir.

إِنَّهُمْ يَكِيدُونَ كَيْداً * وَأَكِيدُ كَيْداً * فَمَهِّلِ الْكَافِرِينَ أَمْهِلْهُمْ رُوَيْداً
Onlar bir tuzak kurarlar, Ben de bir tuzak kurarım. Onun için Kâfirlere mühlet ver, onları biraz kendi hallerine bırak (pek yakında desteğimiz sana gelecek).” [Tarık 15-16-17]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Ceylani

Devamını oku...

Kazakistan Rejimi, Yargılamak İçin Hizb ut-Tahrir Gençlerini Takip Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kazakistan Rejimi, Yargılamak İçin Hizb ut-Tahrir Gençlerini Takip Ediyor!

Haber:

4 Kasım'da Kazakistan Zakon Haber Ajansı şunları ifade etti: “Türkistan eyaletinin Kintao şehrinde, aşırı dinci Hizb-ut Tahrir örgütünün gizli bir hücresi tasfiye edildi.” Açıklamaya göre operasyonel arama faaliyetleri, Ulusal Güvenlik Kurulu'nun desteğiyle İçişleri Bakanlığı Aşırıcılıkla Mücadele Birimi tarafından yürütüldü.

Alınan tedbirler sonucunda hücrenin 10 üyesi tutuklandı. Evlerinde yapılan arama operasyonları sırasında büyük miktarda aşırı dinci verilere ve diğer maddi delillere el konulmuştur.

Bu örgütün ideolojisi, laik anayasal sistemi yıkmak ve ülkeye şeriat standartlarını getirmektir.Operasyonel ve soruşturma tedbirleri bağlamında, örgütün üyelerinin fikirlerinin propagandası yapmalarının yanı sıra dini duygulara hakaret ettiği ve diğer inançlara sahip insanları aşağıladığı vakalar tespit edilmiştir.Hücre üyeleri, Hizb-ut Tahrir’in yabancı aşırıcı davetçilerinden dersler almak ve yayınlamak için internet kaynaklarını kullanmıştır.”

Yorum:

Kazakistan’daki Müslümanların uykularından uyanmalarının akabinde ülke yetkilileri, tüm zorluk ve zulümlere rağmen İslam davetini taşıyan İslam ümmetinin muhlis evlatlarına karşı savaşlarını yoğunlaştırdı. Zira bu yılın yazında yetkililer, yaklaşık 22 Hizb-ut Tahrir üyesinin tutuklandığını duyurdu.

Ellerine masum Müslümanların kanları bulaşmış olan bir suç rejimi olması itibariyle yetkililer, Hizb-ut Tahrir’in imajını çarpıtmak için yalanlara ve aldatmaya başvurmakta ve Hizb-ut Tahrir’i iktidarı ele geçirmeye çalışmakla ve terörizm ve aşırıcılık fikirlerini yaymakla suçlamaktadır.

Öte yandan suçlu rejim tarafından yöneltilen tüm suçlamalar karşısında şunu söylemek isterim: Hizb-ut Tahrir, ideoloji İslam olan siyasi bir parti olup ümmete liderlik etmek ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti yeniden tesis etmek için ümmet içinde ve ümmetle birlikte çalışmaktadır. Hizb-ut Tahrir, hedefini gerçekleştirmek için şiddete başvurmaz, aksine bu fikri ve siyasi mücadelede Nebi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu takip etmektedir.

Allahu Teala Kerim Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İlder Hamzin

Devamını oku...

Rusya, Sudan’a İlişkin Güvenlik Konseyi Karar Taslağına Karşı Veto Hakkını Kullandı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Rusya, Sudan’a İlişkin Güvenlik Konseyi Karar Taslağına Karşı Veto Hakkını Kullandı!

Haber:

Rusya Pazartesi günü, Sudan’daki düşmancıl eylemlerin derhal durdurulması ve Nisan 2023’ten bu yana ülkeyi parçalayan çatışmalardan sivillerin korunması çağrısında bulunan BM Güvenlik Konseyi karar taslağını düşürmek için veto hakkını kullandı.

Diğer on dört Konsey üyesi İngiltere ve Sierra Leone tarafından hazırlanan karar taslağını desteklediler. İngiliz temsilci Rusya’nın karar taslağına karşı veto hakkını kullanmasını kınayarak bunu bir “utanç” olarak nitelendirdi.

AFP tarafından ulaşılan karar taslağı, “savaş eylemlerinin derhal durdurulması ve ülke çapında ateşkes üzerinde acilen bir anlaşmaya varılması amacıyla çatışmanın azaltılmasına yönelik adımlar üzerinde anlaşmaya varmak için iyi niyetle diyaloga girilmesi” çağrısında bulunuyor.(Şarkul Avsat Gazetesi, 18 Kasım 2024)

Yorum:

İngiltere’nin sunmuş olduğu karar taslağı, Sudan’daki düşmancıl eylemlerin durdurulmasına ilişkin bir anlaşmanın ardından bir izleme ve uyum mekanizması kurulmasının gerekliliği çağrısında bulunuyor.Çatışmanın taraflarına “düşmancıl eylemlerin derhal durdurulması ve acilen ulusal düzeyde bir ateşkes üzerinde anlaşmaya varılması amacıyla çatışmanın gerginliğini azaltacak adımlar üzerinde bir anlaşmaya varmak için iyi niyetle diyaloğa girilmesi” ve 11 Mayıs 2023’te Cidde'de iki tarafın imzaladığı “Sudan'daki Sivillerin Korunmasına Yönelik Taahhüt Bildirgesi’ndeki” taahhütlerine tam olarak uymaları ve bunları uygulamaları çağrısında bulunmaktadır.

İngiltere tarafından Güvenlik Konseyi’ne sunulan bu taslak, Sudan’da devam etmekte olan savaşın tabiatını ve ülke üzerindeki uluslararası çatışmanın taraflarıyla olan ilişkisini net bir şekilde ortaya koymaktadır; zira bir yanda el-Burhan’ı, yardımcısını ve grubunu kontrol eden Amerika ile diğer yanda Özgürlük ve Değişim ve İngiliz ajanı ve uşaklarından onunla ittifak kuran partiler arasında gizli olmayan, aksine açık bir çatışma söz konusudur.Bakın işte İngiltere, Özgürlük ve Değişim Güçleri tarafından Amerikan yanlısı askeri yapılanmayı zayıflatmak amacıyla formüle edilen çerçeve anlaşmasını başarısızlığa uğratmak için Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki bu savaşı tutuşturan Amerika’nın planını engellemeye çalışmaktadır.Bu anlaşma, “ordunun siyasetten, ekonomik ve ticari yatırım faaliyetlerinden uzak durmasını ve Hızlı Destek Kuvvetleri ile silahlı hareket güçlerinin, güvenlik, askeri ve benzeri reform planı kapsamında Entegrasyon ve Terhis Komisyonunda daha sonra üzerinde anlaşmaya varılacak düzenlemelere uygun olarak orduya entegre edilmesini öngörmektedir...”; anlaşmanın 6 Nisan 2023 tarihinde nihai olarak imzalanması gerekiyor. İngiltere’nin, bir izleme ve uyum mekanizmasının kurulması, yani dediği gibi sivilleri korumak üzere BM güçlerinin oluşturulması çağrıları, savaşı durdurmayı ve çeşitli tarafları siyasi bir çözüme ve sivil bir hükümetin kurulmasına geri döndürmeyi amaçlamaktadır; bu da çerçeve anlaşmasına geri dönülmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla onun siviller ve onların yaşamları umurunda değildir; aksine çıkarlarını gerçekleştirmeye ve ülkedeki ajanlarını güçlendirmeye çalışmaktadır.

Dünyanın birçok bölgesindeki çatışmaları çözmek ve barışı tesis etmek için müdahalede bulunan bu güçler, iddia ettikleri gibi hiçbir sorunu çözmedikleri gibi hiçbir sivili de korumamışlardır.Daha önce Birleşmiş Milletler 2007 yılında güç kullanımına izin veren 7'inci Bölümü uyarınca Darfur bölgesine yaklaşık 30.000 askeri güç konuşlandırdı ancak hiç kimse bunun etkisini hissetmedi; çünkü etkisi o kadar zayıftı ki, görevi sivilleri korumak olmasına rağmen Sudan ordusundan kendisini isyancı hareketlerden korumasını talep ediyordu!Aynı şekilde Bosna halkı silahlarını uluslararası barış güçlerine teslim ettiğinde ve Nisan 1993'te Srebrenitsa kasabası güvenli bölge ilan edildikten sonra,uluslararası güçlere bağlı Hollanda kuvvetlerinin çekilmesinin ardından Sırp güçlerinin savunmasız Müslümanlara saldırması ve 11 Temmuz 1995'te Sırpların 8.000 Müslümanı soğukkanlılıkla öldürmesine izin verilmesiyle büyük bir katliam yaşanmıştır

Bu örgüt ve güçleri, sivilleri korumak için değil, sömürgeciliğe imkan verip pekiştirmek, Batı hegemonyasını dayatmak ve İslam'a ve Müslümanlara karşı savaşmak için vardır; nitekim ekini ve nesli helak eden, binlerce Müslümanı öldüren ve milyonlarca Sudan halkını yerinden yurdundan eden Müslüman ülkelerde alevlendirilen savaşların sebebi işte budur.Yemen, Suriye, Irak ve başka yerlerdeki Müslüman ülkelerde de aynı şekilde yapıyorlar.

Amerika, İngiltere ve Fransa gibi bu sömürgeci ülkeler ile onların ajanları, insanların işlerini ve onların güvenliğini hiç umursamıyorlar;ayrıca onlar, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin geri dönüşünü engellemek için sadece maddi çıkarlarını gerçekleştirmek, ülkenin servetlerini yağmalamak, ülkeyi parçalamak ve zayıflatmakla ilgileniyorlar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mecdi Salihin - Sudan

Devamını oku...

Pakistan: Ey Müslüman Ülkelerindeki Askerler! İçinizde Aklı Başında Bir Adam Yok Mu?

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
Ey Müslüman Ülkelerindeki Askerler! İçinizde Aklı Başında Bir Adam Yok Mu?

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

Salı, 26 Rebiülahir 1446 H - 29 Ekim 2024 M

pakistan vilayeti

طوفان_الأقصى#

الجيوش_إلى_الأقصى#غرد النص عبر تويتر

الأقصى_يستصرخ_الجيوش#

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

Gazze, ABD CENTCOM Ajanlarının Değil, Ümmetin ve Ordularının Meselesidir

15 Kasım 2024 tarihinde Genelkurmay Başkanı, Gazze katliamına atıfta bulunarak Pakistan’ın herhangi bir ‘küresel çatışmanın’ parçası olmayacağını vurguladı. Gazze, ABD CENTCOM ajanlarının değil, ümmetin ve ordularının meselesidir. Genelkurmay Başkanı, 2023 yılının aralık ayında Amerika’ya yaptığı ziyaret sırasında Gazze ile ilgili olarak ayrıntılı talimatlar aldı ve bu talimatlar düzenli olarak izlenmektedir. Amerikalılardan aldığı talimatlara uyan General Asim Münir, ümmetten ve silahlı kuvvetlerden gelen baskılara rağmen Pakistan’ın silahlı kuvvetlerinin Gazze’ye destek için harekete geçmesini engellemektedir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

Ey Pakistan Müslümanları ve silahlı kuvvetleri! Askeri liderlik, küresel çatışmalara katılmayacağını duyurdu. O halde, Mübarek Toprak Filistin’in büyük bir kısmını Yahudi varlığına teslim eden Amerika’nın iki devletli çözümünü hangi temele dayanarak savunmaktadır? Askeri liderlik, Yemenli mücahitlerin saldırılarından Yahudi varlığının tedarik zincirini korumak için Pakistan deniz kuvvetlerini seferber etmesinin dayanağı ve gerekçesi nedir?

Askeri liderlik küresel çatışmalardan uzak durduğunu iddia ediyorsa, peki o zaman neden Pakistan’da Gazze’ye destek için bayrak açılması yasaklanmaktadır? Neden Gazze’deki mazlumlar lehine protesto düzenleyen Müslümanlar hapse atılmaktadır? Neden Gazze’ye destek için kurdukları protesto çadırları acımasızca yıkılmakta ve haklarında davalar açılmaktadır? Aslında askeri liderlik, bu küresel çatışmada Yahudi varlığı, Amerika ve bugünün Haçlıları tarafında yer almaktadır. Ülke içinde ise askeri liderlik, Müslümanlardan ve onların silahlı kuvvetlerinden korkmaktadır, bu yüzden yöneticileri Şeri olarak muhasebe etme girişimlerini bastırmaktadır.

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri! Askeri liderlik, Müslümanları, Mescid-i Aksa’yı ve Mübarek Toprak Filistin’i savunmayı açıkça reddetmiştir Artık askeri liderlikten bir emir beklediğinizi söyleyemezsiniz çünkü böyle bir emir asla gelmeyecektir. O halde mazlumlara yardım etme Şeri yükümlülüğünüzü yerine getirmek için, önünüzde bir engel olarak duran bu askeri liderliği ortadan kaldırmaktan başka çareniz ve yolunuz kaldı mı? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?[Nisa 75]

Hizb-ut Tahrir, Gazze’ye karşı başlatılan dünya savaşının ilk gününden itibaren sizi çağrıda bulunmaktadır. Her geçen ay, askeri liderliğin Amerika’nın bir ajanı olduğu daha da belirgin hale gelmektedir. O halde, Nübüvvet metodu üzere Hilafet’in kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret verin. Hilafet, ümmetin bu durumu tersine çevirebileceği tek İslami projesidir. Nusret vermenizin ardından davet ve cihat yeniden başlayacaktır. Raşidi Halifeniz sizi Allah yolunda cihada yönlendirecek ve Amerika’nın dünyadaki hakimiyet ve etkisini kökünden söküp atacaktır.

Devamını oku...

Danimarka’da Yaşayan Müslümanlar Hükümetin Soykırım Değerlerine Asla Uyum Sağlamayacak

Başbakan Mette Frederiksen, 18 Kasım 2024’te Jyllands-Posten’e verdiği röportajda, ülkede yaşayan Müslüman topluluğu aşırılık yanlısı bir grup olarak resmetmek için yoğun çaba sarf etti. Kur’an’ı, Müslümanları suç işlemeye, çocuklarını dövmeye ve toplumda güvensizlik yaratmaya teşvik etmekle suçladı. Dahası, Danimarka’da yaşayan Müslümanların oluşturduğu sözde tehlikeyi ‘Rusya ve Putin tehdidi’ ile eşdeğer tuttu.

Röportajda Başbakan, Müslümanlardan ‘değer temelli asimilasyon’ adı altında, İslami değerlerini terk etmelerini istedi. Eşcinsellik, Filistin ve Kur’an’ın bir referans kaynağı olarak kabul edilmesi konularındaki görüşler, Müslümanları toplum düşmanı olarak gösteren unsurlar arasında yer almaktadır.

Bu röportaj, hükümetin bugüne kadarki siyasi girişimlerinin tarihsel olarak düşük seyreden anket sonuçlarını tersine çevirememiş olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. Başbakanın daha insancıl bir imaj yaratma çabaları, onun fırsatçı ve hesapçı bir kariyer politikacısı olduğu algısını değiştirmemiştir. Şimdi ise çaresizce ‘İslam kartını’ oynayarak siyasi puan kazanmaya çalışmaktadır.

Kur’an’ı suç ve çocuklara yönelik şiddetin kaynağı olarak gösteren her türlü yanıltıcı suçlamalar, bir Danimarka Başbakanı tarafından şimdiye kadar yapılmış en çirkin ifadelerden biridir. Başbakan, İslami değerleri manipülatif bir şekilde suç, şiddet ve işsizlikle ilişkilendirmektedir; oysa genç Müslümanlar arasındaki çete suçlarının, Batı kültürüne olan hayranlıktan kaynaklandığını çok iyi bilmektedir. Aslında İslami kimlik, gençleri bu acınası Batı yaşam tarzından uzaklaştırmanın en etkili yoludur.

Başbakan, güvensizlik ve şiddetin, İslam’a bağlı Müslümanlarla ilişkilendirilemeyeceğini çok iyi bilmektedir. Gençler arasındaki suç oranları tarihsel olarak düşük seviyelerdedir ve her yıl daha da azalmaktadır. Bunun nedeni tam da Mette Frederiksen’in röportajda kabul ettiği gibi, genç nesillerin önceki nesillere göre İslam’a daha sıkı sarılıyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Müslümanları toplumsal parazitler olarak göstermeye yönelik çabası, ‘Batı dışı göçmenlerin’ yüksek istihdam oranlarının, Danimarka’nın son yıllardaki ekonomik büyümesinin temel unsurlarından biri olduğunu ortaya koyan çok sayıda ekonomik analizle çelişmektedir.

Danimarka toplumu için gerçek tehdit, Müslüman topluluk değil, Başbakan’ın acımasızlığı ve duyarsızlığıdır, nitekim Gazze’deki soykırıma destek vererek bunu açıkça ortaya koymuştur. Müslümanlar, bu insanlık dışı soykırım değerlerine asla uyum sağlamayacaktır. Zira bu değerler ne Müslümanlara ne de insanlığa dair en ufak bir vicdan taşıyan herhangi bir insana hitap etmemektedir.

Devamını oku...

Mezhepsel Fitneyi Körüklemek, Yahudilerin, Katliamlar ve Zorla Göç Üzerinden Baskı Kurmak İçin İzlediği Kirli Bir Yöntemdir

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Yahudilerin genelde Lübnan ve halkına, özelde güney Lübnan halkına karşı başlattıkları barbarca ve zalim saldırılarından bu yana katliamlar aralıksız devam etmektedir. Lübnan’da ölü sayısı 3.200’ü, yaralı sayısı ise 14.000’i aşmış ve yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi de yerinden edilmiştir. Bu gasıp düşmanın Lübnan’da uyguladığı bu politika, bir yılı aşkın süredir Gazze’de de devam etmektedir! Bu süre zarfında, başta Amerika olmak üzere kâfir Batı hükümetleri Yahudi varlığının bu saldırganlığını desteklemiş ve Müslümanların maruz kaldığı her türlü katliam ve yıkıma karşı kulaklarını tıkamışlardır. Yahudi olmasalar bile Siyonist olduklarını açıkça ilan etmekten çekinmeyen özel temsilcilerini, arabulucularını ve bakanlarını bölgeye göndermeye devam etmektedirler. Böylece, kâfir, münafık ve sömürgeci Batının bayraktarlığını yaptığı iddia ettiği sözde insanlık, özgürlükler ve uluslararası hukuk ve hakların korunması gibi iddialar tamamen çökmüştür. Ama buna rağmen hala bunların topraklarımızda uygulanması çağrısında bulunmaktadır!

Müslüman ülkelerdeki yöneticiler, Allah’tan, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den ve müminlerden utanmıyorlar! Lübnan ve Gazze’de evler, hatta yerleşim alanları ve mahalleler sakinlerinin başlarına yıkılırken, sırf sorumluluktan kurtulmak için lüks ve şatafatlı salonlarda yıldan yıla zirveler ve zırvalar düzenlemektedirler! Sonra da çıkıp iğrenç ve mide bulandırıcı sözler içeren bildiriler yayınlıyorlar! Ordular ise, tüm güçleri ve silahlarıyla kışlalarında bekletiliyor ve gerçek görevlerini yerine getirmelerine engel olunuyor! Yahudilere karşı savaşmak yerine halkı bastırmak ve halkı sınırdan uzak tutmak için kullanılıyorlar.

Bu utanç verici ve vurdumduymaz gerçeklikte Yahudiler, en iğrenç katliamları işlemek, trajik bir göç dalgası yaratmak ve ardından Sayda, Beyrut, Cebel ve Kuzey Lübnan’ın iç kesimlerine kaçan yerinden edilmiş insanları hedef almak için bolca zaman ve fırsat bulabiliyor... Sonra da göçmenlerin ve göç ettikleri bölgelerdeki toplulukların peşine düşüyorlar; apartmanları bombalıyorlar, binaları yerle bir ediyorlar. Gerekçe olarak ise, bu yerinden edilmiş insanlar arasında Lübnan’daki İran partisinin liderlerinin olduğunu öne sürüyorlar. Çocuklar ve kadınlar öldürülüyor, göçmen aileler ve sözde güvenli olan bölgelerdeki yerel halk tamamen yok ediliyor! Bu durum, Yahudi varlığının Lübnan’da göçmenler ile genel halk arasında mezhepsel ve dini fitneler yaratmayı amaçlayan sinsi bir planının olduğunu göstermektedir. Bu plan, mülteciler ile yerel halk arasında ayrımcılık yaratmak ve mültecilere yardım etme yükümlülüğünü engellemek suretiyle iç karışıklık yaratmayı amaçlamaktadır. Bu acı gerçek, Yahudilerin kasıtlı olarak tetiklediği mezhepsel ve mezhebi çatışmalara ve çekişmelere yol açmakta, bu sayede, sınır komşusu olan ülkenin zayıflatılması ve parçalanması amaçlanmaktadır.

Ey Lübnan halkı ve özellikle de ey Lübnan Müslümanları! Biz, Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti olarak, Yahudilerin tuzağına düşmemeniz ve planlarına kapılmamanız konusunda sizi uyarıyoruz. Yıllardır bu ümmet düşmanı Batının, Yahudilerin ve işbirlikçi yöneticilerin aranızdaki anlaşmazlıklardan nasıl beslendiğini deneyimlediniz ve halen de bu anlaşmazlıklardan besleniyorlar! Unutmayın ki çaresizlere yardım etmek en büyük iyiliklerden biridir. Evleri yıkılan, yakınlarını kaybeden ve malları yağmalanan göçmen kardeşlerimizden daha fazla yardıma muhtaç olan biri var mı? Yahudilerden daha büyük bir düşmanınız var mı? Buhari ve Müslim’in Ebu Musa el-Eş’ari’den rivayet ettiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ صَدَقَةٌ، قَالَ: أَفَرَأَيْتَ إِنْ لَمْ يَجِدْ؟ قَالَ: يَعْمَلُ بِيَدِهِ فَيَنْفَعُ نَفْسَهُ وَيَتَصَدَّقُ، قَالَ: أَفَرَأَيْتَ إِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ أَنْ يَفْعَلَ؟ قَالَ: يُعِينُ ذَا الْحَاجَةِ الْمَلْهُوفَ، قَالَ: أَرَأَيْتَ إِنْ لَمْ يَفْعَلْ؟ قَالَ: يَأْمُرُ بِالْخَيْرِ، أَوْ بِالْعَدْلِ، قَالَ: أَفَرَأَيْتَ إِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ أَنْ يَفْعَلَ؟ قَالَ: يُمْسِكُ عَنِ الشَّرِّ، فَإِنَّهُ لَهُ صَدَقَةٌ“Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir.” Kendisine, ‘Ya bulamayan olursa?’ diye soruldu. Bunun üzerine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Eliyle çalışır, hem şahsı için harcar, hem de tasadduk eder’ cevabını verdi. Ya çalışacak gücü yoksa?’ diye soruldu. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder” dedi. “Buna da gücü yetmezse?” dendi. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Marufu (iyiliği) veya hayrı emreder” dedi. “Bunu da yapmazsa?” diye tekrar sorulunca: Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zira bu da bir sadakadır.” buyurdu.” Dikkat edin, Yahudilerin tuzağına düşmeyin. Sorununuz suçlu Yahudilerdir ve onlara silah ve mühimmat sağlayanlardır ve uluslararası kararların uygulanmasını talep eden Lübnan yönetimidir, göçmen kardeşlerimiz değil. Bilindiği üzere bu kararlar bölgedeki Yahudilerle normalleşme anlamına gelmektedir. Bu gasıp ve hain yapının varlığını güçlendirecektir. Bu Yahudi varlığı ve arkasındaki Batı, sizin hakkınızda hiçbir ahit ve yemin gözetmemektedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

لَا يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلّاً وَلَا ذِمَّةً وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ“Bir mümin hakkında ne akrabalık ne de antlaşma gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir.” [Tevbe 10]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER