Cumartesi, 21 Şevval 1446 | 2025/04/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Endonezya, Filistin'e Hiçbir Zaman Ciddi Bir Destek Vermemiştir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Endonezya, Filistin'e Hiçbir Zaman Ciddi Bir Destek Vermemiştir!

Haber:

Endonezya Devlet Başkanı Prabowo Subianto 9-15 Nisan 2025 tarihleri arasında Türkiye ve Orta Doğu'ya resmi bir ziyaret gerçekleştirecek.Ziyareti sırasında Ürdün Kralı İkinci Abdullah ile Gazze'deki savaşı görüşecek ve Endonezya'nın insani yardım kararlılığını ve mağdurlara yardım etmeye hazır olduğunu vurgulayacak.Prabowo'nun ajandasında, jeopolitik, endüstriyel, ticari, eğitim ve kültürel iş birliğini teşvik etmek üzere Abu Dabi, Ankara, Kahire ve Doha'daki liderlerle olan görüşmeler yer almaktadır. (Tempo)

Yorum:

Prabowo'nun Gazze'den 1000 kişinin Endonezya'ya nakledilmesi için beş Orta Doğu ülkesinden (BAE, Türkiye, Mısır, Katar ve Ürdün) destek arama çabaları, rejimin dikkatleri, ciddiyetle ve titizlikle karşı çıkılması gereken işgalden başka yöne çekme politikasının başka bir şeklinden öte bir şey değildir.

Bu üslup, tıpkı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) liderlerinin, acı gerçekleri görmezden gelirken sürekli “insani, insani, insani” söylemi satmalarına benzemektedir.

Sorun basit ve açıktır: Zira Yahudi varlığının Gazze halkına karşı uyguladığı vahşet, on yıllardır devam eden sistematik işgal, apartheid ve soykırım serisinin bir parçasıdır.Bu trajedinin kökleriyle, ciddi ve kararlı bir şekilde yüzleşilmediği sürece, her türlü insani yardım şekilleri, sadece sona ermeyen acıların hafifleticisi olacaktır.

Endonezya da dahil olmak üzere Müslüman ülkelerdeki merhamet duyguları her zaman ilaç, yardım ve tıbbi personel göndermenin ötesine geçmeyen insani söylemle sınırlı kalmıştır. Ancak bizler, işgalin tedaviyle değil, bilakis güçle durdurulabileceği gerçeğini göz ardı ediyoruz. Dolayısıyla bizler, iyi kalpli bir seyirciye benziyoruz; yani birinin dövüldüğünü gördüğümüzde ona su ve sargı bezi veriyoruz ancak vuran kişiyi durdurmuyoruz!

Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip bir devlet olarak Endonezya'nın, daha cesur ve daha ilerici olması gerekir.  Örneğin Yahudi varlığına ve destekçilerine yönelik kapsamlı bir boykot çağrısına öncülük etmek ya da daha da ileri giderek Arap ülkeleriyle askeri bir ittifak kurarak Yahudi varlığına gerçek bir baskı uygulamak gibi.

Prabowo'nun Orta Doğu ziyareti sırasında, devlet bütçesini sadece yan iş birliği projelerini görüştüğü turlara harcamak yerine, Yahudi varlığına ve onun suçlarını koruyan Batılı ittifaklarına karşı ortak siyasi ve askeri stratejileri görüşmesi gerekirdi.

Eğer Müslüman ülkeler, suçun gerçek kaynağıyla yüzleşmeye cesaret etmeksizin sözde “insani” rahatlık bölgesinde kalmaya devam ederlerse, aslında katliamların devam etmesine katkıda bulunmuş olurlar.Bilakis özellikle şu ana kadar Yahudi varlığıyla ilişkilerini normalleştirmeye devam eden rejimlerin varlığıyla birlikte Gazze'deki soykırım suçunun bir parçası haline gelmiş oluruz.

Bu nedenle insani söylemle yetinmeyi bırakmalıyız; zira İslam ülkeleri, şayet niyetlerinde samimiyet olursa, Yahudi varlığı ve müttefiklerine karşı koyacak güce sahiptirler. Ama sadece iddia edenlerden olurlarsa, o zaman İslam ülkelerinin başındaki yöneticiler, Amerika ve Batı ile birlikte Yahudilerin müttefiklerinden başka bir şey olmayacaklardır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar

Devamını oku...

Ordulara Yönelik Bir Mesaj ve Çağrı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ordulara Yönelik Bir Mesaj ve Çağrı!

Haber:

Filistin davasını destekleyen bir çalışan, Microsoft'un yapay zeka birimi CEO’su Suriye asıllı İngiliz vatandaşı Mustafa Süleyman'ın konuşmasını keserek şirketin Yahudi varlığıyla olan ilişkilerini protesto etti.

Bu, teknoloji endüstrisinin Yahudi ordusuna yapay zeka teknolojisi sağlamasına karşı gelen son tepki olup bu da şirketin 50. yıldönümü kutlamalarını sekteye uğratmıştır.

Microsoft'un Faslı çalışanı İbtihal Aboussad, CEO Mustafa'nın konuşmasını keserek, "Yazıklar olsun size" dedi ve CEO daha sonra konuşmasını sonlandırdı. (El Cezire Net, uyarlanmıştır)

Yorum:

Müslüman ordularına bir soru yöneltiyoruz: Bir kadın olan İbtihal sizden daha mı cesurdur?!

Ey siz silahlarla donanmış adamlar, ey siz güç araçlarına sahip olanlar, bir kadın sizin silahlarınızdan hiçbirine sahip değildi ama onun, sizin kaybetmiş olduğunu güçlü ve cesur bir yüreği vardır ancak sizler zillete ve aşağılanmaya razı oldunuz!

Nitekim sizlerin bu eylemsizliği, faturasını ümmetin çocuklarının, kadınlarının, gençlerinin ve yaşlılarının kanlarıyla ödediği ölümcül sessizliğinize tanıklık eden nesillerin zihinlerine ve kalplerine kazınmıştır ve bu neslin bazı çocukları şu şiir dizesini size bir mesaj olarak yöneltip tekrarlamaya başlamışlardır:

Cömert kişi, onu aramaya gitmesin
Otur; zira doyuran ve giydiren sensin

Doyuran ve giydiren olmaya razı mı olacaksınız?! Peki sizler ne yapıyorsunuz ey ordular?! Tarihin korkaklığınızı ve aşağılanmanızı kaydetmesine razı mı olacaksınız? Ya da aslanlar gibi ayağa kalkıp sizlere çağrıda bulunurken sesleri kısılan ümmetinizin saflarına katılmak için koşacak mısınız yoksa bu dünya hayatının az bir metaına razı mı olacaksınız?! Pozisyonlarınız sizleri baştan mı çıkardı yoksa kalplerinizde gizlice sızan vehn (ölüm korkusu ve dünya sevgisi) mi vardır?! Allah aşkına bize cevap verin, sizlere ne oldu, aranızda hiç aklı başında bir adam yok mu?!

Sizlere Allahu Teala’nın şu kavlini hatırlatıyoruz: قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” [Tevbe 24]

Sonra ne olacak?! Bu ümmetten akan kan şelalesini durdurmanın, sizin elinizde olduğunu biliyor musunuz?!Sizler karar alma yetkisine sahip alan adamlar değil misiniz?!Çözüm sizin elinizde, peki sizler ne yapıyorsunuz?

Belki de aranızda bizim acımızı hisseden ve bizim kurtuluşumuz için yanıp tutuşan gerçek adamlar vardır;o halde bizim kurtuluşumuz için ayağa kalkın ve kararınızı verin; sakın sonuçları, olasılıkları ve engelleri düşünmek sizi engellemesin ki bunlar, hiç kimsenin elinde değildir;çünkü yardım, ölüm ve rızık sadece Allah'ın elindedir ve bir araya gelseler bile ülkelerin tuzakları Allah'ın izniyle size bir zarar veremeyecektir.

Haydi harekete geçin ve tahtları yıkın;Vallahi sessizliğiniz ve eylemsizliğiniz çok uzun sürdü;bu gecikmenizin faturasını daha ne zamana kadar bizler ödeyeceğiz?Yarın bizim hakkımızda, gecikmenizin sebebi hakkında ve eylemsizliğiniz hakkında sorguya çekileceksiniz; peki o zaman ne cevap vereceksiniz?

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ

Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” [Tevbe 14]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müne Semih (Ümmü Meryem)

Devamını oku...

Ey Müslüman Ordular! Gazze Yok Edilirken Sizler Nasıl Yataklarınızda Uyuyabiliyorsunuz?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ey Müslüman Ordular! Gazze Yok Edilirken Sizler Nasıl Yataklarınızda Uyuyabiliyorsunuz?!

Tüm dünyadaki olayların seyrini değiştiren o unutulmaz gün 7 Ekim 2023'ten bu yana, Yahudi varlığının Gazze'ye karşı başlattığı imha savaşının üzerinden bir buçuk yıl geçti; zira müminlerden bir grup, sömürgecilikten kurtuluşun kapısını açmayı omuzlarındaki bir görev bildiler, bu yüzden çitleri basıp gaspçıların askeri üslerine saldırdılar, onları öldürüp esir aldılar; çünkü Filistin'i kurtarmak ve tüm İslam ümmetini Haçlı Batı'nın egemenliğinden ve kontrolünden kurtarmak için altın bir fırsatı yakalamalarının ardından Müslümanların ve Filistin dışından eli silah tutanların ayağa kalkıp cihat yolunu tamamlayacaklarını umdular. Ancak bunun tam tersi oldu; zira onları destekleme gücüne sahip olan Müslüman ordular bunu yapmadılar, kışlalarında kalmaya devam ettiler ve sadece sömürgeci kâfirin ajanları ve hizmetkârları olan yöneticilerinin emriyle hareket ettiler!

Gazze halkı ve mücahitleri, Gazze ve halkına bombalarını ve füzelerini fırlatması için Yahudi ordusunun elini serbest bırakan lanetli Amerika'nın liderliğindeki Haçlı kafir ülkelerin nefretiyle, toplu katliamlarla, binaların sakinlerinin başlarına yıkılmasıyla, yiyecek, içecek ve ilaçların engellenmesiyle, açlıkla, tekrar tekrar yerinden edilmeyle ve binlerce kişinin şehit olmasıyla karşı karşıya bırakıldılar!

Korkunç imha savaşını izlerken en sinir bozucu olan şey ise Arap medya kuruluşlarının savaşı ele alış biçimidir; bu medya kuruluşlarından biri de, şehit sayılarını ve korkunç yıkımı aktardığı görüntüleri yayınlayan İngiltere merkezli Katar kanalı el-Cezire'dir; dolayısıyla kanal aynı İngiliz kötülüğüyle izleyiciye, özellikle siyasi ve askeri analistleri ağırlayıp onlara tartışma için geniş alanlar tahsis ederek Müslümanlar arasında umutsuzluk ve hayal kırıklığı tohumları ekmeyi amaçlayan bu yayın tarzıyla Gazze'nin ve direnişin yanında durduğunu yansıtmıştır; oysa tartışmanın temeli, Gazze'ye yönelik amansız bir savaşa liderlik eden ve ey Müslümanlar ve Gazze halkı, sizin için bu sömürgeci kâfir kurumlara başvurmaktan başka kurtuluş yoktur diyen lanetli Amerika'nın elindeki araçlar olan sözde uluslararası hukuk, uluslararası kararlar, Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler perspektifine dayanmaktaydı.

Diğer tür kanallar ise kurbanı suçlayıp celladı bırakan, hatta Suud Hanedanı yöneticilerine bağlı olan ve Amerikan ajandası taşıyan el-Arabiya gibi haydut suçluların katliamlarını ve yıkımlarını meşrulaştıran kanallardır. Bu kanal o kadar ileri gitti ki Gazze halkından beyaz bayrak çekmesini, mücahitlere karşı ayaklanmasını ve yerinden edilmeyi kabul etmelerini talep etmiş ve onları aldattıkları gibi paralarla, Gazze dışındaki evlere yerleştirmekle ve mutlu bir hayat yaşamakla ayartmıştır.

Ancak doğru ve köklü çözüm kasıtlı olarak gizlenmiştir; bu doğru ve köklü çözüm ise, hastalığın aslının Yahudi varlığının varlığı olduğu, çözümün onu mübarek Filistin topraklarından söküp atmak olduğu ve bunun tek yolunun da, Allah Subhanehu ve Teala'ya ve İslam ümmetine karşı şerî vacibini idrak eden samimi bir lidere sahip olduklarında bunu yapmaya muktedir olan Müslüman ordular olduğudur. Bu öneri ise Batı'nın bekçileri olan yöneticiler için kırmızı çizgidir, dolayısıyla Arap ekranlarında bundan bahseden ve bunu talep edenlerin görünmesine, dahası bunun daha da ilerisine gitmelerine izin verilmemiştir; ancak Gazze'ye yönelik çılgınca savaş ve Gazze halkının içinde boğulduğu kan şelaleleri, birçok Müslümanı, orduların harekete geçmesinin önemi konusunda uyardı ama kiralık ve bağımlı medya, meseleyi gündeme getirmek zorunda kalınca, bu öneriyi hafife aldı (önemsizleştirdi) ve kötü niyetli bir şekilde “gerçekçi olmayan” bir çözüm olarak gösterdi.

İşte bu Arap medyası, ümmetin önemli ve hayati meselelerinden kopmuş olan bir medyadır; yeterli bilince sahip olmayanlar da onların tuzağına düşmekte ve onun etrafında dönmeye devam etmektedir. Nitekim Gazze savaşı, takipçilerin arasındaki bilincin artmasına katkıda bulunmuş, dolayısıyla uydu kanalları artık tek bilgi kaynakları olmaktan çıkmış ve böylece haber ve bilgi aramak için sosyal medya sitelerine başvurmuşlardır.

Gazze halkının ve mücahitlerin sebatı ve kararlığı -şimdiye kadar- onların tüm planlarını ve komplolarını boşa çıkarmıştır; çünkü onlar, bunun Allah Subhanehu ve Teala'nın bir sınavı olduğuna dair güçlü bir akideye sahiptirler; zira Allahu Teala Aziz Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ * الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ * أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.” [Bakara 155-157]

Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّ عِظَمَ الْجَزَاءِ مَعَ عِظَمِ الْبَلَاءِ، وَإِنَّ اللهَ إِذَا أَحَبَّ قَوْماً ابْتَلَاهُمْ، فَمَنْ رَضِيَ فَلَهُ الرِّضَا وَمَنْ سَخِطَ فَلَهُ السَّخَطُMükâfatın büyüklüğü, belanın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelene rıza gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rıza göstermezse, Allah'ın gazabına uğrar.” [İbn Mâce ve Tirmizî rivayet etmiştir.] Ancak bu, onları kafir ülkelerle tek başlarına yüzleşmeye devam etmeye bırakmak anlamına mı gelmektedir?! Daha ne zamana kadar ekranlardan ve sosyal medyadan izlemekle ve sadece dua etmekle yetineceğiz?! Dua, duadan başka bir şeye sahip olmayanlar içindir; ancak dua ile birlikte sebeplere bağlanmak gerekir ki Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu yapmış ve birçok hadislerinde sebeplere bağlanmanın gerekliliğini bizlere bildirmiştir. Örneğin zaferler ayı olan Ramazan ayındaki zaferlerin açılışı olan Bedir Savaşı'nda Sallallahu Aleyhi ve Sellem orduyu hazırlayıp donatmış, sonra da Allah’a dua edip yakarmaya yönelmişti. Zira Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: لَمَّا كَانَ يَوْمُ بَدْرٍ نَظَرَ رَسُولُ اللهِ ﷺ إِلَى الْمُشْرِكِينَ وَهُمْ أَلْفٌ وَأَصْحَابُهُ ثَلَاثُ مِائَةٍ وَتِسْعَةَ عَشَرَ رَجُلاً، فَاسْتَقْبَلَ نَبِيُّ اللهِ ﷺ الْقِبْلَةَ ثُمَّ مَدَّ يَدَيْهِ فَجَعَلَ يَهْتِفُ بِرَبِّهِ: اللَّهُمَّ أَنْجِزْ لِي مَا وَعَدْتَنِي، اللَّهُمَّ آتِ مَا وَعَدْتَنِي، اللَّهُمَّ إِنْ تُهْلِكْ هَذِهِ الْعِصَابَةَ مِنْ أَهْلِ الْإِسْلَامِ لَا تُعْبَدْ فِي الْأَرْضِ. فَمَا زَالَ يَهْتِفُ بِرَبِّهِ مَادّاً يَدَيْهِ مُسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةِ حَتَّى سَقَطَ رِدَاؤُهُ عَنْ مَنْكِبَيْهِ، فَأَتَاهُ أَبُو بَكْرٍ فَأَخَذَ رِدَاءَهُ فَأَلْقَاهُ عَلَى مَنْكِبَيْهِ ثُمَّ الْتَزَمَهُ مِنْ وَرَائِهِ وَقَالَ: يَا نَبِيَّ اللهِ كَفَاكَ مُنَاشَدَتُكَ رَبَّكَ فَإِنَّهُ سَيُنْجِزُ لَكَ مَا وَعَدَكَ، فَأَنْزَلَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ ﴿إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلائِكَةِ مُرْدِفِينَ﴾ فَأَمَدَّهُ اللهُ بِالْمَلَائِكَةِ“Bedir günü Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem müşriklere baktı, onlar bin kişiydiler. Ashabı ise üç yüz on dokuz kişi idi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle yakarmaya başladı: “Ey Allah’ım! Bana olan vaadini ihsan eyle! Allah’ım! Bana zafer nasip et. Ey Allah’ım! Eğer ehl-i İslam’ın bu topluluğunu helak edersen, artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” Ellerini uzatmış vaziyette münâcâtına öyle devam etti ki, ridası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekir, yanına gelerek ridasını aldı, omuzuna koydu ve yanına yaklaşıp: “Ey Allah’ın Rasulü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allahu Teala sana olan vaadini mutlaka yerine getirecektir.” dedi. O sırada Allah Azze ve Celle şu ayeti inzal etti: “Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da; “Muhakkak ki Ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) yardım edeceğim.” diyerek duanızı kabul buyurmuştu.” [Enfal 9] Böylece Allah, o gün müminlere melekleriyle yardım etti.

Yardım için güce sahip olanlar için tek başına dua etmek yeterli değildir; peki Müslüman ordular, Amerika ve Avrupa’nın ajanları ve casusları olan yöneticilerinin emriyle hareket ederlerken Müslüman orduların sadece dua etmeleri kabul edilebilir mi?

Özellikle 7 Ekim'den ve ümmetin musibetinin, Yahudi varlığını koruyan ve hatta ona soykırım ve katliamlarında yardımcı olacak her şeyi sağlayan ajan yöneticiler olduğu şüphe götürmez bir şekilde görmesinin ardından ümmetin bilinç düzeyi artmış ve orduları harekete geçmesinin önemini ve duanın yeterli olmadığını idrak etmiştir; peki ümmetten talep edilen nedir?

İslam ümmetinden talep edilen, yöneticilerine karşı ayaklanması, Arap ordularından zillet ve korku zincirlerini kırmalarını ve Gazze'ye destek olmak, Filistin'i ve Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için ayağa kalkmalarını talep etmesi olup çağrılarının yankı ve karşılık bulabilmesi için de kitleleşmesi ve sağlam ve güçlü temel üzerinde olan bir cemaatle çalışması gerekir; bu cemaat ise altmış yıldan fazla bir süredir mevcut olup İslam akidesi temelinde ümmeti sömürgecilikten ve kölelikten kurtarmak için ümmetle birlikte ve ümmet adına çalışmaktadır.

İşte bu cemaat, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan Hizb-ut Tahrir’dir; bu devlet ise, Allah Subhanehu ve Teala’nın şeriatına göre hükmeden tek bir yöneticisi olan ve Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sancağı olan tek bir sancağı taşıyan tek bir ordudan oluşan bir devlettir.

Allah Subhanehu ve Teala’nın ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in razı olacağı köklü çözüm işte budur. Müslüman ülkelerdeki iktidar rejimlerinin kırmızı çizgisi de, böyle bir önerinin uydu haber kanallarında yayınlanmasını yasaklamak ve engellemektir. Ancak bu, Hizb-ut Tahrir'in, Müslümanları doğru yöne yönlendirmek için elektronik sosyal medyayı kullanmasına engel olamamıştır; Hizb-ut Tahir ise bunu, sayfaları, makaleleri, söyleşi programları, tartışmaları ve Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta tarafından yayınlan resmi beyanatlar ve El-Vakiye kanalı aracılığıyla yapmaktadır; zira El-Vakiye kanalı, sadece vakıayı vasfetmekten ve Allah’ın ve İslam’ın düşmanlarından çözümler dilenmekten ziyade Müslümanların önemli meselelerini İslam akidesi temelinde ele alan ve doğru çözümler sunan fikri ve akidevi olarak en yüksek standartlara sahip düşünürleri ve siyasi analistleri ağırlamaktadır.

Amerika ve Batılı Haçlı ülkeler, İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmanlıklarını açıkça ilan ediyorlar; bunu batıl üzere olan kâfirler yapıyorlar; o halde biz, hak üzere olduğumuz halde neden onlardan korkalım ki?!

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ümmü Asım Et-Tavîl – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Suriyeli Kadınların Cinsiyet Eşitliğine Değil, Bilakis İslami Siyasete İhtiyacı Vardır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Suriyeli Kadınların Cinsiyet Eşitliğine Değil, Bilakis İslami Siyasete İhtiyacı Vardır!

Haber:

Baker Enstitüsü 14 Mart tarihinde Suriye'deki kadın hakları ve insan hakları konusunda kısa bir rapor yayınladı. Rapor, 2011'de savaşın başlamasından bu yana kadınların durumunun güncel analizini ele almıştır. Ayrıca rapor, kadınları ve kız çocuklarını orantısız bir şekilde etkileyen iç savaşı da incelemiştir.

Son birkaç yıl içinde yayınlanan çeşitli raporlara göre, tüm dini ve etnik kökenlerden oluşan Suriyeliler, huzursuzluklardan etkilenirken, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) 2024 raporu, Suriye'de durumların kötüleşmesinin ve bağışçı yardımların azalmasının, 11 milyondan fazla Suriyeli kız çocuğu ve kadını, üreme çağındaki kız çocuklarının zorla evlendirilmesi de dâhil olmak üzere “şiddet, istismar ve temel hizmetlere erişememe” riskine maruz bıraktığına işaret etmiştir.

Suriyeli kadınların karşı karşıya kaldığı zorluklar ve sıkıntılar, Suriye içinde ve dışında kadınların öncülük ettiği birçok örgütün faaliyet göstermesini durduramamıştır; ancak İdlib gibi bazı bölgelerde son yıllarda çok sayıda eğitim ve kapasite geliştirme programı hedef alınmış, tehdide maruz kalmış ya da kapatılmıştır. Bu kuruluşların birçoğu gönüllü çabalar olarak başlamış ve zamanla finanse edilerek STK'lara dönüşmüştür. Ayrıca Suriyeli kadınların siyasi hareketinde de giderek artan bir yükseliş vardır. Bu, Suriye'de kadınların liderlik ettiği grupların ortaya çıkışına dair iyi bilinen bir örnek sayılır. Resmi olarak 2017'de başlatılan proje, 2011 ve 2012'deki devrimin ilk günlerinden bu yana büyümüştür. Suriyeli kadınların siyasi hareketi, hem Suriye içinde hem de ev sahibi ülkelerde birçok kadın grubunun ve örgütünün desteklenmesine yardımcı olmakla kalmamış, bilakis aynı zamanda geri dönmeyi ve yaşamayı umdukları Suriye devleti için bir vizyon ve strateji geliştirmiştir.

Suriyeli kadın siyasi hareketinin önde gelen üyelerinden yazar Havle Yusuf Bargut ile yapılan bir röportajda, çalışmalarının hem kadınları hem de -aynı zamanda hareketlerinin üyesi olan- erkekleri "feminist düşünce" ve bunun Suriye'de gelecekteki yasa ve uygulamalara nasıl uygulanacağı konusunda kültürlendirmeye odaklandığı belirtilmiştir. Feminist bir zihniyetin geliştirilmesinin, kadınların siyasi geçiş sürecinin her kademesinde ve gelecekteki yönetim organlarında karar alma süreçlerine dahil edildiği kapsayıcı ve çoğulcu bir sivil devletin inşası için önemli bir köşe taşı olduğunu vurgulamıştır.

Yorum:

Müslüman kadınlara yönelik sömürgeci gündem, kökleri yüz yıldan fazla bir süre önce Hilafetin yıkılmasına kadar uzanan küresel bir gündemdir.

Mücahitleri yetiştiren Müslüman kadınların, güçlü liderler ve keskin beyinler yetiştiren geleceğin anneleri olduğu anlaşılmıştır. Feminizm, bugün hâlâ dünyaya egemen olan sömürgeci kapitalizmin sonucunda karşı karşıya kaldığı baskıya yanıt olarak ortaya çıkan bir Batı icadıdır.

İslam'ı ve geleneksel toplumsal rollerini görmezden gelerek kadınlara tanınan 'özgürlükleri' kabul etmek, hem kadınların hem de erkeklerin çalıştığı hükümetlerin vergi toplama gündemleri için onların köleleştirilmelerini sağlamaktan başka bir işe yaramamıştır.

Bugün Batı'da kadınların tüm özgürlükleri ve aşırılıklarıyla “istediklerini yapmak” amacıyla hâlâ hakları için mücadele ettiklerini görüyoruz. Zira çocuk bakımı ücretlerini ödemek için fazla mesai yapmak zorunda kalıyorlar ve toplum hayatına ve kadın onuruna saygı göstermeyen ve çökmekte olan bir toplumda yaşamak zorunda kalıyorlar. Erkekler kadınlarını çocuklarıyla birlikte evde bırakıyor ve kadınlar ise huzurevlerinde yalnız başlarına ölüyorlar.

Suriyeli kadınlar, iktidar vaatlerini yerine getirmeyen "sahte feminist politikaların" uygulanmasına giderek daha fazla boğulurken, bekledikleri şey tam da budur.

Müslüman kadınların çektiği acılar, ancak feminist haklar hareketine hiçbir zaman ihtiyaç duymamış olan Hilafetin kurulmasıyla sona erecektir.

Filozof Nancy Fraser, neoliberalizmin feminist değerleri nasıl kendine mal ettiğini ve iktidarı, metodolojik eşitsizliğin yönlerini ele almak yerine genellikle tüketimciliği güçlendiren pazarlanabilir bir kavrama dönüştürdüğünü eleştirerek şöyle diyor: “Feminizm kapitalizmin hizmetçisi haline gelmiştir. Eşitlik için mücadele etmek için değil, kapitalizmin ihtiyaçlarına hizmet etmek için istismar edilmiştir.”

Allah Subhanehu ve Teala, kadınların ve toplumun ihtiyaçlarını her türlü beşeri gündemden daha iyi bilmekte olup bu da kadınların ekonomik, eğitim ve hukuki haklarını kapsamlı bir şekilde güvence altına alan Kur'an ve sünnetin yönlendirmelerini yansıtmaktadır.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيراً وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيباً
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden, bu ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. İsmi hürmetine birbirinizden dilekte bulunduğunuz o Allah'a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.” [Nisa 1]

Suriye kadınları sadece bu asil değerlere geri dönerse, barışı ve güvenliği bilecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İmrane Muhammed

Devamını oku...

Tunus: Kurtuluş Yürüyüşü; "Gazze'nin Yöneticileri Devirmek ve Cihad İlan Etmek İçin Ordulara İhtiyacı Var"

  • Kategori Tunus
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti: Kurtuluş Yürüyüşü;

Gazze'nin Yöneticileri Devirmek ve Cihad İlan Etmek İçin Ordulara İhtiyacı Var

Hicri 13 Şevval 1446, Miladi 11 Nisan 2025 Cuma günü, Cuma namazının ardından başkent Tunus'ta Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti tarafından bir yürüyüş düzenlendi. Hizb-ut Tahrir tarafından Filistin halkına ve hapisteki Mescid-i Aksa'ya destek amacıyla düzenlenen yürüyüşe Zeytune Tunus halkı, “Gazze'nin yöneticileri devirmek ve cihat ilan etmek için ordulara ihtiyacı var” başlığı altında çağrıda bulundu. Başkent Tunus'un ana caddelerinde tur atarak Devrim Caddesi'ne ulaşan yürüyüşe Tunuslulardan oluşan büyük bir kalabalık katıldı. Yürüyüşün başlığı olan ana pankart da dahil olmak üzere pankartlar açıldı. Bir başka pankartta ise "51.600 şehit, 18.000 çocuk ve 12.000 kadın. Ne yapacaksınız ey Müslümanların orduları?" Müslüman topraklarındaki Müslüman orduları Filistin'deki kardeşlerini desteklemeye çağıran onlarca pankart da açıldı. Yürüyüşte büyük bir kalabalık tarafından “Ümmet cihat ilan etmek istiyor!”, “Ümmet tahtları devirmek istiyor!”, “Ümmet sınırları yıkmak istiyor!” ve çoğu Müslüman ordulardaki subay ve askerlere seslenen ve onlara Gazze'deki mazlum kardeşlerine karşı görevlerini hatırlatan başka sloganlar da atıldı. Yürüyüş, bir Hizb-ut Tahrir üyesinin Müslüman ordulara zalim yöneticilerin devrilmesinden sonra Filistin'deki kardeşlerini desteklemeleri gerektiğini hatırlatan konuşmasıyla sona erdi.

Hizb-ut Tahrir'in Tunus'ta, Gazze'deki kardeşlerimize yönelik soykırım savaşına karşı düzenlediği yaklaşık 70. yürüyüş olan bu yürüyüş, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti'nin Filistin halkına bağlı olduğunu ve Allah'ın vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi olan Hilafetin kurulması yoluyla İslami yönetimin tesis edilmesi çağrısını sürdürdüğünü göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti Merkezi Medya Ofisi Delegesi

Cuma, 13 Şevval 1446 Hicri - 11 Nisan 2025 Miladi

ENKİNLİKTEN GÖRÜNTÜLER

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

İlgili Linkler:

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Resmi Websitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Resmi Sitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Facebook Sayfası

Devamını oku...

Camp David Anlaşması... Devam Eden Bir İhanet Ve İhlal Mi Yoksa Gizli Bir Skandal Mı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Camp David Anlaşması... Devam Eden Bir İhanet Ve İhlal Mi Yoksa Gizli Bir Skandal Mı?

Haber:

El-Kuds El-Arabi, 15/04/2025 Salı günü internet sitesinde, Milletvekili Mustafa Bekri'nin Mısır Dışişleri Bakanı'na, Yahudi varlığının özellikle Aksa Tufanı operasyonundan sonra barış anlaşmasının şartlarını ihlal etmesi hakkında bir brifing talebi sunduğunu söyledi.Yahudi varlığının, anlaşmanın giriş bölümünü ihlal ettiğini ve Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararları uyarınca barışçıl çözümü reddettiğini ve Doğu Kudüs'ü sömürgeleştirmeye ve kontrol etmeye devam ettiğini vurguladı.Ayrıca Mısır muhalefeti, özellikle Selahaddin ekseninin yeniden işgal edilmesinin ardından, defalarca anlaşmanın dondurulması çağrısında bulundu.Sosyalist Halk İttifakı, Gazze'ye yönelik saldırganlığının ışığında Yahudi varlığıyla ekonomik normalleşmeyi eleştirdiği bir sempozyum düzenledi ve Mısır'ın bu ülkeden gaz ithal etmesine ve bunun elektrik krizi ve kendi kendine yeterliliğin azalması üzerindeki etkilerine işaret etti.Ayrıca seminerde, QIZ şirketlerinin işçi hakları ihlallerine dikkat çekildi ve Yahudi varlığıyla iş yapan şirketlerin kapsamlı bir şekilde boykot edilmesi çağrısında bulunuldu.Mısır ile varlık arasındaki karşılıklı ticaret hacmi 2023 yılında yaklaşık 2,36 milyar Dolara ulaşmış olup bu rakam Mısır halkının Filistin'i destekleyen tutumuyla açık bir tezatlık oluşturmaktadır.

Yorum:

Yahudi varlığının Gazze ve Batı Şeria'da halkımıza karşı her gün gerçekleştirdiği katliamların, evlerin sakinlerinin başlarına yıkılmasının ve tüm ailelerinin yok edilmesinin ortasında, rejime yakınlığıyla bilinen bir gazeteci ve parlamenter olan Mustafa Bekri karşımıza çıkmış, sanki bir gün olsun bu ve diğer anlaşmalara bağlı kalmış gibi Yahudi varlığının Camp David Anlaşması'nın şartlarını ihlal ettiğinden bahsediyor ve sanki bugünkü ihlal bir kaide değil de bir istisnaymış gibi yedi ay aydır devam eden açık ve bariz ihlaller için bir soruşturma ya da hesap sorulması talebinde bulunuyor!

Camp David Anlaşması, Yahudilerin bu anlaşmaya bağlılığının boyutunu tartışmak bir yana kabul edilmesi ya da çerçevesi içinde kalınması bile caiz olmayan büyük bir siyasi suçtur. Zira bu anlaşma, İslam ümmetinin siyasi boyunduruk altına alınıp tarihinde derin bir çatlağın yaşandığı ve düşmanın kan ve ateş mürekkebiyle yazdığı bir "barış" kâğıdı karşılığında Mısır'ın ümmetinin meselelerinden koparıldığı ve askeri, güvenlik ve ekonomik olarak zincire vurulduğu bir zamanda doğmuştur.Dolayısıyla sorun, anlaşmanın ihlali değil, bilakis öncelikle bu anlaşmanın varlığındadır; zira bu anlaşma, gaspçı bir sömürgeci ile koltukta kalmaya devam etme, yardım akışı ve Batı'nın övgüsü karşılığında toprağın, onurun ve egemenliğin satılmasına razı olan itaatkâr bir liderlik arasındaki bir teslimiyet anlaşmasıdır.

Camp David de dahil olmak üzere, gaspçı işgalciyle yapılan tüm anlaşmalar, özellikle de İslam topraklarının herhangi bir parçası üzerindeki meşruiyetinin tanınmasına yol açan kalıcı bir anlaşma ise, şer'an batıl bir anlaşmadır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ وَاللهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْÜstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” [Muhammed 35] Camp David Anlaşması’nın, Yahudi varlığının açıkça tanınmasını içerdiği, Mısır'ı Yahudi varlığı ile olan çatışmadan çıkardığı, daha sonraki Arap normalleşmesine zemin hazırladığı, Mısır ordusunun Sina'daki varlığını kısıtladığı, Mısır gazını Yahudi varlığına teslim ettiği ve Mısır'ın ekonomisinin kontrol mekanizmasını ve egemen karar alma anahtarlarını Yahudi varlığına verdiği bilinmektedir.

Rejimi makyajlamaya yönelik tutumlarıyla bilinen Mustafa Bekri'nin bu hamlesi, özellikle rejimin Gazze'ye yönelik kuşatmanın sıkılaştırılmasındaki rolünün ortaya çıkmasının, Yahudilerin geçişlere ve Selahaddin eksenine hakim olmalarının önündeki kapının açılmasının ve sınır şeridinin yeniden işgal edilmesinin ardından normalleşmeye karşı yükselen halk öfkesini absorbe etme serisinin bir parçası olarak görülebilir.Eğer bu parlamento ve temsil ettiğini iddia ettiği rejim, Yahudi ihlallerini reddetme konusunda ciddi olsaydı, anlaşmayı köklerinden reddederler, normalleşmeyi durdururlar, siyasi ve ekonomik ilişkileri derhal keserler, hatta anlaşmayı dondurmak yerine Filistin'i kurtarmak için cihat ilan ederlerdi.

Ancak gerçek şu ki Mısır rejimi bunu yapamaz, dahası yapmak da istemiyor;çünkü Mısır, özellikle Sina'da Yahudi varlığıyla güvenlik koordinasyonu sağlamasının, Mısır'ın hava sahasını Yahudi varlığının hava saldırıları için açmasının, ona düşük fiyatla gaz vermesinin, hatta bize kendi kendimize yeterliliğimiz konusundaki yalanı pazarlamasından sonra Yahudi varlığından gaz ithal etmeye geri dönmesinin ardından gaspçı varlığın bölgedeki koruma direklerinden biri olduğu gibi Camp David'in imzalanmasından bu yana onun güvenliğinin ana garantörü olmuş, hatta Filistin davasının tasfiyesine ortak olmuştur.

Camp David Anlaşması, ümmetin bağrına saplanmış bir hançerdir; zira birçok rapor, anlaşmanın şartlarının yalnızca güvenlik veya askeri olmadığını, aksine Mısır ürünlerini Yahudi bir bileşene bağlayan QIZ anlaşması, Mısır’ı onun kaynaklarının rehinesi haline getiren, Mısır’ı enerji ihracatçısı olmaktan çıkarıp ithalatçı konumu dönüştüren ve Mısır’ın ulusal güvenliğini ve endüstriyel istikrarını gaspçı varlığın mizacına bağlayan gaz anlaşmaları gibi ekonomik normalleşmeyi de içerdiğini açığa çıkarmaktadır. Bütün bunlardan sonra herhangi biri, Yahudilerin anlaşma şartlarını ihlal etmesinin yeni bir şey olduğunu iddia edebilir mi?!Bilakis bunlar, ihanet üzerine kurulmuş ve bir gün olsun hiçbir ahde saygı göstermemiş bir varlığın normal davranışlarıdır.

Çözüm, anlaşmayı gözden geçirmek, dondurmak veya değiştirmek değildir; bilakis çözüm, anlaşmayı iptal etmek, Yahudi varlığı ile siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlarını koparmak, hatta denizden nehre kadar tüm Filistin'i kurtarmak için cihat ilan etmektir. Zira Filistin, bölünmeyi ve pazarlığı kabul etmeyen bir İslam toprağı olduğu gibi onun bir karış toprağından bile vazgeçmek caiz değildir; çünkü Filistin, bütün Müslümanların boyundaki bir emanettir. Yahudi devletçiğinin ise hiçbir meşruiyeti yoktur ve onu tanımak veya onunla herhangi bir şekilde ilişki kurmak da Allah'a, Rasulü’ne ve Müslümanlara ihanettir.

Yahudi varlığı sadece güce sahip olan birine saygı gösterir; bu nedenle Filistin'in kurtuluşu, Yahudilerin küstahlığına son verilmesi ve kanlarımızın dökülmesinin durdurulması, parlamentoyla veya açıklamalarla değil, bilakis kendisine liderlik edecek ve onu ajanların zincirlerinden kurtaracak ümmetin ordularıyla gerçekleşecektir.

İslam ümmetinin, artık Mısır rejiminin de bölgedeki diğer rejimler gibi Filistin'i desteklemekten aciz olmadığını, Filistin’e ihanette suç ortağı olduğunu ve çözümün bir parçası olmayacağını, bilakis sorunun kökü olduğunu idrak etmesi gerekir. Dine yardım edecek ve ülkeyi kurtaracak olan, sadece mübarek toprakları Yahudilerin pisliklerinden temizlemek için ordulara liderlik edecek Raşid bir Halife’dir.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً
Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud El-Leysî - Mısır

Devamını oku...

Ürdün Rejiminin, Gazze'deki Müslümanları Yüzüstü Bırakma Suçunun Üstüne İşlemiş Olduğu Başka Bir Suç Daha!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ürdün Rejiminin,
Gazze'deki Müslümanları Yüzüstü Bırakma Suçunun Üstüne İşlemiş Olduğu Başka Bir Suç Daha!

Haber:

Amman Cumhuriyet Savcısı, Perşembe günü Kamu Güvenliği tarafından kendisine gönderilen bir kızı, (yasadışı toplantı, ümmetin unsurları arasında çatışmayı kışkırtmak ve bölünmeyi yaymak amacıyla bir eylemde bulunma kabahati, resmi bir kurumu karalama kabahati ve resmi görevleri sırasında Kamu Güvenliği personeline karşı aşağılama kabahati) suçlamalarıyla bir hafta boyunca Juwaida Kadın Islah ve Rehabilitasyon Merkezinde tutmaya karar verdi. (Krallık)

Yorum:

Gazze halkına destek olmak için yapılabilecek en az şey olmasına rağmen onlara destek vermek amacıyla Müslüman ülkelerde yapılacak gösterileri engellemek, kâfir Batılı ülkelerin yaptıklarının taklit etmektir; zira kafir Batılı ülkelerin Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulunan halklarının gösteri yapmasını engellemek için verdiği tepkiyi görmemizin ardından, bu sahne ülkemizde de tekrarlanmakta ve insanların görevlerini yapmamaları için kalplerine korku salmak amacıyla ekranlarda gösterilmektedir.

Ülkemizdeki rejimlerin, kendi halklarının Gazze'ye ve halkına destek vermesini engellemek için yaptıkları bu eylemler, kâfir Batı'nın ve bizim ajan yöneticilerimizin hepsinin, İslam'a ve Müslümanlara karşı savaş halinde olduklarını göstermektedir.

Bu kızın cezalandırılması, Gazze'deki Müslümanları yüzüstü bırakma suçunun üstüne işlenmiş olan bir suçtur; oysa İslam'da bir kadının çağrısı, orduların harekete geçmesi için yeterlidir. Bu nedenle Müslümanların başındaki yöneticilerin bu aşağılanmışlığı ve itaatkarlığı karşısında, onları devirmeye ve kaldırıp atmaya yönelik çağrı ve davetlerin olması ve gözlerindeki perdeyi kaldırmaları ve içlerindeki hak, savunma ve vacip olan yardımı yapmaya yönelik coşkuyu uyandırmaları için orduların içerisindeki muhlislerin teşvik edilmesi gerekir ki böylece bu hayır için çalışsınlar ve özgür bir kadının feryadı da, bu ajanların gözlerini örten bu perdeyi kaldırmaları için bir başlangıç ​​olsun.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur:وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌŞüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ümmü Osman Sebatin – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

“Dinlerine Uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da Asla Senden Razı Olmayacaklardır.” [Bakara 120]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ

“Dinlerine Uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da Asla Senden Razı Olmayacaklardır.” [Bakara 120]

Haham Tzvi Kogan'ı öldürdükleri şüphesiyle BAE'de tutuklanan, 28 yaşındaki Alimbay Tahiroviç, 28 yaşındaki Mahmudcan Abdurrahim ve 33 yaşındaki Azizbek Kamiloviç adındaki üç Özbek idam cezasına çarptırıldı. Resmi bilgilere göre, katledilen haham, gaspçı Yahudi varlığının bir askeriydi ve Gazze halkına karşı yürütülen savaşa katılarak aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu binlerce Müslümanın öldürülmesine doğrudan iştirak etmiştir!

Çeşitli medya kuruluşlarına göre, 24 Kasım 2024 tarihinde, Yahudi ve Moldova vatandaşı, Chabad-Lubavitch hareketinin bir üyesi ve küresel Yahudi propagandasının liderlerinden biri olan Haham Tzvi Kogan'ın cesedi BAE'de bulundu. Bu açıklama Yahudi Başbakanı Netanyahu tarafından yapıldı. Kogan'ın 21 Kasım 2024'te BAE'de kayıp olduğunun bildirilmesinin ardından, cesedi iki gün sonra bulundu. Yahudi Devlet Başkanı Isaac Herzog olaya tepki göstererek şöyle dedi: “Bu vahşi anti-Semitik saldırı bize, Yahudi halkının düşmanlarının ne kadar acımasız olabileceğinin boyutunu bir kez daha hatırlatmaktadır.” Ayrıca BAE yetkililerine, hızlı hareket ettikleri için teşekkür etti ve katillerin adalete teslim edilmesi için tüm tedbirlerin alınacağına inandığını söyledi. Netanyahu olayı “iğrenç bir anti-Semitik terör eylemi” olarak nitelendirdi ve “İsrail” cinayetten sorumlu suçluları adalete teslim etmek için her türlü çabayı gösterecektir” şeklinde bir açıklama yaptı. Eski ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid'i arayarak Kogan'ın öldürülmesini kınadı. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Sean Savit, Amerika'nın Tzvi Kogan'ın öldürülmesini şiddetle kınadığını söyledi ve Savitt, Beyaz Saray'ın internet sitesinde yayınlanan bir açıklamada şunları söyledi: “Bizler, onun ailesi, Chabad-Lubavitch topluluğu, Yahudi toplumu ve derin yas içinde olan herkes için dua ediyoruz.” Ayrıca Moldova Cumhurbaşkanı Maia Sandu da, suçlu hahamın öldürülmesini bir “nefret eylemi” olarak nitelendirdi.

Yahudi varlığının güvenlik birimleri, BAE'nin güvenlik birimleriyle iş birliği içinde çalıştı ve Kogan'ın davasıyla Mossad'ın ilgilendiği teyit edildi. 25 Kasım 2024 tarihinde, Haham Tzvi Kogan'ı öldürdükleri şüphesiyle üç kişi tutuklanmıştı. CNN bu haberi BAE İçişleri Bakanlığı'na dayandırarak vermiş ve bakanlık tutuklama operasyonunun “rekor sürede” yapıldığını vurgulamıştı. Zira BAE, gözaltına alınanların Özbek olduğunu teyit etmişti. Bunun üzerine Özbekistan'ın Dubai'deki Başkonsolosluğu ve Abu Dabi'deki Büyükelçiliği, BAE Dışişleri Bakanlığı ve diğer resmi birimlerle sürekli temas halinde olduğunu ve bu konuyu açıklığa kavuşturmak için çalıştığını ifade etmişti.

26 Kasım 2024 tarihinde Özbekistan Dışişleri Bakanı Bahtiyar Saidov, Dışişleri Bakanlığı binasında Yahudilerin Özbekistan Büyükelçisi Gideon Lustig ile bir araya gelerek Yahudi hahamın öldürülmesi dolayısıyla taziyelerini iletmişti. Nitekim bunu, sosyal medya sayfalarından duyurarak şunları söylemişti: “Tzvi Kogan'ın vefatı dolayısıyla en içten taziyelerimizi ifade ettik. Özbekistan halkı her zaman tüm dinlerin ve milletlerin temsilcilerine dostça yaklaşmıştır. Ulusal fanatizmin hiçbir türüne müsamaha göstermedik ve gelecekte de göstermeyeceğiz.” Bakana göre terörizm ve aşırıcılığın “sınırları ve milliyeti yoktur.” Özbekistan hükümeti, soruşturma sürecinde BAE'deki yetkililer ve Yahudi varlığı ile yakın iş birliği içindedir.

Bu da açıkça göstermektedir ki, Yahudi varlığı ve onun arkasındaki Amerika Tzvi Kogan'ın öldürülmesine değer verdiği gibi BAE ve Özbekistan rejimi de aynı senaryoya sadık kalarak ve en ufak bir sapma olmadan hareket etmiştir! Gerçek şu ki bu korkak ve kukla rejimlerin Gazze Şeridi'nde binlerce çocuk, bebek ve kadını vahşice öldüren bu suçlu varlığı memnun etmeye çalışıyor olması, akıbetimizi bu rejimlerin ellerine bırakmanın bizim için ne kadar tehlikeli olduğunu anlamamız için yeterlidir.

Ey Özbekistan'daki Müslümanları: Özbek rejimi için, kanı, namusu, şerefi ucuz ve değersiz olan kimdir?! Cevap tektir: Müslümanlar olarak bizim kanımız ve namusumuzdur. Peki neden?! Çünkü bu kukla ve ajan yöneticiler, sömürgeci efendilerini memnun etmek için bizi feda etme konusundan hiç tereddüt etmiyorlar. Peki servetleri ucuz olan kimdir? Tabii ki Müslümanlar olarak bizim servetlerimiz. Zira Özbekistan yeteri kadar servetlere sahip olmasına rağmen, halkımızın çoğu yoksulluk içinde yaşamaktadır! Peki neden? Çünkü bu yöneticiler, açgözlü sömürgecilerin yer altı ve yer üstü servetlerimizi, sanki kendi özel bahçelerini kullanıyormuş gibi yağmalamalarına izin vermektedir. Peki emeği ucuz olan kimdir? Ne yazık ki Müslümanlar olarak bizim emeğimiz. Bu yüzden bu ajan yöneticiler, bizim emeğimizi köle pazarlarında en düşük fiyatlara satıyorlar!

Ey Özbekistan'ın Müslüman halkı: Allah'ın hükümlerinin hayatta uygulandığı dönemlerde atalarımızın yaşadığı izzete geri dönmemizin zamanı gelmedi mi?! Servetimiz, canımız ve kanımız, daha ne zamana kadar sömürgeci kâfirlere, özellikle de cani Yahudi varlığına önemsiz bir metaymış gibi teslim edilecek? Daha ne zaman kadar namuslarımız çiğnenecek?

Tek çözüm, hayatın her alanında İslam'ı kamil bir şekilde uygulayacak, bizi annemiz gibi gözetecek, bizi mevcut zilletimizden çıkarıp gerçek izzete kavuşturacak ve her şeyi yerli yerine koyacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin kurulmasıdır. Çünkü bu, günümüzün en önemli farzıdır; hatta farzların tacıdır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ Halbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” [Münafikun 8] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا أَنصَارَ اللهِEy iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun.” [Saff 14]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz Özbeki

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER