Perşembe, 26 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Bangladeş Hükümeti, Sınır Muhafızı Subaylarının Katledilmesi Komplosunu İnfaz Eden Hint Ajanlarını Gizlemeye Yönelik Gizli İttifakında Israr Ediyor

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, bazı askerî subayların katledilmesine yol açan Hindistan ile Bangladeş Hükümeti içindeki ve dışındaki ajanlarının komplosunu protesto etmek ve hükümetin, komplonun hakikatini insanlara ifşa etmesi üzerine Hizb-ut Tahrir'in 31 üyesini tutuklamasını kınamak amacıyla Cuma salâhından sonra Dakka'daki Mescid-il Kebîr'in önünde bir protesto gösterisi düzenledi.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed, kalabalığa hitaben yaptığı konuşmasında şöyle dedi: Sınır Muhafızları Karargâhı'nda meydana gelen sözde "isyan" olaylarının derinlemesine incelenmesi ile yaşananların "isyan" şeklinde isimlendirilmesinin, Hindistan ile hükümet içindeki ve dışındaki ajanları tarafından tezgahlanan komplonun başlangıcından öte bir şey olmadığı ortaya çıkar.

Şu anda bizler, Hükümetin subayların katledilmesi komplosunu kuran Hindistan ile ajanları üzerindeki şüpheyi bertaraf etmek için gizli anlaşma içerisine girdiğine şahit olmaktayız:

Birincisi: İsyancılar ile müzakerelerde bulunmakla görevli Bakan şöyle demiştir: "İnfaz edilmesi amacıyla milyonların harcandığı büyük bir komplo vardır." İşte bu açıklama Bakanın, meydana gelmeden önce komploya dair önceden bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Zira bu açıklama, komplodan iki gün sonra ve tahkikatın başlaması ile sonuçlarının yayınlanmasından önce yapılmıştır. Ancak Hükümet, sorumluluğu gerçek komplocuların dışında başkalarına yüklemeye dönük bir kamuoyu oluşturmak amacıyla böyle bir açıklamada bulunmuştur.

İkincisi: Hakikat noktasında insanları saptırmak maksadıyla Başbakanın pek çok çelişkili açıklamalarda bulunmasıdır. Örneğin parlamentoda, subayların katledilmesinin sabah saat 11'de meydana geldiğini söylemiştir. Ardından dönerek saat 11'den sonra iki kez isyana katılan subaylar hakkında genel af ilan etmiştir! Yine isyanın maksadının, hükümetini zor durumda bırakmak ve onu zayıflatmak olduğunu söylemiştir. Oysa tüm insanlar, bunun maksadının Bangladeş silahlı kuvvetlerini zayıflatmak olduğunu bilmektedirler.

Üçüncüsü: Askerî Polis Danışmanı "Sâcid Mâcid'in" el-Cezîre kanalına yaptığı şu açıklamasıdır: "Orada subayları isyana iten, fiili gerçek bir zulüm vardır." Açıktır ki bu açıklama, vahşîce ve soğuk kanlılıkla işkence edilip katledilen subaylara ve ailelerine yönelik bir ihanettir. Ayrıca bu, hakikati örtbas etme ve kameralar karşısında taleplerini sunarken isyanın ilk gününde kameralar karşısında insanları yanıltan katilleri gizleme teşebbüsüdür.

Muhyidddîn Ahmed şöyle ekledi: Hükümet, ülkenin askerî gücünü yok etmeyi amaçlayan Sömürgecilerin komplolarını ifşa eden Hizb-ut Tahrir'in muhlis üyelerini tutuklayarak günahında haddi aşmıştır. Zira Hükümet, Hizb'in şebâbından 31'ni tutuklayarak cezaevlerine koymuştur.

Muhyiddîn, şöyle dedi: Hükümet, hakikati insanlardan gizlemek ve komplocuları korumakla meşgul olduğu gibi kendisini destekleyen Amerikalılardan, İngilizlerden ve Hintlilerden oluşan Sömürgeci kâfirin soruşturmalara katılması için çalışmaktadır. Bizler kesin olarak biliyoruz ki onlar, suç parmaklarını silahlı kuvvetlerimizi zayıflatmaya tamah eden Hindu düşmanlara yöneltmeyeceklerdir. Bu nedenle de soruşturmayı yapan kişiler bunlar oldukça hakikat bir sır perdesi olarak kalacaktır!

Ümmetin askerî kuvvetlerini koruyacak ve onları düşmanlarına karşı kullanacak olan ancak Hilâfet'tir. Bunun içindir ki Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, insanları aşağıdaki adımları atmaya davet eder:

1- Komplocuları korumak için gizli anlaşma yapmasından dolayı Hükümetin muhasebe edilmesi.

2- Hizb-ut Tahrir üyelerinin derhal serbest bırakılmasının talep edilmesi.

3- Müslümanları birleştirecek, aralarında Amerika'nın, Hindistan'ın ve İngiltere'nin de bulunduğu muharip devletlere karşı koymaya muktedir olacak silahlı kuvvetleri güçlendirecek Hilâfet Devleti'nin kurulmasında acele edilmesi.

 

Devamını oku...

Ey Pakistan'daki Müslümanlar! Geçmişte Diktatörlüğü Kaldırıp Attığınız Gibi Demokrasi Komedyasını da Kaldırıp Atınız ve Pakistan'ın Yegâne İstikrar Garantörü Hilâfet Devleti'ni Kurunuz

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Yüksek Mahkeme, geçen 25 Şubat'ta, Nawâz Şerîf ile kardeşinin herhangi siyasî bir göreve gelmelerini yasakladı. Bu karar, kimilerini hükümetin olağanüstü hal ilan etmesi beklentisine sevk edecek derecede ülkeyi felç eden kaos ve şiddet halini beraberinde getirdi.

Pakistan'daki siyasî kombinasyonu inceleyen bir kimse bunun, Pervez Müşerref'in Amerika'nın gözü ve kulağı önünde devrilmesinden sonra organize edildiğini görür. Mevcut hükümetin oluşturulması öncesinde Amerikalılar ve İngilizler, aralarında Nawâz Şerîf'in liderliğindeki Pakistan Müslüman Birliği Partisi ve Pakistan Halk Partisi'nin de olduğu laik ve İslâmî partilerin hepsi ile sürekli temas halindeydiler. Her parti, oynayacağı rolü belledikten sonra Amerikan iradesi doğrultusunda bir hükümet oluştu. O zamandan bu yana kadar bu partilerin liderleri, Amerika'nın kendilerine biçtiği rolü oynamaktan geri kalmadılar. Hatta şu anda yaşanan siyasî komedya bile Amerikan çizgisinden bir sapma değildir. Zira Amerika, bölgeye ilişkin önceki yönetimden miras aldığı politikayı icra edebilmek için Pakistan siyasî ortamında "yaratıcı kaos" doktrinini oluşturmayı amaçlamaktadır. Böylece Amerika, saldırılarına devam ederken insanların kabileler bölgesi, Afganistan ve bölgeye yönelik Amerika politikaları üzerindeki dikkatleri başka bir yöne çekilmiş olacaktır. Bunun içindir ki ister Nawâz Şerîf, isterse Pakistan Halk partisi olsun hükümet içerisindeki grupların hepsinin Amerikalılar ile görüşmeye devam etmelerine ve onlardan direktif almalarına şahit olmamız şaşırtıcı değildir.

Hem Pakistan Halk Partisi'nin hem de Pakistan Müslüman Birliği Partisi'nin liderleri, daha ilk günden beri Amerika çıkarlarına hizmet etmekte ittifak etmişlerdir. Ancak Pakistan Müslüman Birliği Partisi, sürekli olarak insanlara Amerika ile işbirliği yapmadığı ve onun talimatlarına göre hareket etmediği intibası vermeye çalışsa da kabileler ve Svat Vadisi'nde yüzlerce Müslüman katledildiği zaman partinin liderleri kıllarını dahi kıpırdatmamış, bu cürümlere karşı çıkmamışlar ve mahkemenin kararına karşı şu anda yaptıkları gibi partinin üyelerini sokaklara dökmemişlerdir. İster kabileler bölgesindeki katliam, ister Gazze'de yaşanan katliam, ister Amerika'nın Pakistan'da yaptığı askerî operasyonlar karşısındaki tutumları olsun her iki partinin de gidişatı utanç vericidir. Nitekim "terörizme karşı savaş" kılıfı altında Amerika'nın İslâm'a açtığı savaşın ele alınması için parlamentonun düzenlediği oturumda her iki partinin de bu haçlı savaşında hükümetin Amerika'nın yanında yer almaya devam etmesini onaylamaları bu ifadeyi teyit etmektedir. Oysa onlar için asıl olan Pakistan üzerindeki Amerikan hegemonyasına son vermeleridir. Ancak bunun yerine onlar, sanki büyük farzlardanmış gibi birbirlerinin nüfuzunu sınırlamak için çalışmaktadırlar! Onlar, kuşların hayallerini gerçekleştirmek için Ümmettin hayatî meselelerini unutarak birbirleri ile çatışmakla meşgul oldular ve tökezleyince de bu rüyalarını gerçekleştirmek için insanlardan kendilerini desteklemeleri talebinde bulundular!

Bu partilerin içerisinde bulundukları vakıaları hiç değişmeyecektir. Zira geçen asrın doksanlarında iktidardalarken Amerika'nın ülkedeki nüfuzu herkes tarafından hissedilmekteydi. Bu partiler de gerek Amerika'nın kapitalist ekonomik politikaları, gerek IMF ile Dünya Bankası'nın direktifleri, gerek Pakistan'a ve Hindistan ile ilişkilerin normalizasyonuna ve Müşerref'in iktidarı boyunca yaptığı gibi Pakistanlı vatandaşların Amerika'ya teslim edilmesine ilişkin Amerikan politikaları olsun bölgede Amerika'nın politikalarını uyguluyorlardı. Nawâz Şerîf ve Zerdarî gibi diktatör ve demokratik yöneticiler, birbirinin aynısıdır. Zira her ikisi de tabiatlarında aynı inancı taşımaktadırlar. O da her zaman ve her koşulda laiklik ile küfür nizamını Pakistan'ın bir nizamı olarak ve Amerikan çıkarlarını korumak için çalışmayı huy edinmeleridir. Ülke ve insanlar yok olsa dahi onlar için önemli olan otoritedeki bekalarıdır! Nitekim el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bu yöneticileri tanımlarken ne kadar da doğru söylemiştir. Zira o şöyle buyurmuştur:

أَعَاذَكَ اللَّهُ مِنْ إِمَارَةِ السُّفَهَاءِ قَالَ وَمَا إِمَارَةُ السُّفَهَاءِ قَالَ أُمَرَاءُ يَكُونُونَ بَعْدِي لاَ يَقْتَدُونَ بِهَدْيِي وَلاَ يَسْتَنُّونَ بِسُنَّتِي فَمَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ لَيْسُوا مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُمْ وَلاَ يَرِدُوا عَلَيَّ حَوْضِي وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ وَسَيَرِدُوا عَلَيَّ حَوْضِي "Allah seni sefihlerin yönetiminden korusun." Dedi ki: ‘Sefihlerin yönetimi de nedir?' Dedi ki: "Benden sonra yöneticiler olur. Onlar Hidâyetime uymazlar ve Sünnetimi de tâkip etmezler. Her kim onların yalanlarını doğrular ve zulümlerinde onlara yardım ederse, işte onlar Benden değildir ve Ben de onlardan değilim! Onlar (Cennetteki) Havzıma gelemezler. Her kim de onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerine de yardım etmezse, işte onlar Bendendir ve Ben de onlardanım! Havzıma gelecek olanlar işte bunlardır." [Ahmed rivayet etti]

Bu liderlikler, muhlis değildir; zira ne Allah'ın şeriatını tatbik etmekteler, ne de Müslümanları kafirlerden korumaktalar. Ayrıca insanların temel ihtiyaçlarını sağlama ve günlük sorunlarını çözmede de samimi değillerdir. Ancak insanlar, gözlere kum serpmek amacıyla bu liderliklerden bir takım göstermelik tasarruflar görebilirler. Buna rağmen bu tasarrufların, fakirlik, açlık, fiyatların artması, işsizlik, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yetersizliği gibi ülkedeki kötüleşen sorunların çözümüne hiçbir faydası dokunmayacaktır. Bilakis bu trajediler, bazı insanları intihara sevk edecek derecede berbat bir hayat oluşturmuştur!

Pakistan'daki Müslümanların sorunlarını çözmesi noktasında bu liderlikte ümit yoktur. Bu da ajandasının, sömürgecilerin izin verdiği göstermelik rötuşlar dışında her türlü gerçek çözümden yoksun olmasından dolayıdır. Dolayısıyla onlara göre nizamın değişmesi, otoritenin kendi ellerinde kalmasıdır. Bazı idarî kanunların değişmesinde, kendileri için çalışanların atanmasında, kendilerine karşı koyanların uzaklaştırılmasında, kişisel çıkarları için görevlilerin yerlerinin değiştirilmesinde, bazı devlet kurumlarının güçlendirilmesinde ve bazılarının zayıflatılmasında bir mâni yoktur!

Müşerref'in yönetici olduğu dönemde insanlar, kâfirler tarafından harici hakaretlerin ve fiyatların yükselmesi sıkıntısını çekerlerken, mevcut liderlik bu sorunların sebebini diktatör Müşerref'in iktidarına bağlıyordu. İşte Müşerref gitti, onların demokratları geldi ve daha önce pek çok kez başarısız olduğu gibi bu sorunların çözümünde daha önceki liderlik gibi başarısız oldu. O halde bu liderliğin, diktatörlük ile demokrasinin bir paranın iki yüzü olduğunu ve Pakistan'daki Müslümanların sorunlarını çözmede başarısız olacağını itiraf etmeleri elzem değil midir?! Fakat bu liderlik bunu itiraf etmektense, fesat ve nizamın çökmesi yolu ile dilediği gibi kendi çıkarlarına hizmet etsin diye insanların seçeneğinin demokrasi olduğunu iddia ederek demokratik girişimde bulunmaktadır!

Pakistan, geçen on yıllar boyunca sistematik şekilde kişisel politikaların belirlenmesi salgını ve insanların yalan vaatlerle saptırılması yüzünden sıkıntı çekti. Hatta bazı insanlar, onlara aldanarak onların peşinden gittiklerinde dahi otoriteye ulaşıp kişisel çıkarlarını gerçekleştirmeleri ile onlara sırt döndüler ve onları yüz üstü bıraktılar. Böylece onlara aldananlar pişman olduysalar da pişmanlık fayda vermedi. Bunun yanı sıra iktidara ulaşan bu kimseler, birbirlerini itham ettiler, ülkede kaos durumu oluşturdular ve gerçek sorunun kökleri hususunda insanları saptırmak için yoğun uğraş verdiler. O da tatbik edilen ve sömürgeci kâfir tarafından desteklenen laiklik ile küfür nizamıdır. Oysa bu, daha önceki diktatör liderliğin tatbik ettiği aynı nizamdır. Dolayısıyla iktidar koltuğu ister demokratik ellerde, isterse diktatör ellerde olsun bu nizam baki kaldığı sürece Pakistan'ın sorunları daha, daha çok kötüleşecektir.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Şahit olduğunuz üzere sömürgeci nizam ile fasit liderlik, sorunlarınızın çözümünde ve İslâm ile Müslümanların himaye edilmesinde samimiyetsizliklerini ortaya koymuşlardır. Sorunlarınızı çözmeye muktedir yegâne nizam, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın tüm insanlığa gönderdiği hak nizamdır, Hilâfet Devleti'nin tatbik ettiği nizamdır. Zira o, insanları neyin ıslah ve neyin ifsat edeceğini bilen insanlığın yaratıcısının gönderdiği nizamdır. Nitekim Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latîf'tir, Habîr'dir." [el-Mulk 14]

Önünüzde Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak için kurulmuş olan Hizb-ut Tahrir vardır. Ve Hizb-ut Tahrir, sizleri sözde demokratik komedyasını kaldırıp atmaya ve Hilâfet Devleti'nin kurmak için kendisine katılmaya davet etmektedir. Zira sizlere, İslâm ile Müslümanların maslahatlarını tüm maslahatların önüne geçirerek muhlis bir liderlik getirecek olan ancak Hilâfet'tir. O liderlik ki iktisadî, hukukî, içtimaî, eğitimsel sorunlarınızı, dahilî ve haricî sorunları hanîf şeriatın hükümlerini tatbik ederek çözecektir.

Ey Güç ve Kuvvet Ehli!

Mevcut nizamın tekerrür eden yozlaşmaları ile geçmişteki nizamın yozlaşmaları, azmedip halkınızı bu kaostan kurtarmak ve Pakistan'daki Müslümanları siyasî kaostan kurtaracak olan Hilâfet Devleti'nin kurulması için Hizb-ut Tahir'e nusret vermek üzere harekete geçmeniz için yetmez mi?

Fasit yöneticilerin enkazı üzerine Hilâfet Devleti'nin kurulması, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bir vaadidir. O halde sizden kim bu şerefe nail olmak isteyecektir? El-Hak Taberake ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِيـنَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُون "Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Artık her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fâsıkların ta kendileridir." [Nur 55]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ocampo, Avrupalı Efendilerine Sadık Kaldı, Sizler de Âlemlerin Rabbine Sadık Kalınız Ey Sudan Yöneticileri!

Beklendiği gibi Ocampo, Cumhurbaşkanı Ömer Beşir'in tutuklanmasına ilişkin Ceza Mahkemesi'nden bir karar çıkardı. Ocampo, bu alçaltıcı karar çıkana kadar, kendisini atayan Avrupalılara sadık kaldı ve kendisini onlara hizmete adadı. Herkesçe bilindiği üzere Devletlerarası Ceza Mahkemesi, Avrupa'nın dünyaya, özellikle de üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan ülkelere egemen olmayı ve nüfuz etmeyi hedefleyen planları önünde duranlara karşı kullandığı bir Avrupa mahkemesidir. Nitekim Sudan Hükümeti tarafından Darfûr bölgesinde Avrupa lehine daha fazla taviz verilmesi için Sudan'a karşı kullanılmıştır. Bu da Hükümet'in Amerika lehine aşağılayıcı ve küçültücü tavizler verdiği meşum Nifâşa Anlaşması'ndan sonra Amerika'nın Güney Sudan'da yalnızlaşması üzerine olmuştur. Dolayısıyla Darfûr çatışması ve son kararın çıkarılmasına dayanması, bunun acı bir semeresi olmuştur.

Aslında Avrupa, Beşir'in veya bir başkasının yargılanmasını istememektedir. Bilakis o, sadece -belirttiğimiz gibi- bizleri tavizler vermeye alıştıran hükümet tarafından tavizlerin verilmesini istemektedir. Zira Darfûr'da soykırım cürümleri veya başka bir şeyin işlenmesi, Avrupa'nın hiç umurunda değildir ve Sudan halkının toptan yok edilmesi dahi umurunda değildir. Onun istediği tek şey, Güney Sudan'dan çıktığı gibi Darfûr'dan da çıkmayı istememesidir. Bundan dolayı önümüzdeki günlerde Devletlerarası Ceza Mahkemesi kanununun 16. maddesi uyarınca kararın uygulamasının bir yıllığına ertelenmesine ilişkin Güvenlik Konseyi'nden bir kararın çıkması beklenmektedir. Böylece bu karar, Sudan Hükümeti'nin tepesinde duran bir kılıç olacaktır ki böylece talep edilenleri bir yıl öncesinden vermeye koşacaktır. Böylelikle de Güney Sudan'ı kaybetmemizin ardından benzer senaryolarla Darfûr'u da kaybedeceğiz. Dinen bilinmesi gerekenlerden biri; fıskı her ne olursa olsun bir Müslümanın önünde yargılanmaması gereken bir tağut olması itibarıyla Batılı küfür mahkemelerine muhakeme olunmamasıdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60]

Dolayısıyla devlete düşen, sadece Devletlerarası Ceza Mahkemesi'ne muhakeme olmayı reddetmesi değildir. Bilakis Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi küresel küfür örgütlerine muhakeme olmayı da reddetmelidir. Zira bunların hepsi de Allah'ın Kitâbı ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine dayanmayan kurumlardır. Dolayısıyla bunlara katılmak, bunlara muhakeme olmak ve kararlarını tanımak şer'an haramdır. Darfûr sorunu, hatta Sudan'ın tüm sorunlarının çözümü, her işi Allah'ın Kitâbına ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine döndürerek Râşidi Hilâfet'in ilan edilmesiyle olur. Bunu da Allahu Te'alâ'nın şu kavline itaat ederek yapacaktır:فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasülü'ne götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59]

Böylece sorunlar bitecek, haklar sahiplerine döndürülecek ve insanlar arasında adalet yayılacaktır. Böylelikle de Rabbinizi razı etmiş, zilleti kaldırmış, düşmanlarınızın ülkenize uzanan ellerini koparmış olacaksınız.

 

Devamını oku...

Anayasa Mukaddimesi veya Esbab-ı Mucibesi

  • Kategori Kitaplar
  •   |  


- Birinci Bölüm -

(Genel Hükümler, Yönetim Nizamı,
İçtimai Nizam)
مُقَدِّمَة الدُّسْتُور
أَو
الأَسْبَاب المُوْجِبَة لَه
القِسْم الأَوَ ل
(أحكام عامة، نظام الحكم، النظام الاجتماعي)
Hizb-ut Tahrir Neşriyâtındandır

Birinci Baskı
H. 1382 – M. 1963
İkinci Baskı
(Mutemet Baskı)
H. 1430 – M. 2009

 

Kitabı indir / oku (3 MB)

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler d

Bugün Hilâfet'in yıkılışının 85. yıldönümü. Hicrî 28 Recep 1342 el-muvâfık Mîlâdî 3 Mart 1924 tarihinde Hilafet, Ankara'daki İngiliz aşığı ve uşağı bir avuçluk çetenin uyduruk hükümeti tarafından ilga edilmiştir. Bu olay İngilizlerin ortaya attığı "Şark Meselesi"nin en önemli ayağını oluşturmuştur. Böylelikle İslam Ümmeti için 1300 yıllık geçmişinde hiç tatmadığı zilletin kapısı aralanmıştır. Bu vahim olaydan sonra Müslümanların canlarına, mallarına, ırzlarına dokunulması kolay bir iş haline gelmiştir. Bunca yıldır Ümmetin akan gözyaşı kurumamış, Ümmetin başına çöreklenen ve Müslümanlardanmış gibi görünen hain yöneticiler ise sömürgeci kafir efendilerinin çıkarları için memleketlerimizde şırça köşklerinde bekçilik yapmışlar, İslam Ümmeti için timsah gözyaşı dökmeyi de ihmal etmemişlerdir.

Ancak Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izni ve yardımıyla bu Ümmet, kendi içinden hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan, İslam'ı bir ölüm-kalım meselesi olarak kavrayan, İslam Ümmetini kalkındırarak, yeniden layık olduğu izzete ve zirveye taşıyacak, ideolojisi İslam ve siyasi bir hizb olan Hizb-ut Tahrir'i var etmiştir. Hizb, İslami Ümmeti kafirlerin ve yerli uşaklarının çeşitli entrikalarını deşifre ederek siyasi uyanıklığa, insan aklının ürünü olan fikir ve ideolojilerin batıllığını ve fasitliğini göz önüne sererek fikri uyanıklığa sevk etmek için çalışmıştır. İnsan aklını tatmin eden, fıtrata uygun, kalbe huzur ve sükûnu yerleştiren İslam'ın fikirleri sayesinde Hizb, küresel bir çalışmaya dönüşmüştür. Hizb, kurulduğu 1953 yılından bugüne, kafirlerin ve yerli uşaklarının elele vererek Ümmete unutturmaya çalıştığı Hilafet'in, son günlerde giderek artan sulandırma ve bulandırma faaliyetlerine rağmen, yeniden ikame edilmesinin farziyetini hiç taviz vermeden, zamana, mekana ve şartlara göre sözlerini eğip bükmeden sürekli hatırlatmış, bu sayede Hizb, İslami Ümmet nezdinde kafirlerin tasallut ve tahakkümünden kurtulmanın ümidi haline gelmiştir.

Öyle ki kafirlerin önceleri kabus dedikleri şimdilerde ise bir gerçek olarak karşılarında duran, İslami Ümmet içinde İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması yönünde oluşan samimi kamuoyunu bertaraf etmek, Ümmetin ağzına bir parmak bal çalmak adına, ABD'nin Türkiye'ye biçtiği rol gereği yıldızını parlattığı Amerikan Kültürü Partisi (AKP) Başkanı Recep Erdoğan'a "Davos Çıkışı" adlı tiyatral gösteriyi yaptırmak zorunda kalmışlardır. Ancak ne var ki yeniden doğuşunu geciktirmeye çalıştıkları İkinci Raşidi Hilafet Devleti, er ya da geç Allah'ın izniyle kurulacak ve kafirler ise layık oldukları hüsran ve zillete düşeceklerdir. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İnsanlar, Orduyu ve Sınır Muhafızlarını Yok Etmeye Yönelik Hint Komplosunu Boşa Çıkarmalı ve Bu İşte İhmalkârlık Göstererek Gizli İttifak Kuran Hükümeti Muhasebe Etmelidirler

Saygıdeğer Gazeteciler!

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, hem Sınır Muhafızları Komutanlığı'ndaki sözde isyana ilişkin bakış açısını arz etmek hem de ülkenin silahlı kuvvetlerini yok etme komplosunu ifşa etmelerinden dolayı Hizb'in şebâbının tutuklanması da dâhil ilgili son gelişmeler hakkındaki bakışımızı arz etmek için bu basın toplantısını düzenledi.

Saygıdeğer Gazeteciler!

Bangladeş'teki insanlar, 25 ve 26 Şubat'ta, Sınır Muhafızları Karargâhı'nda yaşanan trajik olaylardan, özellikle de yüzün üzerinde subayın gizli bir şekilde hunharca katledilmesinden dolayı öfke ve kin kustular. Ayrıca subayların ve masum aile fertlerinin katledilmesinin affedilmez iğrenç bir cürüm olduğunu, katledilenlerin cesetlerinin parçalanması ve yakılması, evlatlarının, hanımlarının, hamile kadınların katledilmesi ve kadınlara tecavüz edilmesi cürümlerinin tamamını, Hindistan'ın ödlek ajanlarından oluşan bir çetenin yaptığını teyit ettiler.

Artık insanlar, orduyu zayıflatıp Bangladeş silahlı kuvvetlerinin saflarını parçalamaya yönelik Hindistan'ın komplosunu fark etmişlerdir. Hindistan, daha önce yaptığı gibi Bangladeş'teki ajanları vasıtasıyla komplo planının uygulanması için fırsat oluşturdu. Nitekim sözde isyan olaylarının gelişmesinden ortaya çıkmıştır ki bu, Hindistan ile Hükümet dışına ve içine yuvalanmış ajanları tarafından tezgâhlanan komplonun uygulanması için ilk adım oldu. Bilindiği üzere sırf müşrik Hindulara ve ajanlara hizmet etmedikleri için birçok yetenekli subay katledildi.

Komployu düzenleyenler, Sınır Muhafızları Komutanı'nı ortadan kaldırmayı başardılar. Şimdi onlar, Sınır Muhafızlarını ordu komutasından tasfiye etmeye hazırlanıyorlar. Açıktır ki bu çaba ülkenin güvenliğini tehdit etmektedir. Sınır Muhafızlarının ordudan ayrılmasında ve iki kuvvet arasında bölünmüşlük oluşturulmasında çıkar sahibi olan düşman Hindistan'dır. İki kuvveti birbirinden ayırma çabası, kabul edilmez bir durumdur. Dolayısıyla iki kuvvet de tek bir liderlik altında kalmalıdır ve bunların birbirinden ayrılması ülkeyi düşmanlarının, özellikle de Hindistan'ın karşısında zayıflatır.

Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla "Avami Birliği" Hükümeti'nin şüpheli rolü ortaya çıkar:

Bu komplonun iğrençliği Hükümetin gözünden mi kaçtı? Hükümet, isyancıların can güvenliğini sağlamak amacıyla bu önemli güvenlik hususunda isyancılarla görüşmeleri için üst düzeyde bakanlar ve askerî polis temsilcisi gönderdi mi? Neden Hükümet, subaylar ile ailelerinin kanlarını ve onurlarını korumak hiçbir tedbir almadı? Özel korumaları olmaksızın defalarca Sınır Muhafızları Karargâhı'na girmelerine rağmen bir bakanın veya askerî polis temsilcisinin isyancılar tarafından herhangi bir eziyete maruz kalmadıkları doğru değil midir? Hükümetin, isyancılar hakkında genel af ilan etmesinin, subayların ve ailelerinin akıbetlerini açıklamamasının maksadı nedir? Bu genel affın ilânı; katillerin cürüm mahallinden uzaklaştırılmasını, bölge sakinlerinin tahliyesini ve güvenlik kuvvetlerinin bölgeye konuşlanmasını gizlemek amacıyla değil midir?

Saygıdeğer Gazeteciler!

Silahlı kuvvetler de dâhil olmak üzere tüm insanlar, bu sorulara yanıt ve açıklama beklemektedir. Ama bu soruların cevabı yerine bizzat Başbakan, parlamentoya ek sorular teklif etmiştir! Bu sorular ile Hükümet, Hint medyasının peşinde yürümüş ve başkalarını suçlamış olmaktadır!

Başbakan, olayı araştırmak için Hükümetin, Amerika'dan, İngiltere'den ve Birleşmiş Milletler'den yardım isteyeceğini açıkladı. Bunu ise onların Hükümetin gerçek dayanakları olduğunu herkes bilmesine ve dünyanın dört bir tarafında elleri Müslümanların kanlarına bulaşmış olması gerçeğine rağmen yapmaktadırlar. Bu halde olan kimselerden hala hayır bekleyebilir miyiz?

Katillerin olay mahallinden kaçmasına izin veren Hükümetin hangi adaletinden bahsetmektedirler? Zira 25 ve 26 Şubatta Başbakan ile diğer bakanlar, kendi hükümetlerinde katillerle bir dizi görüşmeler yapmışlardır. Peki, şimdi nerede o katiller?

Hükümet, bu katilleri tutuklamak yerine kendisinin komplodaki rolünü ifşa etmelerinden dolayı Hizb-ut Tahrir'in şebâbını tutuklamakla meşgul olmuştur. Bildiğiniz üzere Hükümet, Hizb-ut Tahrir'in 27 üyesini tutuklamıştır ki bizler, bu tutuklamayı kınıyor ve Hükümetten derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.

Mevcut kriz bağlamında Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, insanları aşağıdaki adımları atmaya davet eder:

Ordu ile sınır muhafızlarını yok etme komplosunu boşa çıkarmaya çalışılması. Bu cürümün meydana gelmesini engellemek için gerekli adımları atmaması ve komplodaki şüpheli rolünden dolayı Hükümetin muhasebe edilmesi. Komploya ve katliama ortak olan kişilerin muhasebe edilmesinin talep edilmesi. Müslümanları birleştirecek, aralarında Amerika'nın, Hindistan'ın ve İngiltere'nin de bulunduğu muharip devletlere karşı koymaya muktedir olacak silahlı kuvvetleri güçlendirecek Hilâfet Devleti'nin kurulmasında acele edilmesi.

 

Devamını oku...

Hilâfet'in 85 Yıllık Yokluğu, Yıkıma, Bölünmeye ve Durgunluğa Yol Açmış, Artık Değişim Anı Gelmiştir

Bugün, İslâmî Hilâfet Devleti'nin Sömürgeci ajanı Mustafa Kemal tarafından yıkılışının 85. yıldönümüdür. İslâmî Ümmet, o zamandan beri bölünmüşlüğün, işgalin ve ekonomik durgunluğun yanı sıra yabancı hegemonyanın sıkıntısını çekegelmektedir. Buna rağmen Allahu Subhânehu ve Te'alâ'nın fazlı sayesinde pek çok göstergeler, durdurulması imkânsız büyük bir değişimin, Şeriat, İslâm ve Hilâfet için yükselen bir nidanın varlığını göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ, bu önemli yıldönümüne ilişkin yaptığı değerlendirmesinde şöyle dedi: "1924'ten beri yöneticilerinin, Sömürgeci güçler ile birlikte halklarına karşı düzenli ilişki içerisine girdiği elli küsur zayıf ve etkisiz devlete parçalandık. Zira Filistin, Irak, Afganistan, Somali ve diğer yerlerdeki kardeşlerimiz ve bacılarımız katledildi. Bizler, Hilâfet ile temsil edilen koruyucu zırhımızın yokluğu altında en habis sömürgeci saldırılara maruz kaldık."

"Buna rağmen işler, İslâmî âlem boyunca değişime doğru gitmektedir ve emareler herkesin göreceği şekilde açıktır. Zira Ümmet, Gazze katliamı karşısında birlik olup harekete geçerek ajan yöneticilerin alaşağı edilmesi ve Filistin'in kurtarılması amacıyla Müslüman orduların harekete geçmesi çağrısında bulundu. Ümmet, insanlığa yıkım getirecek olan malî kriz deryasındaki Kapitalizmin küresel başarısızlığını görmekte olduğu gibi Ebu Garip ve Guantanamo hapishanelerindeki ‘özgürlüğe ve demokrasiye dair' yalancı vaatlerin ifşa oluşuna da şahit olmaktadır."

"Müslümanlar, diktatörlüğü, sosyalizmi, demokrasiyi, krallığı ve vatancılığı deneyip başarısızlıklarına şahit olmalarından sonra yükselen seslerle yeniden adil bir Halîfenin gölgesinde İslâm nizamlarının ikamesini talep etmektedirler. Allah'a hamd ve şükürler olsun."

"Müslümanların topraklarında Hilâfetin yeniden kurulması, Ümmetin tamamına farzdır ve şu anda pek çok insan bu İslâmî kurumun yokluğunun manasını kavramıştır. Zira Müslümanların toprakları, yeni bir liderlik altında siyasî birlikten yoksun olduğu bir ortamda tecrit olmuş veya milliyetçi devletlerin eski dar bakış açısı ile bakıldığı sürece Atlantik kıyısındaki Fas'tan başlayıp Pasifik Okyanusu sahilindeki Endonezya'ya kadar uzanan Ümmetin içerisinde yaşadığı karmaşık ve çeşitlenen sorunların çözümü neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Doğrusu İslâmî âlemin, dünya nüfusunun yaklaşık %20'si, petrol rezervinin %60'ı, doğalgaz rezervinin %55'inin yanı sıra altın ve dünya parasının %37'sine ve dünyanın toplam askerinin yaklaşık %25'ine sahip olması müthiş bir durumdur. Buna rağmen o, parçalanmışlık ve sömürülmüşlük gölgesinde neredeyse hiçbir siyasî etkiye ve bu muazzam serveti işletme liderliği şansına sahip değildir."

"İslâmî âlemdeki azgınlığın ve fesadın alternatifi şüphesiz Hilâfet'tir. Feodal toprak ağaları ile tâğut yöneticilerden otoriteyi söküp almanın, gerçek bir hukuk otoritesi oluşturmanın yanı sıra sadece azınlık için değil herkes için refahı sağlamanın ve İslâmî âlemin geleceğine ilişkin siyasî kararların Londra ile Washington'da değil Kahire, İstanbul ve İslâmabad gibi yerlerde alınacağının teminatı ancak odur. "

"Artık Müslümanların topraklarını birleştirecek, Filistinli ve Iraklı annelerin yanı sıra Somalili ve Keşmirli annelerin de çığlıklarına icabet edecek Hilâfeti yeniden kurmak için çalışmamızın zamanı gelmiştir. Ayrıca değişim rüzgarının, Hilâfet, Şeriat ve İslâm fikirlerini beraberinde taşıyarak bölge boyunca esmesinin zamanı da gelmiştir ki geçen 90 yıl boyunca yaşanan boğucu hayatı ortadan kaldıran gerçek bir vakıa haline gelsin."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Şarm Eş-Şeyh Konferansı, Yahudi Varlığının Cürümlerini Örterken, Sorumluluğu Filistin Halkına Yüklemektedir

Arap, Müslüman ve yabancı devletlerden seksen temsilci, "Gazze'nin İmarı" için Şarm eş-Şeyh'de bir araya geldiler. İmara erişilmesi için, Yahudi varlığı ile Filistinliler arasında sakinliğin oluşması, uzlaşmanın gerçekleşmesi ve vatanî birlik hükümetinin oluşması şartını koştular. Zira Mübarek şöyle dedi: "Yeniden imar sürecinin başarısı, sınır kapılarının yeniden açılmasını sağlamak için Gazze'de ‘İsrail' ile Filistinliler arasında ivedilikle sakinliğe ulaşılması, Vatanî Otorite ile gruplar arasında uzlaşmanın gerçekleşmesi ve imar sürecini denetlemesi için vatanî birlik hükümetinin oluşturulması da dâhil birçok faktöre bağlıdır." Yine Selâm Feyâd'ın şöyle dediği aktarılmıştır: "Ancak yeniden imar, hala kalıcı sakinlik anlaşmasının imzalanmasına bağlıdır." Bu bağlamda şunları söyleriz:

1. Belirlenen şartlar, Amerika, "İsrail" ve Mısır'ın savaş öncesi ve savaş sırasında talep ettiği şartların aynısıdır. Dolayısıyla sakinlikten, uzlaşmadan ve vatanî birlik hükümetinden maksat, Filistin halkı ile bölge devletlerinin tanımaları sayesinde Yahudi varlığının güven, mutmain ve huzur içerisinde yaşadığı bir ortama ulaşmaktır.

2. Bir araya gelen bu devletler, Yahudi varlığının Gazze'ye saldırısı sırasında gerçekleştiremediğini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Dahası onlar, mağdurlar aleyhine alçaltıcı ve insafsız şartlar belirleyerek Yahudi varlığını temize çıkardılar ve cürümlerini örttüler.

3. Gazze'nin imarı için timsah gözyaşları döken bu devletler, Filistin halkına sırtlarını dönerek Gazze'ye yönelik savaşında Yahudi varlığı ile gizli ittifak kuran devletlerin aynısıdır. Hatta Yahudi varlığını ortaya çıkararak para, silah ve devletlerarası kararlarla onu destekleyen bizzat Avrupa ile Amerika'dır. Şimdi ise masum kanları, cesetleri ve enkazları Yahudi varlığını korumanın bir aracı olarak istismar etmektedirler.

4. İslâmî Ümmet, Filistin halkına karşı Yahudi varlığı, Amerika ve Avrupa ile gizli ittifak kuran yöneticilerini asla affetmeyecektir. Zira bu yöneticiler, bu aşağılanmaya ve bu insafsız şartlara maruz kalmadan erzak ve para yardımını doğrudan Gazze halkına ulaştırmaya muktedirdiler.

5. Tek başına erzak ve para yardımı, geçmişte Filistin halkını kurtarmadığı gibi şu anda da kurtarmayacaktır. Zira Filistin halkı, kendilerini işgalin pençelerinden ve vahşî cürümlerinden kurtaracak ordulara muhtaçtır.

6. Yahudi varlığına gelince; mübarek arzı işgalini ve sonuncusu Gazze'de olmak üzere Müslümanlara karşı sürekli işlediği vahşî cürümlerini affetmemiz imkânsızdır. Bu varlık ortadan kaldırılıp dünya onun şerlerinden kurtulmadıkça tepkiler asla yürekleri ferahlatmayacaktır. İşte Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Allah'ın izni ile bunu gerçekleştirecek Hilâfet'in ikamesi için çalışıyoruz.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER