Pazartesi, 30 Şevval 1446 | 2025/04/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

AB-Orta Asya Zirvesi, Uluslararası Durum ve Jeopolitik Hedefler!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

AB-Orta Asya Zirvesi, Uluslararası Durum ve Jeopolitik Hedefler!

AB ve Orta Asya liderleri 3-4 Nisan 2025 tarihlerinde Özbekistan'ın Semerkant kentinde ilk zirvelerini gerçekleştirmiş ve karşılıklı ilişkileri geliştirmek üzere yeni bir stratejik ortaklık ilan etmişlerdir. Zirveye, Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan cumhurbaşkanları katılmışlardır. İlk bakışta bu zirvenin 2022'de Astana'da ve 2023'te Çolpon-Ata'da Orta Asya devlet başkanları ve Avrupa Konseyi Başkanı'nın katılımıyla düzenlenen “Orta Asya-AB” zirvelerinin bir devamı olduğu söylenebilir; çünkü Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev geçtiğimiz Eylül ayında Semerkant'ta yapılacağını duyurmuştu. Nitekim bu bilgiler Aralık ayında, AB Orta Asya Özel Temsilcisi Terhi Hakala tarafından da teyit edilmiştir. Ayrıca AB-Orta Asya Dışişleri Bakanlarının 23 Ekim 2023 tarihinde Lüksemburg'da gerçekleştirdikleri gayri resmi toplantıda, “AB ile Orta Asya Arasındaki Bağların Derinleştirilmesine Yönelik Ortak Yol Haritası” benimsenmiştir.

Evet, yukarıda bahsi geçen diyaloglar bir ölçüde Semerkant zirvesinin temelini oluşturuyor ancak uluslararası arenadaki son gelişmeler, bunun organik bir devamı niteliğinde olduğunu söylememize izin vermiyor; çünkü Trump yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte Amerika'nın Rusya ile yakınlaşması ve Ukrayna meselesinin çözümü ışığında Avrupa Birliği'ne itibar etmemesi güç dengesinde bir değişmesine yol açmıştır. Trump'ın hedefi, Rusya ile ilişkilerini düzeltmek suretiyle Çin'e ekonomik bir darbe indirerek onu zayıflatmaktır; çünkü İslam'ı ve Müslümanları ilk ve tek düşmanı, Çin'i ise bir numaralı ekonomik ve jeopolitik rakibi olarak görmektedir. Bu ise hem önceki başkanlığı sırasında hem de mevcut göreve gelmeden önce yaptığı açıklamalarda görülebilir. Zira 2018 yılında şöyle demişti: “Çin on yıllardır ABD'yi ekonomik olarak yutuyor. Şimdi buna bir son vereceğiz.” 2024 yılında “Geri döndüğümde Çin değil, Amerika bir numara olacak” dedi. 2024 seçim kampanyasında, “Çin dünya için bir tehdit. Dünyaya hükmetmek istiyorlar.” dedi.

Washington Post “Tersine Kissinger” başlığı altında şunları yazdı: “1970'lerde dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Çin'in Sovyetler Birliği ile iş birliğini baltalamak için Çin ile ilişkileri geliştirmişti. Şimdi Trump aynı numarayı deniyor ama bu kez Çin ile değil, aksine Rusya ile.”

AB'ye gelince; Trump'ın politikaları onu “iki ateş arasında” bırakıyor ve Putin'in ifadesiyle “yakında efendisinin ayakları altında kuyruğunu sallamak” istiyor.

Öte yandan ABD'nin Münih Güvenlik Konferansı'nda Avrupa'nın savunmasını kendi sorumluluğu olarak görmediğini açıklamasının ardından AB'de güvenliğin geleceği konusunda “kolektif bir kafa karışıklığı” yaşanıyor. Zira Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen şunları söylemiştir: ABD'nin Ukrayna'ya askeri yardımı kestiği bir dönemde, Avrupa ve Ukrayna'nın güvenliği bir “dönüm noktasında” bulunuyor. Von der Leyen 6 Mart Perşembe günü yaptığı açıklamada, “Durum çok ciddidir” demişti.

Öte yandan Ukrayna meselesi Rusya'nın “zaferiyle” sonuçlanırsa, o zaman Putin'in Avrupa topraklarına yönelik “iştahı” artacak ve bu da sonunda, Avrupa ile Rusya arasında feci bir savaşa yol açacaktır. Nitekim Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen şunları söylemişti: “Bizim Danimarka ve Avrupa'da yeniden silahlanmamız gerekiyor ve bizim, Rusya'nın savaşı Ukrayna'dan diğer Avrupa ülkelerine taşımasını önlemek için bunu yapmamız gerekiyor.” Yine Estonya'da Kraliyet Dragoon Muhafızları'nda subay olan binbaşı Alex Humphreys da şöyle demişti: “Benim görüşüme göre NATO, bir bütün olarak kendini korumasız hissediyor. Biz bunun bir savaşa yol açmasını istemiyoruz, ancak bu olursa, biz tam bir dayanışma içindeyiz ve ölümcül bir karşılık vermeye hazırız.”

Kısacası Trump'ın hedefi, dünyada Amerika ile askeri ve ekonomik olarak rekabet edebilecek hiçbir güç bırakmamaktır.

Uluslararası arenadaki bu durum ışığında, ilk "AB-Orta Asya" zirvesi Semerkant kentinde gerçekleştirildi. Tabii ki AB, hayati önem taşıyan sömürgeci ve güvenlik çıkarlarını bu tür toplantılar aracılığıyla belirlemektedir. Bunu aşağıdaki şekilde yorumlamak mümkündür:

1- Rusya'yı bypass eden ticari ulaşım koridorları inşa etmek. Zira bilindiği gibi bu bölge, özellikle Özbekistan, petrol, gaz, uranyum, altın, dünya manganez cevheri rezervlerinin %38,6'sı, kromun %30,07'si, kurşunun %20'si, çinkonun %12,6'sı ve titanyumun %8,7'si gibi stratejik öneme sahip doğal kaynaklar açısından zengindir. Bilgilerin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesinden sonra kendisine uranyum sağlayan Nijer'den kovulmasının ardından, özellikle Fransa olmak üzere Avrupa'nın, enerji alanında Rusya ve hatta Amerika ile olan bağlarından kurtulmak ve nükleer kapasitesini güçlendirmek istemesi mesabesinde olduğu söylenebilir. Orta Asya; yani Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan, uranyum rezervleri ve üretimi açısından dünyanın önde gelen bölgelerinden biridir ve Avrupa için Nijer ve Rusya'dan bağımsız alternatif bir kaynaktır. Ayrıca Avrupa, özellikle de Fransa için nükleer enerjinin rolü Amerika'ya kıyasla çok daha yüksektir. Çünkü Amerika'da nükleer enerji, enerji bütçesinin %20'sinden fazlasını oluştururken, Fransa'da ise %50'sinden fazlasını oluşturmaktadır. Buna ek olarak bu, Alman enerji sisteminin ana yükünü taşımaktadır.

Von der Leyen Orta Asya devlet başkanlarına şunları söylemiştir: “Bu hammadde, gelecekteki küresel ekonomisinin can damarıdır. Ancak aynı zamanda küresel oyuncuların da avı durumundadır. Nitekim bazıları, sadece onları sömürmek ve çıkarmakla ilgileniyor. Avrupa'nın teklifi ise farklıdır; zira biz, yerel sanayinin gelişiminde sizin ortağınız olmak istiyoruz.” Avrupa Komisyonu Başkanı şunları da ekledi: “Stratejik konumunuz, küresel ticaret yollarını ve yatırım akışlarını açabilir. Bu yeni yatırımlar egemenliğinizi ve ekonominizi güçlendirecek ve daha da önemlisi yeni dostluklar kurmanızı sağlayacaktır.”

Zirve sonunda kabul edilen ortak bildiride şu ifadelere yer verilmiştir: “Avrupa Birliği ve Orta Asya, ekonomik büyüme ve bölgesel entegrasyon için bir motor olarak sabit ulaşım bağlantılarının güçlendirilmesine yönelik desteklerini vurguladılar. Ocak 2024'teki "Küresel Geçit Forumu'nda" (Global Gateway) Orta Asya'ya 10 milyar Avroluk destek ve yatırım seferberliği, bölgesel ulaşım koridorları, lojistik hizmet sistemleri, değer zincirleri ve ortak pazarlarımıza erişimi sağlayacak etkili mekanizmaların oluşturulması yolunda önemli bir adımdır. Ayrıca Trans-Hazar Ulaştırma Koridoru Koordinasyon Planını ve Orta Koridor (Мiddlе Corridor) boyunca önemli altyapı projelerini destekleme konusunda mutabık kaldık. Bu projelerin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi için Güney Kafkasya'da barış ve istikrarın önemi vurgulanmıştır.”

Bilgi için: Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Koridoru veya Orta Koridor, Avrupa ile Çin arasında mal taşımacılığı için Hazar Denizi'nden geçen önemli bir koridordur. Zira Çin, Kazakistan, Hazar Denizi, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve Avrupa ülkelerini birbirine bağlamaktadır.

Ayrıca Rusya ve ABD pazarlarında bir durgunluğun yaşandığına tanık olunurken AB için yeni pazarların açılması önemli bir mesele haline gelmiştir. Orta Asya, 80 milyondan fazla nüfusa sahip bir bölgedir ve halen ticaret dengesinde ithalat hacmi ihracat hacminden daha yüksektir. Bunun da ötesinde ağırlıklı olarak hammadde ihraç ederken çoğunlukla da hazır ürünler ithal etmektedir.

2- AB'nin hedefi, Rusya ve Çin'in bölgedeki nüfuzunu en aza indirmek, bu ikisinin hayati çıkar alanlarını daraltmak ve Rusya'nın yaptırımlardan kaçmasını engellemektir.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen şunları da söylemiştir: “Rusya uzun zamandır güvenilir bir ortak olamayacağını göstermiştir. AB'nin, ilişkilerinin güvenilir ve istikrarlı bir iş birliği için elverişli olduğunu kanıtladığı söylenebilir. AB projelerine bakacak olursak, ortaklarımızın da bu projelerden kâr elde etmesi bizim için önemlidir. Yukarıda bahsedilen ülkelerin aksine AB, örneğin önemli hammaddeler söz konusu olduğunda çok farklı bir ortaktır. Geçmişte Çin ve Rusya hammaddeleri çıkarıyor, onları kendi ülkelerine taşıyor ve orada dönüştürüyorlardı, yani başka bir ülkede ek bir değer yaratıyorlardı. Dolayısıyla hammaddelerin çıkarıldığı ülkede hiçbir ek değer kalmıyor. Bizim farklı bir yaklaşımımız var. Zira bizler, yerel düzeyde ek değer yaratmanın çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu da istihdam ve hammaddelerin üretildiği ülke içinde bir ek değer zinciri oluşturma fırsatı yaratacaktır. Bizim bakış açımıza göre bu, uzun vadede ortaklarımız ve AB için de daha iyi olacaktır.” "Yeni küresel engeller ortaya çıkıyor, yatırımlar yeniden dağıtılıyor ya da azaltılıyor ve ülkeler etki alanlarını genişletmeye çalışıyor” diyerek Rusya ve Çin'e atıfta bulunmuştur. Ve şunları da ekledi: “Ancak bizler, Orta Asya'da başka bir yolun daha olduğuna dikkat çekiyoruz.” “Güvenilir ortaklar artık her zamankinden daha önemlidir. Stratejik ortaklığımız birbirimizi desteklemek için bir taahhüttür.”

Stratejik Ortaklık Deklarasyonunda şu ifadeler yer almıştır: “Rusya'nın yaptırımlardan kaçınmasını önlemeye yönelik iş birliğimiz, ilişkilerimizin önemli bir boyutunu oluşturmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, özellikle öncelikli ürünlerin yeniden ihracatının önlenmesi amacıyla, AB Yaptırımlar Özel Temsilcisi ile çalışmaya devam etme konusunda mutabık kaldık.”

Antonio Costa yaptırımlardan kaçınma konusuna değinerek şunları söyledi: “Avrupa gerektiğinde Rusya üzerindeki baskıyı arttırmaya devam edecek ve Orta Asya ülkeleriyle “paha biçilemez” iş birliği olacaktır. Ve şöyle dedi: “Bu yöndeki çabalarınızın artmasını bekliyoruz.”

Ayrıca AB'nin Orta Asya devlet başkanlarıyla gerçekleştirdiği ilk zirvede, özellikle insan haklarına odaklanılması çağrısında bulunuldu. Zira İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Iskra Kirova şunları söyledi: “Bu yeni ortaklık çok önemlidir, ancak AB bölgede hukukun üstünlüğünü ve hakları korumazsa, bölgede istikrar sağlanamayacak ve AB'nin çıkarları gerçek anlamda korunamayacaktır.”

AB'nin ekonomik çıkarlar ile insan hakları arasında doğru dengeyi bulup bulmadığı sorulduğunda liberal Estonyalı milletvekili şöyle dedi: “AB ile Orta Asya arasında verimli bir ortaklık kurulursa, her şeyin daha iyiye gideceğine inanıyorum. Tabii ki bu zaman alacaktır. Ayrıca bizim bulundukları konumu da dikkate almamız gerekiyor: Zira onlar, Rusya ve Çin arasında kalıyorlar. Ve onlar, dengeyi korumaya çalışıyorlar.” Bu cevap, AB'nin ekonomik çıkarlar ve insan hakları arasında doğru dengeyi bulmasının, Orta Asya'nın Rusya ve Çin arasındaki dengeyi AB lehine korumasına bağlı olduğu anlamına gelmektedir.

Ayrıca AB, Rusya'nın bölgedeki, özellikle de Özbekistan'daki nüfuzunu azaltmak için, işçi göçmenleri konusunu kullanabilir. Çünkü Rusya, göçmen işçi meselesini bölge ülkelerini kendi nüfuz alanında tutmak için bir kaldıraç olarak kullanıyor. Nitekim İçişleri Bakan Birinci Yardımcısı Aleksandr Gorovoy'a göre, 2024 yılı sonu itibarıyla Rusya'da 1,4 milyon Özbek, 1 milyon Tacik ve 663 bin Kırgız bulunuyordu; yani toplam nüfus üç milyondan fazladır. 27 üyesi olan AB için, üç milyon göçmen işçiyi çalışmak üzere Avrupa'ya çekmek kesinlikle bir sorun değildir.

3- Avrupa Birliği, Orta Asya'daki güvenlik sorununa, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaş, Taliban'ın Afganistan'da iktidara gelmesi, Çin'in artan ekonomik büyümesi, bölgedeki Müslümanlar arasında "siyasal İslam"ın artan etkisi ve mevcut rejimlere yönelik artan hoşnutsuzluk merceğinden bakıyor.

Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, güvenlik konularına ilişkin şunları söyledi: “Bizi tehdit eden ortak güvenlik sorunları giderek küreselleşirken, bu tehditlerin artık ulusal sınırlar ötesi bir karaktere büründüğünü kabul etmeliyiz. Hiçbir bölge, bu tehditlere karşı korunaklı değildir. Bu nedenle ikili, bölgesel ve uluslararası düzeyde iş birliğimizi daha da güçlendirmemiz gerekiyor. Avrupa Birliği, Orta Asya'nın uzun yıllardır güvenlik ortağıdır. Sınır denetimi ve uyuşturucuyla mücadele konularını ele alan programlarımız, AB'nin uzun yıllardır bölgeye olan bağlılığını ortaya koymaktadır. Ayrıca terörle mücadele, kolluk kuvvetleri, terörizmin finansmanıyla mücadele, şiddet içeren aşırılıkçılık ve radikalizmin önlenmesi gibi çeşitli girişimleri de destekledik. Uyuşturucuyla mücadele alanında bölgelerimiz arasında devam eden diyaloğumuz, bu konuda iş birliğimizin güçlenmesi için fırsatlar sunmaktadır. Özellikle terörizme karşı ortak mücadele ve şiddet yanlısı aşırılığa karşı özel bir diyalog başlatma konusunda mutabakata vardık. Bu, genel güvenlik tehditleriyle mücadelede önemli bir adımdır. Afganistan'da ise terörizm, aşırıcılık ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere birçok tehdit, Orta Asya ve Avrupa'ya yayılma tehdidi taşıyor. Orta Asya, bu risklerin en iyi şekilde nasıl azaltılacağı konusunda değerli deneyim ve bilgiye sahiptir. Bölgesel istikrarın sağlanması için birlikte çalışmamız gerekiyor. Ayrıca siyasi manipülasyon amacıyla kullanılan yanlış bilgilerin de arttığına tanık oluyoruz. Avrupa Birliği bu tehdidi ciddiye almakta olup yalnızca kendi topraklarında değil, aynı zamanda ortak ülkelerde de bilgi manipülasyonu ve diğer tehditlerle mücadele kapasitesini güçlendirerek bu tehditleri ortadan kaldırmaya kararlıdır. Günümüzün en önemli güvenlik sorunu Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik devam eden saldırganlığıdır. Zira bu savaş, Ukrayna ve Avrupa sınırlarını aşmıştır. Rusya'nın savaşı yerel bir çatışma değil, aksine kurallara dayalı uluslararası düzenin temel ilkelerine yönelik bir saldırıdır. Rusya, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak üç yıldır BM Şartı'nı ve uluslararası hukuku açıkça ihlal ediyor ve uluslararası sistemin istikrarını baltalıyor. Şimdi Ukrayna barış sürecinde kapsamlı, adil ve sürdürülebilir bir barışa yol açabilecek yeni bir ivme ortaya çıkıyor.Bunu hep birlikte sağlamalıyız. Avrupa Birliği bu çabayı, tüm yönleriyle desteklemekte ve katkıda bulunmaktadır.”

Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ise konuşmasında şunları söyledi: “Toplantımız, hızlanan ve öngörülemeyen küresel süreçlerin yaşandığı bir ortamda gerçekleşiyor. Jeopolitik çatışmaların, güvenlik sorunlarının, büyük bölgesel çatışmaların, sürdürülebilir kalkınmaya yönelik sosyal ve ekonomik tehditlerin giderek arttığına tanık oluyoruz.” Şunları da ekledi: “Özellikle terörizm, aşırılıkçılık, radikalizm, siber suç, uyuşturucu kaçakçılığı ve yasadışı göç gibi ortak güvenlik tehditleriyle mücadelede iş birliği giderek önem kazanıyor. Avrupalı ortaklarımızın, terörle mücadele konularında diyalog kurulması yönündeki önerilerini destekliyoruz.”

Daha önce de Özbekistan Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi Abdulaziz Kamilov 24 Mart'ta, Brüksel'de, Avrupa Birliği Terörle Mücadele Koordinatörü Bartjan Wegter ile terörizm ve aşırıcılık tehditlerine karşı mücadelede iş birliği ve Afganistan'daki durum hakkında görüş alışverişinde bulunmuştu.

Özbekistan Cumhurbaşkanı başkanlığında Güvenlik Konseyi Sekreterliği ile Kazakistan Güvenlik Konseyi arasında 28 Mart'ta Taşkent'te düzenlenen istişarelerde, uluslararası terörizm ve dini aşırıcılığın önlenmesi ve mücadele edilmesi, kanun ve düzenin sağlanması ve ulusaşırı örgütlü suçlarla mücadele alanlarında iş birliği konuları ele alınmıştır.

Yukarıda geçenler bize gösteriyor ki Avrupa Birliği, hayati çıkarlarını, yani stratejik hammaddeleri ve güvenliği güvence altına almak için Kremlin'in "Doğu'ya yönelme" zaafını istismar ediyor. Uluslararası hukuk ve ticaret alanında katı kurallara uyulmasının önemini vurgulamakta ve iş birliği teklifinde bulunmaktadır. Zira Avrupa Komisyonu Başkanı, Avrupa Birliği'nin "Küresel Geçit" (Global Gateway) adlı Avrupa altyapı girişimi kapsamında Orta Asya ülkelerine 12 milyar Avro tahsis edeceğini duyurdu. Ulaşım, hammaddeler, yenilenebilir enerji ve dijitalleşme olmak üzere dört alana da vurgu yapılmıştır. Diğer hususların yanı sıra Avrupa uydularının bölgeye, "komşuların müdahalesi olmadan" yüksek hızlı internet erişimi sağlayacağını duyurmuştur. Von der Leyen, açıkça Rusya ve Çin'i kastetmiştir. "Avrupa önerisinin" diğer ülkelerin niyetlerinden farklı olduğunu vurgulamıştır. Avrupa Birliği, Çin'i borçlanmaya bağımlı olması nedeniyle, Rusya'yı ise enerji ve silah tedarikinde Orta Asya'ya bağımlı olması nedeniyle eleştiriyor.

Özbekistan Devlet Başkanı, beş bölge ülkesi ile Avrupa Birliği arasında müzakerelerin birkaç yıl önce hayal bile edilemeyeceğine dikkat çekti ve Orta Asya'nın, onlarca yıl süren anlaşmazlıkların ardından artık birleşik bir blok olarak çalışmayı hedeflediğini, ülkelerin Rusya ve Çin'in sağlayamadığı ileri teknolojilerden yararlanmayı umduğunu söyledi. Bu da Taşkent'in, Batı'ya yakınlaşma konusundaki resmi arzusunun giderek arttığına işaret ediyor.

Tıpkı ABD, Rusya ve Çin gibi Avrupa Birliği'nin de İslam'a ve Müslümanlara karşı yoğun bir düşmanlık beslediğinin, Hilafetin yeniden kurulmasını kendisi için bir felaket olarak gördüğünün, bu nedenle İslam ümmetinin yeniden kalkınmasını engellemek için sürekli olarak çalıştığının, koyun postuna bürünmüş sırtlan gibi ülkemize girmeye ve nüfuz alanını genişletmeye çalıştığının vurgulanması gerekir. Başkaları bir şeker veriyorsa ben iki şeker vereceğim demeye çalışıyor; ama aslında açgözlü bir sömürgeci örgüt olarak, kabul edilmiş bir iş gibi ülkemizin servetlerini alma arzusuyla yanıp tutuşuyor. Yahudi varlığının ümmetin kalbine bir hançer gibi saplayan ve mübarek Filistin topraklarında kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere Müslümanlara karşı katliamlar yapmasını için Yahudi varlığını teşvik eden ve destekleyen güçler arasında, ​​sömürgeci kâfir Avrupalı devletler de bulunmaktadır. Ancak bizi yöneten korkak ve zayıf rejimler, kendilerine çürümüş tahtlarında kalma garantisi veren herkese izin vermekte, ümmetin toprağını, servetini, onurunu, hatta dinini sömürgeci efendilerinin ayakları altına atmakta ve onların İslam ile alay etmelerine ve kutsallıklarımızı ayaklar altına almalarına sessiz kalıp göz yummaktadırlar.

Son yıllarda Avrupa ülkelerindeki bazı Yahudi bireylerin, insanların önünde ve güvenlik güçlerinin koruması altında Kur’an-ı Kerim’i yakmaları, iddialarımızın doğruluğuna dair açık bir delilidir. Bu nedenle isimleri farklı olsa da gerçek amaçları aynı olan sömürgeci kâfirlerin vaatlerine aldanmamalı, aksine gök ve yer ehlinin razı olacağı ve İslam'ın ve Müslümanların izzetini yeniden tesis edecek olan İkinci Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için çalışmalıyız; çünkü sadece Müslümanları değil, tüm insanları içinde bulunduğumuz kriz bataklığından çıkarmanın tek doğru yolu budur. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Ayrıca Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşid Hilafet Devleti olan devletimizi kurup İslam'ı hidayet ve nur risaleti olarak davet ve cihat yoluyla bütün dünyaya taşıdığımızda, işte o zaman Allah'ın bize yüklediği görevi yerine getirmiş ve O'nun bizi en hayırlı ümmet olarak nitelemesini gerçekten hak etmiş olacağız: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِSiz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Ali İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz Özbeki

Devamını oku...

Tehdit Olan Harvard Üniversitesi Değil, Demokrasinin Kendisidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tehdit Olan Harvard Üniversitesi Değil, Demokrasinin Kendisidir!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, son dönemde anlaşmazlık yaşadığı Harvard Üniversitesine bir kez daha yüklenerek "Harvard, demokrasiye yönelik bir tehdittir" açıklamasını yaptı.

ABD Başkanı Trump, Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, bir kez daha Harvard Üniversitesini hedef aldı.

Trump, "Harvard, diğer pek çok kurum gibi Yahudi karşıtı, aşırı solcu bir kurumdur ve dünyanın dört bir yanından ülkemizi parçalamak isteyen öğrenciler kabul etmektedir" ifadesini kullandı.

"Liberallerin yönettiği bir karmaşa" şeklinde tanımladığı Harvard'ın başkanının kovulması veya istifa etmesi gerektiğini savunan Trump, "Harvard, demokrasiye yönelik bir tehdittir" yorumunu yaptı. (24.04.2025, trthaber)

Yorum:

Özellikle Amerika olmak üzere sömürgeci kâfir Batı, 3 Mart 1924’te Hilafet Devleti’nin yıkılmasından şu ana kadar, İslam’a, Müslümanlara ve İslam beldelerine yönelik tüm vahşetlerini, katliamlarını ve sömürülerini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler adına yapmıştır. Sömürgeci kâfir Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu davranışı anlaşılabilir bir durumdur. Ancak Trump’ın, işgalci Yahudi varlığının Amerika’nın tam desteğiyle Gazze halkına yönelik 18 aydır işlemiş soykırımı protesto ettikleri için Harvard Üniversitesi’ni “demokrasiye yönelik bir tehdit” olarak değerlendirmesi, şahsi çıkarlarının inanmış olduğu tüm değerlerin önünde olduğunun bir göstergesidir. Oysa kapitalizmin en bariz fikirlerinden biri olan demokrasi, halk için ve halk adına halkın yönetimi olup fikir özgürlüğü ise; fertlerin herhangi bir görüş veya düşünceyi kabul edebilecekleri ve bu kapsamda kişi dilediği fikir ve görüşü ortaya koyarak insanları buna çağırabileceği anlamına gelmektedir. Kâfir Batı’nın bu inancına göre, başta kendi halkları olmak üzere tüm halklar istediği fikir veya görüşü savunabilir ve bunlara çağrıda bulunabilir. Ancak Trump’ın, bırakın Müslümanları, kendi halkının bile fikir özgürlüğü hakkını kullanmasına izin vermemesi, özgürlükler fikrinin inanmış olduğu bir değer değil, ülkesinin şahsi çıkarları için kullandığı bir araç olduğunu ortaya koymaktadır.

Bunun da ötesinde Trump, Harvard'a sağlanan 2,2 milyar Dolarlık fonun ve 60 milyon dolarlık sözleşme bedelinin dondurulmasına karar vererek halkına şu mesajı vermektedir; inanmış olduğumuz değerlere aykırı olsa bile önceliğiniz Amerika’nın şahsi çıkarları olmalıdır, aksi taktirde en ağır bedeller ödemek zorunda kalırsınız, hatta yaşama hakkınız bile elinizden alınır. Bu da Amerika’nın çıkarları dışında hiçbir şeye kıymet vermediğinin başka bir göstergesidir. İslam düşmanı kâfir Trump’ın, Amerika’nın çıkarları uğruna böyle tavır sergilemesi ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Ancak anlaşılması zor ve güç olan şey, Müslümanların başındaki yöneticilerin ve ne yazık ki Müslümanların, Amerika’nın kendi çıkarları için hiçe saydığı ve İslam’ın haram kıldığı demokrasi ve özgürlükler gibi küfür fikirlerini hayatlarının merkezine koymalarıdır. Oysa kâfir Amerika’nın, iman ettiğini söylediği halde kendi şahsi çıkarları için kaldırıp attığı demokrasi ve özgürlükler fikrini benimsemek akıl işi midir! Trump’ın, sırf Gazze’deki soykırımı protesto ettikleri için Harvard’ı bir tehdit olarak gördüğü demokrasi mi huzur getirecek? Amerika ve kâfir Batı’nın, yüz yılı aşkın süredir Irak, Suriye, Myanmar, Doğu Türkistan, Afganistan ve daha birçok İslam ülkelerinde gerçekleştirdiği vahşet ve katliamları mâl ettiği demokrasi mi Müslümanların geleceğini inşa edecek? Yahudi varlığının Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlar sırasında tüm kâfir Batılı ülkelerin bir kenara kaldırıp attığı özgürlükler, insan hakları ve demokrasi fikri mi Müslümanlara huzur ve mutluluk getirecek? O halde gerçek tehlikenin, kafir ülkelerin çıkarları için bir araç olarak kullandığı demokrasi olduğunu anlamanın, demokrasiyi kaldırıp atmanın ve onun yerine, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için kurtuluş meşalesi olan Raşidi Hilafet Devleti’nin kurmanın zamanı gelmiştir. لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَİşte çalışanlar, asıl bunun için çalışmalıdırlar.” [Saffat 61] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ramazan Ebu Furkan

Devamını oku...

Sözde Kurtuluşun Üzerinden Dokuz Yıl Geçti, Kayda Değer Hiçbir Başarı Yok!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sözde Kurtuluşun Üzerinden Dokuz Yıl Geçti, Kayda Değer Hiçbir Başarı Yok!

Haber:

Hadramut Güney Geçiş Konseyi, Hadramut kıyılarının el-Kaide kontrolünden kurtarılmasının dokuzuncu yıl dönümünü Hadramut'un başkenti Mukalla'da taraftarlarıyla birlikte kutladı ve aynı şekilde Hadramut Kabile İttifakı da Hadramut yaylasındaki Ghayl Bin Yamin'de taraftarlarıyla birlikte kutlama yaptı. (24 Nisan 2024)

Yorum:

Hadramut kıyılarının sözde kurtarılmasının ve el-Kaide'nin akabinde Hadramut'ta iktidarı, resmi hükümet güçleri ile rakip siyasi güçlerin teslim almasının üzerinden dokuz yıl geçmesine rağmen, Hadramut halkının çektiği acılar en ağır seviyeye ulaşmıştır. Zira döviz kuru yerel para birimine karşı yükselmiş, fiyatlar hızla artmış ve hayati hizmetler bile kaybolmuş ve insanlar, kurtuluşu kutlayanların yönetimi altında hayatın sıkıntısının acısını çekerken, ülkenin yöneticileri ve politikacıları, bu ülkenin servetlerinin tadını çıkarmaktadırlar! İnsanlarının durumunun olumlu yönde, kutlanmaya değer bir halde olması gerekirken, bu kurtuluş ateşiyle yanıp tutuştuklarını ve onların servetlerinin, bu ülkenin yöneticileri ile onların arkalarında duran bölgesel ve Batılı ülkeler tarafından yağmalanmaya devam ettiğini görmekteyiz.

Peki insanlardan neden kutlama isteniyor?!Batı medeniyetinden ithal edilen kâfir bir sistem olan Cumhuriyetin zaferini mi kutluyorsunuz?! Yoksa ülkenin yabancı vesayetine boyun eğmesini mi kutluyoruz?!Ya da Müslümanlar arasında çıkan bir fitne savaşında, sözde vatan uğruna öldürülen insanların sayısına mı kutluyoruz?! Veya bu dokuz yıl boyunca yaşanan yoksulluğun, hastalığın ve cehaletin boyutunu mu kutluyoruz?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ömer Abdullah – Yemen

Devamını oku...

Ey Ürdün Halkı, Hak Üzere Sebat Edin ve Firavunların Zulmü Sizi Ondan Vazgeçirmesin!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ey Ürdün Halkı, Hak Üzere Sebat Edin ve Firavunların Zulmü Sizi Ondan Vazgeçirmesin!

Haber:

Haber ajansları, 16 Ürdünlü genci “terör hücresi” adı altında tutuklayan Ürdün rejimi ile Ürdün'ün topraklarındaki varlığını yasakladığı Hamas ve Müslüman Kardeşler arasındaki tepkiyi aktardı. Ajanslar, Ürdün hükümetinin şu açıklamasını aktardı: “Ürdün hükümet kaynakları Hamas'ın “Kardeşler hücresi” ile ilgili talebi hakkında şöyle dedi: “Krallık, grupların açıklamalarına yanıt vermekten daha büyüktür.”

Yorum:

Müslümanlarda asıl olan, diğer insanların dışında tek bir ümmet, savaşlarının tek ve barışlarının tek olmasıdır; zira Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ensar’a şöyle hitap etmiştir: الدَّمَ الدَّمَ وَالْهَدْمَ الْهَدْمَ، أَنَا مِنْكُمْ وَأَنْتُمْ مِنِّي، أُسَالِمُ مَنْ سَالَمْتُمْ، وَأُحَارِبُ مَنْ حَارَبْتُمْBilakis kana kan ve dişe diş var. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Sizin savaştığınız kimselerle savaşır, barış yaptığınız kimselerle da barış yaparım.” Dolayısıyla Allah'ın dininde sadakat, hiçbir gün toprağa, vatana ve Allah'tan, Rasulü'nden ve müminlerden başka hiç kimseye olmamıştır.

Ürdün halkı, gerek Filistin halkı gerekse Peygamberinin gasp edilen İsra'sında temsil edilen ümmetin davası için her zaman doğal bir destek ve güçlü bir inkübatör olmuştur.Filistin meselesi sadece Filistinlilerin meselesi olmadı ve olmayacaktır; bilakis bu, Amerika, onların üvey evladı Yahudi varlığı ve özellikle çevre ülkelerdeki Müslümanların başındaki Ruveybidalar gibi düşmanın istediği şeydir.

Müslümanların ve ordularının Gazze ve tüm Filistin'i desteklemesi vaciptir, hatta hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek vaciplerden biridir. Nitekim özellikle Ürdün rejiminin, orduların Filistin'e yardım etmesini engellemek için kurduğu tuzaklar ve ümmetin birliğinin ve Müslümanların birbirlerine yardım etmelerinin gerekliliğinin tezahürlerini ifade eden her türlü eylemi şeytanlaştırmak için yaptıkları, bu rejimin ve bu firavunların, ümmete ve onun uyanışına yönelik terörünü göstermektedir.

Amerika Yahudilere en güçlü ve yıkıcı silahlar tedarik ederken, gaspçı varlık çocuklarını küçük yaştan itibaren silah taşımaları için eğitirken ve bunu, Amerika'da ve tüm kafir ülkelerde olduğu gibi her birey için meşru bir hak haline getirirken, Müslüman ülkelerdeki mevcut devletler Müslümanları bu haktan mahrum bırakmakta, silah taşınmasını yasaklamakta ve halkını ve ülkelerini savunmak için silah taşıyanları aşırılık yanlısı teröristler haline getirmektedir. Tıpkı Firavun'un sihirbazlarını toplayıp Musa Aleyhisselam'ı onların gözünde şeytanlaştırmaya ve onları, Musa'nın ülkelerini yok etmek ve onları topraklarından çıkarmak geldiğine ikna etmeye çalıştığı gibi: قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ * يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَFiravun çevresinde bulunan ileri gelenlere dedi: Bu, çok bilgili bir sihirbaz!Sihriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.Şimdi ne emredersiniz?” [Şuara 34-35]

Tiranların zihniyeti aynıdır: Kitleleri hak olana karşı kışkırtmak ve çatışmayı hak ile batıl arasındaki bir çatışmadan, hak ile kitleler arasındaki bir çatışmaya dönüştürmeye çalışmaktır.

Böylece Müslümanların başındaki yöneticiler onu, Müslüman kardeşine yardım eden bir kahraman yapmak yerine, ülkenin güvenliğini ve emniyetini sabote etmeyi hedefleyen dışlanması gerekli bir suçlu haline getirmeye çalışıyorlar.

Musa ve Firavun arasındaki savaş, her zaman hak ve batıl savaşı olmuş ve aralarındaki çatışma sahneleri bize, her zaman Allah Subhnaehu'nun çaresiz kullarıyla ilgili sünnetlerini hatırlatmıştır.

Firavun Musa Aleyhisselam'ı öldürmeye çalışmış ve onun gelişini engellemek için ona tuzak kurmuştu ancak Allah'ın tuzağı daha büyüktür; bu da Allah'ın kudretinin Musa'nın tiranın evinde büyümesini istediğine dair Musa'dan sonra gelen hak ehli için bir kandil olsun diyedir. Bu nasıl bir azamettir ve nasıl bir güçtür ya Rab? Velisi Sen olduğu ve Senin yönettiğin biri, nasıl mağlup olabilir ki?

Musa Aleyhisselam'ın doğumuyla başlayan savaş, Firavun'un ömrü boyunca parası ve gücüyle yetiştirdiği sihirbazların, bir anda Firavun'un askerlerinden Musa'nın dini uğruna kanlarını döken şehitlere dönüşmeleri için verilmiştir!قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ * فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ * فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ * فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَMüsabaka başlayınca Musa sihirbazlara: “Haydi, ne atacaksanız önce siz atın” dedi.Onlar da derhal iplerini ve değneklerini yere atıp: “Firavun’un gücü ve izzeti hakkı için, galip gelen kesinlikle biz olacağız, biz” dediler. Sonra da Musa asasını yere attı; bir de ne görsünler asa, onların göz boyayıp uydurdukları şeyleri yalayıp yutuveriyor!Gerçeği fark eden sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.” [Şuara 43-46]

Hak ile batıl arasındaki savaşa, hakka tabi olanların girmeleri gerekir; zira Musa emin bir şekilde: فَأَلْقَى عَصَاهُAsasını yere attı”…Kendisini öldürmelerinden korktu ancak Rabbi ona şu kavliyle güven verdi: كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ * فَأْتِيَا فِرْعَوْنَAllah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz. Haydi Firavun'a gidin.” [Şuara 15-16]

Allah seni bir fırtınayla karşı karşıya bıraktığında, senin korkmanı istemez, bilakis sadece O'nun sana emrettiği şekilde yapmanı ister; أَلْقِ عَصَاكَAsanı yere at.” Zira bir tek olan Celle Celalehu’nun kudreti ve gücü sayesinde hak olan asa, onların uydurduklarını yutacaktır.

Allah, Firavunlar ne kadar yüksekte olursa olsun müminlere yardım etmeye kefildir ve Musa'nın asası hâlâ bizim elimizdedir; ancak muhlisler, Firavun ve yandaşlarından korkularını attıktan sonra Allah'a tevekkül ederek asalarını yere atmalıdırlar... ve kalpleri de şu şekilde mutmain olmalıdır: إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِRabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.” [Şuara 62]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beyan Cemal

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Kenya, Cani Yahudi Varlığına Karşı Askeri Operasyon Düzenlenmesi Talebiyle Bir Protesto Gösterisi Düzenledi

Yahudi varlığının Gazze’de işlemekte olduğu kesintisiz soykırım karşısında Hizb-ut Tahrir / Kenya, 18 Nisan Cuma günü Nairobi ve Mombasa’da Cuma namazının ardından protesto gösterileri düzenledi. Mombasa’da protesto el-Nur Camii önünde, Nairobi’de ise Eastleigh Caddesi’ndeki el-Hidaye Camii’nde düzenlendi.

Gerçekleştirilen protestonun ana gayesi, gaspçı Yahudilerin cenderesinde bulunan mübarek Mescid-i Aksa’yı bir an evvel kurtarmak üzere derhal harekete geçmelerini sağlamak ve onları kışlalarında tutan yöneticilerinin koyduğu sınırlamaları kırmaları için İslam ülkelerindeki ordulara güçlü bir çağrıda bulunmaktı.

Eylem, Filistin halkına yönelik devam eden saldırılarla ilgili yapılan kısa bir basın açıklamasıyla son buldu. Basın açıklamasında, Hizb-ut Tahrir / Kenya Medya Temsilcisi Şaban Muallim, Merkezi Temas Komitesi Başkanı Mehdi Ali ve Medya Bürosu üyesi Ali Ömer, Yahudi varlığının ordusuna karşı İslam ordularını cesurca seferber edebilecek yegâne gücün, Nübüvvet metodu üzere Hilafet Devleti olduğunu vurguladılar. Zira Hilafetin, Yahudilerin küstahlığına, kibir ve ırkçılığına son verebilecek güç ve kapasiteye sahip olduğunu ifade ettiler.

Genel olarak ümmete, İslamî hayatı yeniden başlatmak için Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i kurmanın farz olduğu ve Batı destekli Yahudi varlığına karşı Müslüman ordularını seferber edecek yegâne siyasi otoritenin Hilafet olduğu hatırlatıldı.

Şaban Muallim
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Kenya
Medya Temsilcisi

Devamını oku...

Rusya Orta Asya’daki Etkisini Koruma Çabasında

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, 17 Nisan’daki basın toplantısında, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 22-23 Nisan tarihlerinde Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e resmî bir ziyaret gerçekleştireceğini duyurdu. Lavrov’un Özbekistan ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı ile görüşmesi, Dışişleri Bakanı Bahtiyar Saidov ile detaylı müzakereler yapması bekleniyor.

Lavrov’un Taşkent temasları jeopolitik açıdan kritik önem taşıyor. Zira Rusya, Çin, AB ve ABD’nin bölgede özellikle Özbekistan’da artan faaliyetlerine karşı Orta Asya’daki özelikle de Özbekistan’daki etkisini korumaya çalışıyor. Lavrov’un ziyareti, bu çabanın diplomatik yansımasıdır.

Bilindiği üzere, 22 Ocak 2025’te Özbek Savunma Bakanı General Şehrat Hulmuhamedov, resmî bir ziyaret çerçevesinde Rusya Savunma Bakanı Andrey Belousov’un başkanlığındaki askerî heyeti kabul etmiştir. Yapılan görüşmeler neticesinde, Rusya ve Özbekistan Savunma Bakanları, 2025 yılına ilişkin ikili askerî iş birliği planını ve 2026-2030 dönemini kapsayan askeri stratejik ortaklık programını imza attılar. Bu nedenle, Lavrov’un ziyareti, söz konusu ziyaretin ardından önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Bir yandan Rusya Savunma Bakanı Belousov, Rusya’nın bölgesel güvenliğin tek garantörü olduğunu öne sürerek Özbek yönetimini dizginlemeye çalışırken, diğer yandan da Dışişleri Bakanı Lavrov, Özbekistan’ı yeniden “komşu yan ülke” konumuna döndürmek istiyor. Bu tanım, Özbekistan’ın büyük güçler mücadelesinde önemsiz bir figüran olduğunu hissettiriyor. Rusya, Özbekistan’ı uluslararası satranç tahtasında bir vezir değil, sıradan bir piyon olarak konumlandırıyor.

Malum olduğu üzere Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın Fransa ziyaretinin ve özellikle bu ay başında düzenlenen ilk AB-Orta Asya Zirvesi’nin ardından, Mirziyoyev için ‘uzaktaki kıta’ (Avrupa) hiç olmadığı kadar cazip görünmeye başlamıştır. Özbek heyeti ile Amerikalı yetkililer arasında Washington’da gerçekleşen görüşmelerin ardından imzalanan maden anlaşması ile Özbekistan’ın DEAŞ’la mücadele koalisyonuna tam üyeliği, Çin’de endişelere yol açtı. Rusya, Çin’e karşı ihtiyatlı bir politika izliyor çünkü bu iki ülkenin bölgedeki ekonomik çıkarlarını koruma ve genişletme mücadelesinde ‘stratejik ortak’ görünümü altında aslında gizli bir rekabetin yattığı görülüyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Özbekistan temaslarında hem güvenlik konularını hem de göçmen işçiler meselesini gündeme getirmesi beklenen bir durumdu. Özbekistan’ın Bağımsız Devletler Topluluğu ve Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliği de Moskova’nın bölgedeki etkinliğini sürdürme politikasının bir gereğidir. Ukrayna savaşı ve Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ve getirdiği kısıtlamalar, Rusya’yı güney ve doğu Avrasya’ya bağlayan transit koridorların önemini daha da artırmıştır.

Bu bağlamda, Kuzey-Güney Uluslararası Ulaştırma Koridoru’nun rolü daha da önem kazanmıştır. Bu koridorun mesafesi, Afganistan üzerinden geçişinin sağlanmasıyla kısaltılabilir ve bu nedenle Rusya, Taliban hareketini resmi olarak “terör örgütleri listesi”nden çıkarmıştır. Lavrov şimdi de Özbekistan hükümetini Taliban konusunda ortak bir tutum almaya zorluyor. Özetle Rusya, bu ziyaretle Orta Asya’daki nüfuzunu korumayı ve pekiştirmeyi amaçlıyor.

Ey Özbek rejiminin liderleri! Unutmayın, Rusya yalnız değildir; Çin, ABD ve Avrupa da sömürgeci güçlerdir ve her biri eşit derecede tehlikelidir. Amaçları, Müslümanların ve zayıf halkların kanlarını bir sülük gibi emmek, onları her türlü saldırılarına ram etmek, aciz ve güçsüz bırakmak, sürekli yardım dilenen insanlar hâline getirmek ve insanların şerefini ve izzetini çiğnemek için sizi bir “çöp paçavrası” gibi kullanmaktır. Ne kadar itaat ederseniz edin, Kaddafi, Saddam ve benzerleri gibi sizi de bir gün satmaktan ve kullanıp çöpe atmaktan çekinmeyeceklerdir! Daha da kötüsü, Allah’ın gazabına uğrayacak, dünyada da ahirette pişman olacaksınız. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim vardır. Ve kıyamet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.” [Taha 124] Açgözlü sömürgecilere boyun eğmeyin! Allah ve Rasûlüne itaat edin. Küfrün elinde zillete razı olmak yerine, İslam’ın izzetini tercih edin.

وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ“Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” [Münafikun 8]

Devamını oku...

Amerikan Savaş ve Ölüm Makinesi, “İş birliği” ve “Ebedi Dostluk” Gibi Parıltılı Sloganların Arkasına Gizlenmektedir

Ey Tunus halkı! ABD, Yahudi varlığına ABD, Avrupa ve Orta Doğu’daki üslerinden yüzlerce yüksek tahribat gücüne sahip bomba ve çeşitli savaş mühimmatları taşımak üzere eşi benzeri görülmemiş bir hava köprüsü kurdu. Dahası Yahudi varlığının işlediği katliamlara, soykırıma ve yıkıma destek verdi. Direniş güçlerinden ise silahlarını bırakmalarını istedi, Gazze halkının zorla yerinden edilmesini ve dünyanın dört bucağına sürülmesini şart koştu. İşte böylesi bir dönemde ABD’nin Tunus Büyükelçiliği yaptığı açıklamada “ABD Altıncı Filo Halkla İlişkiler Bölümü”nün, Amerika Birleşik Devletleri’nin Tunus devletine 34 metre uzunluğunda iki adet “Island” sınıfı sahil güvenlik botu teslim ettiğini duyurdu. Açıklamada bu teslimatın, sözde 220 yıllık bir geçmişe dayanan ABD-Tunus deniz işbirliği çerçevesinde ve bölgesel güvenliği güçlendirme amacıyla yapıldığı belirtildi.

Bu yanıltıcı açıklama karşısında Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Medya Bürosu olarak biz, aşağıdaki hususları açıklığa kavuşturma gereği duyuyoruz:

Birincisi: Amerika’nın, “dünyanın dört bir yanında deniz gücü varlığını sürdürme ve ortaklıklarını pekiştirme” maskesi altında Tunus donanmasına teslim ettiği iki sahil güvenlik botu, esasen ABD’nin ülkemizde ve bölgemizdeki çıkarlarına hizmet etmektedir.

İkincisi: Söz konusu iki sahil güvenlik botunun teslimatının, Tunus ile Amerika arasında 220. yıldır süregelen denizcilik iş birliği kapsamında gerçekleştiğine dair iddia, gerçeği yansıtmayan bir iftira ve tarihin kasıtlı bir şekilde çarpıtılmasıdır. Çünkü bizim ülkemiz, kökleri çok eskilere dayanan yüce bir ümmetin, yani İslam Ümmetinin bir parçasıdır. Söz konusu 220 yıllık dönemde Tunus’un uluslararası ilişkileri, Osmanlı Hilafet Devleti’nin diğer devletler ve milletlerle kurduğu ilişkiler çerçevesinde şekillenmiştir.

Üçüncüsü: Bu teslimat, Amerika’nın küresel deniz varlığı ve ortaklık söylemleri maskesi altında yürüttüğü sömürgeci ve hegemonik stratejisinin bir parçasıdır. Amerika, özellikle Tunus’a, NATO dışı “stratejik ortak” statüsünün dayatılmasından sonra topraklarımızı ve limanlarımızı pervasızca kullanmaya başlamıştır. Tüm bunlar, ABD’nin “dünyanın her köşesinde deniz gücüyle hazır bulunma ve ortaklıkları genişletme” yönündeki kararlı politikasının tezahürüdür.

Ey Ez Zeytune Müslümanları! Ey kahraman mücahitlerin torunları! Ümmetin askerî güçlerinin ABD’nin suç dolu askerî tatbikatlarında yer almasına kahroluyoruz! Amerikan düşmanının ümmetimize yönelik sürdürdüğü aldatıcı söylemler ve onur kırıcı propaganda ise kederimizi ve öfkemizi daha da artırmaktadır. Ümmet, kendisini zillete ve acze mahkûm eden bu yöneticiler yüzünden bu hâle düşmüştür. Bu zillet ve acizlik, ancak Nübüvvet metodu üzere Hilafetin kurulmasıyla son bulacaktır. Hiç şüphesiz yarın, bekleyeni için çok yakındır.

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ للهِ جَمِيعاً“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 139]

Devamını oku...

Ey Pakistan’ın Saygıdeğer Alimleri! Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin Filistin’e Destek İçin Harekete Geçmesinin Önündeki Tek Engel Mevcut Yöneticilerdir Bu Engeli Aşmak ve Şeri Görevinizi Yerine Getirmek Sizin Sorumluluğunuzdadır

İslamabad’daki alimler buluşması, Yahudi varlığının Gazze’de işlediği hunharca soykırım karşısında Pakistanlı Müslümanların duyduğu ıstırap ve acıya ayna oldu. Alimlerin, başta Pakistan olmak üzere tüm İslam ordularını cihada çağıran fetvası, son günlerde Pakistan’ın büyük şehirlerinin meydanlarında ve sosyal medya platformlarında yankılanan ve “Ey Müslüman orduları! Genelkurmay’dan harekete geçin! Görevinizi yerine getirin!” şeklinde atılan sloganlarıyla birebir örtüşüyor.

Evet, bu dönemde cihadın, özellikle de orduların cihat etmesinin ne kadar önemli ve zorunlu olduğunu ayrıntılarıyla ortaya koydunuz. Ama Pakistan’daki yöneticilerin sorunu, cehaletleri değildir. Zira Müslümanlar saldırıya uğradığında onları savunmanın farz olduğunu çok iyi biliyorlar. Çünkü bu, ‘dinde zaruri olarak bilinen’ hükümlerdendir. Aksine sorun, bu yöneticilerin ihanetinde ve kasıtlı ihmalkârlıklarında yatmaktadır.

On sekiz ay yetmedi mi hâlâ?

Gazze’deki Müslümanlar, başta Pakistan olmak üzere İslam dünyasının yöneticilerine defalarca yardım çağrısında bulundular. Pakistan halkı da yöneticilerinin kapısında feryat figan etti. Ne var ki bu sözde yöneticiler, kadınların, yaşlıların, çocukların ve gençlerin gözlerinin önünde katledilmesini sadece izlemekle yetindiler. Yahudi varlığı, bu yöneticilerin gözlerinin önünde Gazze’deki hastanelerini, okulları, camileri bombalayıp yerle yeksan etti. Muhakkak ki, yöneticiye nasihatte bulunmak Allah’ın bir emridir. Fakat yöneticiler nasihati kulak ardı edip Allah’ın dinine aykırı hareket ettiklerinde ve ümmetin haklarını mütemadiyen hiçe saydıklarında, artık sadece nasihatle yetinilmesi caiz olmaz. Aksine onları şiddetle hesaba çekmek ve onları hakka uymaya zorlamak, alimler de dahil olmak üzere İslam ümmeti üzerine farzdır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ، وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، وَلَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدَيِ الظَّالِمِ، وَلَتَأْطُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللهُ قُلُوبَ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنَنَّكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrailoğulları’na lânet ettiği gibi size de lânet eder.” [Taberani] Bu yöneticiler ihanet şebekesinin ortaklarıdır, ümmetin kutsallarını üç kuruşa satmış kimselerdir. Daha önce Biden’ın önünde diz çöktükleri gibi, şimdi de Trump’ın önünde diz çökmektedirler. Müslümanlara zulmü reva görmekte ve seslerini kısmaktadırlar. Onlar alçaklığa ram olmuşlardır, aşağılananların aşağılanması kolay olur.

Ey değerli alimler! Cihad fetvaları artık yöneticileri etkilemiyor. Zira onlar sadece cihat hükmünü değil, yüzlerce Şer’i hükmü askıya almışlardır. Orduları kendi ulusal sınırları içerisine hapsetmişlerdir. Ümmetin meselelerini Birleşmiş Milletler gibi küfür kurumlarına teslim etmişler, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi sömürgeci kuruluşların şartlarına boyun eğmişlerdir.

Çözüm, bu yöneticileri alaşağı etmek ve yerlerine Hilafeti ikame etmektir. Bu yöneticiler ve askeri komutanlar, ins suretindeki sırtlanlardır, cihat farizasının yerine getirilmesine mâni olmaktadırlar. Dolayısıyla bu engelin ortadan kaldırılması farzdır. Zira “Vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir.” Şeriat’a göre yalnızca Allah’ın Şeriatıyla hükmeden ve Müslüman ordularını cihada yönlendiren yöneticiye itaat farzdır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.” [Maide 47]

Ey âlimler! Ey peygamberlerin varisleri! Ordulara cihadın farz olduğuna dair bir fetva yayımladınız. Şimdi de güç ve kuvvet ehli için bu sömürgeci ajanları devirmenin, Hilafet Devleti’ni kurmanın ve Raşidi bir Halife önderliğinde Filistin’i kurtarmanın farz olduğunu bildiren bir fetva yayınlamalısınız. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Müttefikin Aleyh] Ümmet, alimlerinden İngiliz emperyalizmine karşı kurtuluş mücadelesine öncülük eden bu toprakların alimlerini örnek almalarını bekliyor! Dolayısıyla sizden Mübarek Toprak Filistin’in kurtuluşunu ve Yahudi varlığının ortadan kaldırılmasını engelleyen tüm engelleri —yöneticiler de dahil olmak üzere— ortadan kaldırmanızı bekliyor. Bu, İmam Ebu Hanife’nin, İmam Malik’in, İbn Teymiyye’nin, Şah Veliyullah’ın ve diğer mücahit alimlerin üstlendiği roldür. Öyleyse, en hayırlı selefin en hayırlı halefi olun. Ümmetin umutlarını boşa çıkarmayın ve Peygamberin mirasını heba etmeyin.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER