Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Kapitalizmin Yaktığı Dünyayı Ancak Hilafet Kurtarır

بسم الله الرحمن الرحيم

Kapitalizmin Yaktığı Dünyayı Ancak Hilafet Kurtarır

Kafir Batı, Mart 1924 tarihinde Arap ve Türklerden oluşan hainlerin eliyle Müslümanların şefkatli anası Hilafet’i yıkmayı başardı. Bu devlet, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu, onun ardından Raşit Halifelerin liderlik ettiği, sonra dini ikame eden ve yaralı ama Müslümanları birleştiren ve onların örflerini ve kutsallarını savunan kusurlu bir Hilafet’in altında dini dünyaya yayan ve onu ısırıcı meliklerin takip ettiği bir devlettir. Sonra içerideki şer güçleri ve hainler onu devirinceye kadar üzerine üşüştüler ve onun yönetimini ve beldelerini hiçbir güç ve kuvveti olmayan karton devletçiklere böldüler. Yani düşmanlarına aşağılık bir şekilde boyun eğen, ümmetin kutsallarını, topraklarını, onurlarını ve servetlerini ihlal eden elli küsür devletçiğe böldüler. Nitekim hala parçalanma ipi onların elinde olup hala fesat ve yozlaşma bataklığında boğulmuş bu ajan yöneticiler, ümmetin başına musallat olmaktadırlar. Nitekim Foreign Policy dergisinin 2011 yılında yayınladığı bir raporda, Suudi Arabistan’daki kraliyet ailesinin servetinin 1,4 trilyon dolara ulaştığı belirtilmiştir. Fas Kralı ise 5,7 milyar dolar servete sahip olup dünyanın en zengin başkanları arasındadır. İşte Müslümanların yöneticileri bunlardır.     

Bu yöneticiler beldeleri harap etti, Afganistan, Libya, Suriye, Yemen, Irak, Sudan ve diğer ülkelerdeki insanları öldürdü. Zira Güney Sudan’daki savaşta 2 milyon küsür, Darfur’daki savaşta 300 bin, Suriye’de ise 384 bin kişi öldürüldü. Nitekim Suriye Gözlemevi’nin 2020 raporuna göre ölü sayısı 585.000’e ulaşmıştır. Ayrıca bu yöneticiler, beldeyi ve insanları fakirleştirdiler. Zira ümmetin servetlerini sömürgeci kafirlere peşkeş çektiler. Dolayısıyla ümmetin evlatlarının başındaki bu çete, onların bu servetlerden nasiplenmelerine izin vermediler ve ellerini ona uzattıklarında ise büyük bir ihanetle onlara suikast düzenlediler. Böylece işsizlik korkunç seviyelere ulaştı ve hayat dayanılmaz bir cehenneme dönüştü. Bunun üzerine yoksulluk, baskı ve zulümden kaçmak için gençlerin göçü çoğaldı ve Arap Barometre Ağının 2019 yılında BBC için göçmen sayısı hakkında yaptığı bir ankette, 30 yaşın altındaki gençlerin yarısının göç etmek istediği tahmin ediliyor. Nitekim bu göçmenlerden bazılarını çöl kumları ve deniz suları yutarken geçmeyi başaranlar ise Şeytani ve iğrenç toplumların kucağına düştüler. Nitekim onların hali, yağmurdan kaçarken doluya tutulanların hali gibiydi… Dahası kocanın olmaması veya nafakanın karşılanamamasından dolayı boşanma davaları da çoğaldı.  

Otorite ve iktidar arzusunun peşinde olan bu Ruvaybida yöneticiler, tüm iğrençlikleri yaptılar ve iktidar koltuğu için tüm erdemi mehir olarak kestiler. Aynı şekilde yaptıkları kötülüklerden bazıları da, ırkçılık ve milliyetçilik naralarını kışkırtmak, taifeci ve mezhepçi savaşları ateşlemek, sömürgeci kafirin hilesine ve İslam ümmetini yok etmenin zeminini hazırlamak amacıyla İslam ümmetini zayıflatmak ve yoksullaştırmak için sömürgeci kafirin Cehennemi planına yanıt vermektir. Nitekim Ortadoğu'nun Kılıcı olarak bilinen Yahudi Bernard Lewis, 1983 yılında ABD Kongresi’nin gizli bir oturumunda İslam ülkelerinin parçalanıp bölünmesini ve yeni ülkeler için yeni sınırların çizilmesine yol açan ırkçı, kabilevi ve mezhepçi savaşları kışkırtmak yoluyla Sykes-Picot Anlaşması ile paramparça edilmesini gerektiren bir plan sunmuştu. Bundan sonrası ise (Sudan, Yemen, Irak ve Libya) Müslümanların birbirlerinin döktükleri kanlardan oluşan kanlı sınırlar olarak bilinmektedir… 

İslam ümmetinin ortadan kaldırılmasına gelince; Müslümanlar yok edilemeyecektir. Dolayısıyla bu, (Bosna-Hersek, Rohingya, Uygurlar, Orta Afrika ve iç savaşlar gibi) dünyada Müslümanlara karşı uygulanan imha savaşlarına rağmen olmayacak, bilakis siyasi ve ruhi bir akideye sahip olan İslam ümmeti olması vasfıyla onun varlığının ve bekasının sırrını ortadan kaldırmakla olacaktır. Zira ümmetin canlılığı, kafirlere ve değerlerine karşı koymasının nedeni hayatının sırrı olan akidesidir. Nitekim İslam akidesi, hayat hakkındaki mefhumlarıyla gelmiş ve hayatın tüm işlerine yönelik sistemler sunmuştur. Bu nedenle İslam akidesi, Batı’nın İslam beldelerine sokmaya çalıştığında Batı medeniyeti ile çarpışıp çatışmaktadır. Dahası Müslümanların evlatlarını kendi toplumlarına entegre etmekten aciz kalmalarının ardından şimdi Batı medeniyeti, Avrupa içinde ve Amerika’nın kalbinde İslam hadaratı karşısında yenilgiye uğramıştır. Bunun da ötesinde İslam’ı uygulayacak ve onu dünyaya taşıyacak bir devlet olmamasına rağmen dünyada en çok yayılan bir din olan İslam’a dönüş başlamıştır. 

İslam, iğrenç kapitalizmin korkulu rüyası haline gelmiştir. Zira özellikle modern çağda İslam beldelerine yönelik askeri saldırının en büyük bahanelerinden biri olan 11 Eylül 2001 olaylarından sonra İslamofobi veya “İslami terörizm” olarak bilinen şeyi şiddet, cinayet ve barbarlık olarak tanımlayarak halklarını İslam’dan korkutmak için askerlerini seferber etmeye başlamıştır. Nitekim o zamanki Amerikan Başkanı George Bush, bizzat kendisi İslam beldelerine karşı bir haçlı seferi başlattığını açıklamış, Batılı hükümetler Müslümanların faaliyetlerini izlemek ve hareketlerini gözetlemek için güvenlik ve istihbarat servislerini seferber etmiş, camileri ve dernekleri takip ve gözetim altına almıştır. Dahası Batılı ülkeler, sözde terörizm ve aşırılıkla mücadele altında İslam beldelerinde bile İslam’a karşı stratejiler geliştirmişlerdir.        

Ey ateşin ön hatlarında uyuyan hayalperetsler ve ey Müslümanlar; uyanın artık! Zira sizler, sizi yok etmeye ve dininizi ve kimliğinizi ortadan kaldırmaya çalışan şiddetli bir savaşın ortasındasınız. Nitekim NATO Genel Sekreteri Sovyetler Birliği’nin çöküşü sırasında şunları söylemişti: “Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra önümüzde İslam dışında bir düşman kalmamıştır.”   

Şubat 2015 tarihinde, Eski ABD Başkanı Barack Obama, aşırılıkla ve terörizmle mücadele etmek için Washington’da bir konferans düzenlemiş ve bu konferansta Amerika’nın karada, denizde ve havada savaşa girdiği gibi akıl ve fikirler savaşına da öncülük ettiğini ilan etmiştir. Nitekim bu, Trump’ın Biladü’l Harameyn’e yapmış olduğu talihsiz ziyareti (İTİDAL) Terörle Mücadele Merkezi'nin kurulmasıyla sonuçlanmış, bu Merkez 2017 yılında o zamanki ABD Dışişleri Bakanı Tillerson tarafından duyurulmuş ve bununla, dini müfredatın ve kitapların değiştirilmesi ve Amerikan tarzı ve Amerikan İslam’ı üzerine hatipler, imamlar ve vaizlerin hazırlanması ve eğitilmesi amaçlanmıştır. Zira ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı Başkanı James Woolsey 2006 yılında şöyle demiştir: “Onlara bize uyan bir İslam belirleyeceğiz, sonra onları devrimlere sevk edeceğiz, ardından bazı asabiyetçilik naralarıyla bölünecekler ve bunun ardından da gelip kazanacağız.”  

25/12/2020 tarihinde, Sudan Vakıflar ve Din İşleri Bakanı Nasreddin Muferrah, Sudanlı ve Mısırlı imamlar için Ebu Bekir Sıddîk Eğitim Kampı’nın açılışı kapsamında İskenderiye’de bir çağrıda bulunmuş ve Bakan, şiddet ve aşırılığa karşı koymak için akademisyenleri orta yol ve ılımlılık ilkesini benimsemeye çağırmıştır. وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “(Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.” [Tevbe-107]  

İslam’a, Kur’an’a ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik savaş çeşitli şekillerde devam etmektedir. Bunlardan bazıları; Amerikalı rahip Terry Jones’un Mart 2011’de Florida eyaletindeki bir kilisede Kur’an’ı Kerim’in bir nüshasını yakması, ardından Nisan 2011’de cihat ve şeriata karşı bir yürüyüş düzenlemesi ve aynı şekilde Hollandalı milletvekilinin, 2008 yılında yayınlanan, Kur’an’ı Kerim’e saldıran ve Avrupa’nın İslamlaşmasını eleştiren (Fitne) filmi.  

2012 yılında, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in makamına hakaret eden film ile aynı şekilde kerim Peygamberimize hakaret eden karikatür… Yine Müslümanların öldürülmeleri ve taciz edilmelerinin resimleri… İşte bunların hepsi, Müslümanların psikolojik olarak yenilgiye uğramasını ve itaatkâr köleler olarak kalmaları için kararlılıklarını ve gururlarını kırmayı amaçlamaktadır. 

Şimdi Hilafet’in yokluğu ve kapitalizmin egemen olmasıyla dünyanın neler kaybettiğini açıkça sorabiliriz? 

1-    Dünya huzurunu kaybetti.

- II. Dünya Savaşı’nda, sömürgeciliğin açgözlülüğü yüzünden 70 milyondan fazla insan öldürüldü, 1945’ten beri dünya 250’den fazla askeri güç kullanımına maruz kaldı ve bunlardan %92 oranı üçüncü dünyalar arasındaki savaşlar oldu.

- (Hiroşima, Nagazaki, Irak, Bosna-Hersek’de) imha eden ve şekilleri bozan kitle imha silahlarının kullanılması ve hala fetüs ve bebeklerin şekli bozuk olarak doğmaları.

- Mahremiyetin ve onurun olmadığı casusluk ve gözetleme.

2- Halkların, kendilerini kimin yöneteceğini seçme iradelerini ifade etme ve servetlerini kullanma haklarını kaybetmeleri.

- Para sahiplerinin halkları manipüle ettiği ve yalancı demokrasi ile iradelerinin tahrif edildiği demokrasinin dayatılması. Zira para sahipleri, halkın yönetimi adına seçim süreçlerini finanse etmekte, insanların duygularını manipüle etmekte ve istedikleri kişiyi parlatmak için kiralık medyayı kullanarak ardında da halka koyun gibi oy sandıklarını pazarlamaktadırlar. Nitekim insanlar dünyanın en eski ve en büyük demokrasilerinin başında Sarkozy, Trump ve Blair gibi yöneticileri gördüklerinde bu gerçek ortaya çıkmıştır. Zira İnsanlar Fransa’daki sandık merkezlerini yakmak için sokağa dökülmüşler, seçimleri ve sonuçlarını reddetmek için Beyaz Saray’a saldırmışlar ve Blair’i Amerikalıların ajanı olarak nitelendirmişlerdir.    

- 2010 yılında, Kapitalist sistemin krizlerinin doğurduğu küresel mali krizin ardından 81’den fazla ülkede binlerce şehir sokağa çıkarak kapitalistlerden siyasi kurtuluş ve halkların servetlerini paylaşma hakkını talep ettikleri gibi Kapitalizmin ve sahte demokrasinin düşmesini talep etmişlerdir.

Şimdi sorulması gereken soru şudur: Dünya halklarının Kapitalizmin boyunduruğundan kurtulma umutları var mıdır? 

Evet, tek umut İslam’ın uluslararası siyasete ve hayat arenasına geri dönmesidir. Dahası vahşi Kapitalizmin ortadan kaldırılmasının ve dünya halklarının despotluk ve kölelikten kurtulmasının tek yolu budur. Bu ise ancak yeryüzünü Rabbinin nuruyla aydınlatacak olan Hilafet’in yeniden geri dönmesiyle olacaktır. Böylece şer ülkelerinin küresel zulüm, despotluk ve kibirlilik dönemleri son bulacaktır. Bu nedenle sömürgeci ülkeler, Hilafet’in kurulmasını engellemek için İslam beldelerinde Batı kültürüne sımsıkı sarılan ajan ve hainlerden oluşan ordular hazırlamaktadır. Nitekim Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ “Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” [Tevbe-32]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Nâsır Rızâ – Sudan

#YenidenHilafet

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER