Perşembe, 26 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Bangladeş Silahlı Kuvvetlerini Yok Etmeye Yönelik Hint Komplosunu Ele Almak Üzere Bir Diyalog Formu Düzenledi

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Dakka'daki Basın Kulübü'nde, Bangladeş Silahlı Kuvvetlerine yönelik Hint komplosunu ele almak üzere bir diyalog formu düzenledi. Oturumun açılış konuşmasını Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed yaptı. Foruma katılanlar arasında, Dakka Üniversitesi'nde Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Mahbubullah, Dakka Üniversitesi'nden Hizb-ut Tahrir üyesi Sayın Prof. Dr. Syed Gulâm Mevlâ, Daily Inqilab Gazetesi'nde Yardımcı Editör Sayın Mübâdur Rahman, yazar ve ünlü gazeteci Sayın Sıddîk Hân, editör ve eski gazeteci Sayın Emânullah Kebîr, Vatani Demokrat Partisi Başkanı Sayın Şafiul Alem Prodhan, İslâmi Nizam Partisi Genel Sekreteri şeyh Abdullatîf Nizamî ve Bangladeş Hilâfet Hareketi'nin Genel Sekreteri şeyh Zaferullah Hân da vardı.

Muhyiddîn Ahmed'in konuşmasında şöyle geçmiştir: "Sözde Cumhuriyet Muhafızları Karargâhı isyanı denilen komploya Hindistan'ın karıştığını ispatlayan pek çok kanıtlar vardır. Şunlar gibi:

-Cumhuriyet Muhafızlarının zayıflatılması Hint çıkarınadır ki böylece Hindistan ile Bangladeş arasını ayıran sınırlar, güçlü muhafızlardan arındırılarak Hindistan'ın saldırılarına zemin hazırlanmış olacaktır.

-Sınır Muhafızlarını zayıflatmaya yönelik Hint girişimi yeni olmayıp bilakis kadidir. Nitekim Hindistan, geçmişte birçok münasebetle bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır.

-Hindistan, Bangladeş Silahlı Kuvvetleri'ne düşman gözüyle bakmakta ve onu güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görmektedir, çünkü Bangladeş İslâmi bir beldedir.

Dolayısıyla Bangladeş Silahlı Kuvvetlerini zayıflatmak için Sınır Muhafızlarına yönelik büyük çaplı bir katliam gerçekleşmiştir."

Muhyiddîn Ahmed şöyle ekledi: "Her ne kadar Hükümet, olayları başarıyla idare ettiğini iddia etse de bu iddia asılsızdır zira hem iki gün devam eden isyanı bir iki saat içerisinde engelleme imkânı vardı, hem de üst düzey subaylar yoluyla subayların katledilmesine mani olma imkânı vardı. Bunu yapmasını bırakın katillerin kaçmasına izin vermiştir.

Sınır Muhafızları, reform adı altında muharip devletlerle barış içerisinde kalmamalı ve düşman Hindistan'a yönelik sadakat yerine izzet, üstünlük ve büyüklük kültürünü yaymalıdır.

İnsanlar, Hint Hükümeti içerisindeki üst düzey siyasi bir yetkilinin Hindistan Dışişleri Bakanı Pranab Mukraj'ın, durumların kontrol edilmesinde Hindistan'ın Bangladeş'e yardımcı olacağı gibi Sınır Muhafızları için mali yardım yapacağını da vurgulayan Şeyha Hasina ile temas halinde olduğu şeklindeki açıklamasından ciddî manada endişe duymaktadırlar. Nitekim "Outlook" adındaki bir Hint dergisi, Hindistan Dışişleri Bakanı'nın Kongre Partisi liderleri ile yaptığı kapalı toplantıdaki şu açıklamasına yer vermiştir: "...Mevcut durumda Hindistan, Bangladeş'e her türlü yardımı yapmaya tam olarak hazırdır... Şeyha Hasina hükümetinin istikrarını sarsmaya çalışanlara, buna devam etmeleri halinde Hindistan'ın buna sessiz kalamayacağını ifade ederek güçlü bir uyarı mesajı göndermek istiyorum. Gerek duyulması halinde Hindistan, doğrudan müdahale edecektir." Bu nedenle görünen o ki hem Hintli siyasi liderler olaylar sırasında hazır bulunmuşlardır hem de Hindistan, Şeyha Hasina'dan Hint çıkarlarına hizmet etmesine ve planlarıyla örtüşmesine imkân verecek şekilde Sınır Muhafızlarının ve tüm Bangladeş ordusunun yapısını yeniden düzenlemesini istemiştir."

 

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

Amerika, Mevcut İktidar Zümresini Kullanarak Pakistan'daki Fesadın ve Uşak Nizamın Ömrünü Uzatmaya Çalışıyor

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Pakistan Başbakanı Yûsuf Rızâ Gîlani, 16 Mart akşamı, azledilen Pakistan Başyargıcı İftihar Muhammed Çodri'nin görevine iade edildiğine ilişkin bir karar yayınladı. Bunun akabinde muhalefet liderliğinde başkente doğru yönelen avukatlar yürüyüşünün iptal edildiği duyuruldu. Pek çok kesim, kendi görüşüne göre bunu bir zafer olarak addetti. Zira bunu; avukatlar ile yargıçlar, avukatlar hareketinin zaferi ve Nawaz Şerif yanlıları, onun zaferi olarak addederken birçok laik hareketler ile sivil toplum örgütleri, Pakistan halkının başarısı olarak addettiler. Hatta bu kararı, beyaz inkılâp diye addedecek derecede ileri gittiler. Yine medyanın etkisiyle kamuoyundan pek çok kişi de bunu, kendilerinin zaferi ve sorunlarının çözümü olarak gördüler. Ancak yaşananları dikkatlice inceleyen kimse, bunun sadece iktidar zümresinin hizmetine ve Amerika'nın çıkarına olduğunu ve yaşananların son seçimlerde olduğu gibi "değişim" kılıfı altında Pakistan halkını aldatmaktan öte bir şey olmadığını fark eder.

Amerika, iktidar zümresi ve ordu komutanlığı ile yoğun temaslar kurarak son gelişmeleri yakından ve büyük dikkatle izlemiştir. Mesela Pakistan ile Afganistan'dan sorumlu Özel Amerikan Temsilcisi Richard Holbrooke, 12 Mart günü, Başbakan, Devlet Başkanı ve Nawaz Şerif ile birebir temas kurmuştur. 15 Mart günü ise Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Devlet Başkanı Zerdari ve Nawaz Şerif ile konuşmuştur. Yine olaylara yönelik Amerikan müdahalesi, Pakistan'ın Washington Büyükelçisi Hüseyin Hakkani'yi zorda bırakacak ve "Amerika, Pakistan'ın iç politikasında hiçbir rol oynamamaktadır!!" şeklinde bir savunmaya mecbur edecek ölçüde çeşitli medya organlarında ve haber raporlarında ön plana çıkmıştır.

Amerika, bu siyasî tiyatro yoluyla pek çok çıkar elde etmeye çalışmıştır. Pakistan halkı nezdinde iktidar nizamının kendi maslahatlarına hizmet etmek yerine Batılı güçlere hizmet ettiği, sorunların çözümünde ağır bir başarısızlığa uğradığı kanaati pekişip bu nizamdan dolayı insanların çaresizlikleri ve umutsuzlukları derinleşince ondan uzaklaştılar ve etrafından dağıldılar. Bunun içindir ki insanların nizama olan nefreti en sonunda doruk noktaya ulaşarak nizamı devirmekle tehdit etmeye başlamasıyla Amerika, insanların nizama yeniden güvenmesini veya onu iyileştirmeyi amaçlamıştır. Dolayısıyla Amerika, Pakistan'daki laik nizam ile insanlar arasındaki uçurumu daraltmayı ümit ederek var gücü ile çalışmaktadır. Mevcut ajan nizamın sorunlarını çözmeye muktedir olduğuna insanları ikna etmeyi ümit etmektedir ki bu nizama olan güvenlerini geri getirsin. Ayrıca tamamen Amerikan çıkarı yanlısı mevcut nizamda etkin olmadıkları şeklindeki düşüncelerini de silmek istemektedir.

Tüm bunların da ötesinde Amerika, nizamın devrilip yerine Hilâfet Devleti'nin kurulmasına davetten insanları uzaklaştırmayı istemektedir. Dolayısıyla fasit politikacıların çeşitli hile ve trajedi komedyalar yoluyla insanları mevcut nizama dâhil edebileceklerini ümit etmektedir. Bunun içindir ki yaşananların "Beyaz İnkılap" olarak ifade edilmesi, insanlar nezdinde değişimin hâsıl olduğu izlenimini oluşturmak amacıyladır. Oysa yaşananlar, helak olmakta olan laik nizamı güçlendirmeye ve ona istikrar kazandırmaya yönelik bir teşebbüsüdür.

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra Amerika'nın da aralarında olduğu Sömürgeci Batılı devletler, Müslümanlar nezdinde İslâmî duyguların tırmanmasıyla İslâmî Hilâfet fikrini Batının stratejik düşmanının temsilcisi olarak gördüler. Amerika bunun gerçekleşmesini önlemek için İslâmî âlemdeki askerî varlığını yoğunlaştırmasının yanı sıra hem İslâmî âlemdeki toplumsal yapıyı, hem de onun siyasî haritasını değiştirmeye çalışmaktadır. Laik fikirlerin İslâmî beldelerde güçlü bir şekilde propagandasına yönelmiştir. Bunu da İslâmî âlemde siyaseten daha etkinleşmeleri için laik kurumları desteklemek yoluyla yapmaktadır. Şu anda Amerika, İslâm'a karşı savaşında bu laik kurumların siyasî ortama liderlik yapmasını istemektedir ve Pakistan'da yapmaya çalıştığı şey de budur. Bunun içindir ki Amerikan yanlısı kurumların ve laik şahsiyetlerin, ülkedeki siyasî gelişmelere ve etkinliklere liderlik etmelerini istemektedir.

Amerika, Pakistan'daki siyasî ortamı ve sahneyi istediği kıstasa göre dizayn ettikten sonra artık Pakistan'ın çabalarını Afganistan'daki sözde "terörizme" karşı savaşa yoğunlaştırmasını ümit etmektedir. Ayrıca Amerika, daha önce yaptığı gibi birkaç ay sonra yapılacak seçimlerden Hindistan'daki müttefiklerinin başarılı çıkmasında Pakistan'ı yardımcı olarak kullanmak istemektedir.

Düzenledikleri uzun maraton sonucunda özel siyasî çıkarlarını gerçekleştiren politikacıların gayesinin İslâm'ı yüceltmek veya Pakistan'daki Müslümanların sorunlarını çözmek olmadığını söylemeye gerek yoktur, zaten bu açık olan bir şeydir. Zira onlar başyargıcın görevine iade edilmesini kutladıkları sırada Amerika, Pakistan'ın kabileler bölgesini vurmaya odaklanmıştı ki kabileler bölgesine yönelik en son saldırı 22 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır. Buna rağmen yöneticiler, bu yönde kıllarını dahi kıpırdatmamışlar ve tek kelime dahi söylememişlerdir. Oysa bu sırada Pakistan sokakları kaynıyor ve çeşitli medya organları olaylara yer veriyorlardı. Bu da siyasî yöneticilerinin bir vadide, Pakistan halkının başka bir vadide olduğu anlamına gelir. Hatta medya organları yoluyla Pakistan sokaklarının Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşına karşı tepkisini yansıtan bir protesto mesajı gönderme cesaretinde bile bulunmadılar!

Başyargıcın görevine iade edildiği, avukatların uzun bir maraton yürüyüşü düzenleyecekleri ilanından sonra duyurulmuştur. Oysa başyargıcın görevine iade edilmesi kararı, yürüyüşün ilanından önce oldu ve Nawaz Şerif ile kardeşi bunun böyle olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle Bill Clinton döneminde Pervez Müşerref tarafından hapsedilmesi boyunca korkudan tir tir titreyen ödlek Nawaz Şerif'in sanki özel korumalarımıymışçasına polisin gözü önünde yürüyüşün iptal edildiğini ve geri çekileceğini ilan etmesi şaşırtıcı değildir. Ayrıca bu tür etkinlikleri bastırmak için jandarma birimlerinin harekete geçmesi gerekirken ordu ile polis, güvenliği sağlamak için harekete geçmemişlerdir. Dolayısıyla göreve iade edilme olayından iki gece önce iyimser haberler hakkında Nawaz Şerif'in olumlu konuşması ve hükümetin göreve iade edilmesi kararını açıklamasının üzerine muhalefetin, yürüyüşün bir parçası olan diğer partilerin siyasî liderleri ile istişare etmeksizin yürüyüşün iptal edildiğini duyurması rastlantı değildir!

İşte medya organlarının yansıttıklarının aksine Pakistan'daki siyasî durumunun ve onu türetenlerin hakikati budur. İnsanların maslahatlarının gözetilmesine gelince; ne yazık ki insanlar, mevcut laik nizamdan hiçbir değişim görmeyeceklerdir. Nitekim fakirlik, enflasyon, yolsuzluk, servetin bir azınlık elinde birikmesi, gelir vergisi gibi vergilerin insanlardan kaldırılması, küresel şirketlerin hortumlaması ve yağmalaması, Amerika'nın Pakistan'ı vurmasına bir son verilmesi, IMF politikalarının uygulanmasının durdurulması veya benzeri meselelerinin hepsinde, Başyargıç makamında kimin olduğu mühim olmaksızın, Pakistan Kapitalist Nizamı tahakküm ettiği sürece hiçbir değişimin olmayacaktır.

Kapitalizm Nizamı, bizzat kendi beldesindeki sorunları çözmekte başarısız olmuştur. O halde çökmekte olan bu nizamın Pakistan'ı yeniden inşa etmesi nasıl mümkün olabilir? Şüphesiz insanların ekonomik, sosyal, siyasî, eğitimsel sorunları ile Pakistan'ın iç ve dış sorunlarını çözmeye muktedir yegâne nizam, tüm insanlığın yaratıcısı Allah Subhânehu ve Te'alâ'nın gönderdiği ve Hilâfet Devleti gölgesinde tatbik edilecek nizamdır.

Ey saygıdeğer avukatlar!

Bugün yürürlükteki Pakistan yargı sisteminin İngiliz Sömürgesinin bir mirası olduğunu sizden daha iyi bilir? O kadar ki Hindistan'da yürürlükte olan ceza kanunu, Pakistan'da yürürlükte olanın aynısıdır! Yargı ve ceza sisteminin uygulanmasının amacı, adaleti tahakkuk ettirmekten ziyade insanları demir pençe ile İngiltere ve yönetimlerine boyun büktürmektir. Dolayısıyla bu küfür hukukunun Pakistan'da adaleti tesis etmesi nasıl mümkün olabilir? Pakistan'da adaletin tahakkuk etmesini istiyorsanız mevcut küfür yargı sisteminin değişmesi ve İslâmî yargı sistemi ile İslâmî kanunların tatbiki için ciddiyetle çalışmalısınız. Bu gayenin gerçekleşmesi için de siyasiler tarafından aşağılık çıkarlar uğrunda istismar edilmemeye hırslı, Hilâfet için çalışan bir hareketin olması kaçınılmazdır.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Gerçek lider, tebaasını aldatmayan ve gerçek önder, halkına yalan söylemeyen kimsedir. Müşerref, Nawaz Şerif hükümetini devirince pek çok siyasî ve İslâmî parti buna sevindiler. Ancak bizler, o zaman bu değişimin sizlerin lehine olmayıp Amerika'nın çıkarına olduğu noktasında sizleri uyarmıştık. Nitekim öyle de olmuştur. Yine Hükümet İşçi Komisyonu Federasyonu oluşturulduğunda mevcut laik nizamın İslâm'ı yüceltmek için çalışmayacağı noktasında da sizleri uyarmıştık. Nitekim öyle de olmuştur. Yine Müşerref'in gitmesinden sonra mevcut hükümet oluşturulduğunda yüzlerin değişmesinin sorunlarınızı çözmeyeceği noktasında da sizleri uyarmıştık. Nitekim sorunlarınız da çözülmemiştir. İşte bugün de hangi hareket olursa olsun Hilâfet Devleti yoluyla İslâm tatbik edilerek kapsamlı inklabi bir değişim ile mevcut durumu değiştirmek için çalışmayan bir hareketin, fesadın ve Batının ajanı olan nizamın ömrünü uzatacağı, Müslümanları uğrunda ortaya çıktıkları gayeden tamamen uzaklaştıracağı, Müslümanların enerjilerini ve duygularını tüketeceği ve insanların ümitsizliğini arttıracağı noktasında sizleri uyarıyoruz. O halde Sömürgecilik planlarından sakının ve Hilâfet Devleti'nin ikamesinden başkasına razı olmayın ey Müslümanlar!

Pakistan üzerindeki Amerikan sömürgeciliği hegemonyasını kaldıracak ve Batılı güçlerin Müslümanların iç işlerindeki tahakkümüne son verecek olan ancak Hilâfet'tir. Kâfirlerin saldırılarını sonlandıracak, daha önce yüzyıllarca gerçekleştirdiği gibi Müslümanlar için adaleti tahakkuk ettirecek, ırkları, renkleri ve dinleri her ne olursa olsun insanların temel ihtiyaçlarını temin edecek ve İslâm'ı tüm dünyada bütün dinlere egemen kılacak olan Hilâfet'tir. İşte o gün, Pakistan'daki ve tüm dünyadaki Müslümanların gerçek kutlama yaptıkları bir gün olacaktır. İşte o zaman İslâm güneşi doğacak. İşte o zaman Allah, İslâm'a nusret verecek, küfrü ve ajanlarını da alçaltacaktır.

Ey muhlis güç ve kuvvet ehli!

Artık Pakistan'daki insanların, sorunlarını çözmekte başarısız olan bu nizamdan kurtulmayı ümit ettikleri ayan beyan olmuştur. Artık Hilâfet Devleti'ni ikame ederek sahih yol istikametinde insanlara liderlik etmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeniz sizlerin üzerinde bir mesuliyettir. Halkınızı, Amerika'nın, İngiltere'nin ve sömürgecinin çıkarı uğruna insanları yüzüstü bırakan ajanlarının insafına terk etmeyiniz. Bu ajanların, insanları trajik durumda bırakmayı başarmaları halinde insanların trajedi ve sefaletinin sorumluluğuna ortak olursunuz. Bu yöneticilerin ellerini kırmaya ve bu nizamı kökünden sökmeye muktedir kuvvet ancak sizin ellerinizdedir. Unutmayınız ki Allah'ın dinine nusret verme vecibenizi sizler yerine getirmezseniz Allah Subhânehu ve Te'alâ, Allah için hiç bir kınayıcının kınamasından korkmaksızın dinine nusret verecek insanları getirmeye muktedirdir. Bu, Allah'a hiç de zor değildir. Allah Te'alâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ "Ey iman edenler! Sizden kim dinden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisinin sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü ve kâfirlere karşı izzetli bir kavim getirecektir. (Onlar) Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur ve Allah'ın ilmi çok geniştir." [el-Mâide 54]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Lübnan Örflerinde Haklar, Başkalarına Verilirken Bunlara Müstahak Olanlar Mahrum Edilmektedir

14 Martçılar İttifakı, Piyal kutlamalarında sık sık tekrarlanan sloganların yeniden tekrar edilmesinden başka bir şey olmayıp birçok noktayı içeren bir vesika açıkladı. Burada bunların hepsini değerlendirecek değiliz. Ancak bunların arasında üzerinde durulmaya ve hakkındaki tutumu açıklamaya değer bir paradoks görünümü veren iki bent vardır. Bu değerlendirme, bu ülkede adet olduğu üzere çatışma tarafları arasındaki elektriklenmeye katkıda bulunmak babından da değildir. Bilakis bir şey bir şeyi hatırlatır kaidesi babındandır. Özellikle ki yorumun mahalli olan mevzuu, ne yazık ki bu iki grup arasındaki anlaşmazlık mahalli değildir.

Bu bentlerden ilkine gelince: "Lübnan'daki Filistinli kardeşlerin yerleşiminin engellenmesine kesin bağlılığı ve 14 Martçı milletvekillerin altı aydan fazla bir zamandan beri bu konuya ilişkin sunduğu ve yerleşime ilişkin anayasa maddesinin düzenlenmesi amacıyla meclis kurulunun toplanması şartını koşan anayasal düzenleme kanunu önerisinin onaylanmasını" ifade eden benttir.

İkincisine gelince: "Lübnanlıların dünyaya yayılması meselesine bağlılığı... ikamet yerinde her gurbetçiye gereken oy kullanma hakkı ve Lübnan vatandaşlıklarından dolayı Lübnan kökenli olanların dönmesini kolaylaştırmaya çalışılması başta olmak üzere sakinlerle birlikte hak ve yükümlülüklerde eşitliğin gerçekleşmesini" ifade etmektedir.

İlk bent, Lübnan'da doğmuş ana-babadan Lübnan'da doğmuş olan yüz binlerce insanın, mülkiyet, her türlü işte çalışma, meslek, kamu işleri, ücretsiz sağlık ve eğitim hakları gibi her insanın faydalandığı asgarî haklardan faydalanmalarını kesin bir şekilde yok saymaktadır... Oysa bu kimseler ve Lübnan halkından olan diğer kardeşleri, tek bir toplumun parçasıdır ve hep birlikte ideolojik, kültürel, dilsel, toplumsal ve tarihsel bağları paylaşmaktadırlar.

İkinci bent ise, birçok nesiller öncesi Lübnan'ı terk ederek kültürel, dilsel, toplumsal, hatta maslahatsal olarak halkı ile hiçbir bağı kalmamış babadan -dahası dededen- doğmuş milyonlarca kişiye beldede doğan ve yaşamını burada sürdüren belde halkının faydalandığı haklardan faydalanma hakkı vermektedir!

Neden?! Çok basit: -Kimilerinin daha yumuşak bir dille demografik denge olarak isimlendirdiği- Lübnan'daki fırkacı dengeyi korumak yüzündendir. Bilakis kimileri bunu, Fransa'nın Lübnan varlığını inşa etmesinden sonra on yıllar boyunca demofre olmuş dengenin kısmen restore edilmesi olarak görmektedir.

Bazı kişilere kaybetmedikleri ve gerek de duymadıkları hakların verilmesi ile diğer kişilerin asgarî insanlık haklardan mahrum edilmesi noktasında ifrata kaçan bu çelişki, dünya devletlerindeki tüm örflere ve kanunlara aykırı olmasının yanı sıra Lübnan varlığının fırkacı politik örflerinin en kötü ifrazatlarından biridir. Bu varlık ki onurlu bir yaşam hakkına sahip beşer olmaları vasfıyla istikrarlı şekilde yaşayan insanların işlerini gözetmek yerine liderler tarafından temsil edilen fırkacı kabilelerin işlerini gözetmek için ortaya çıkmıştır. Allah Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ "Andolsun ki Biz, Âdem oğlunu kerîm kıldık." [el-İsrâ 70]

Aynı şekilde bu, tek bir Ümmeti parçalayan ve insanları, dünyanın dört bir tarafına yayılan bir Ümmeti dost edinmekten Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hilâfet Devleti'ni yok eden sömürgecinin türettiği bölgesel varlıkları dost edinmeye sevk eden içsel vatancılık fikrinin iğrenç ifrazatlarından da biridir.

Eğer yerleşme, gasıp Yahudiler lehine Filistin'den zorla göç ettirilen Filistin halkından vazgeçilmesi manasına geliyorsa, bizler her ne gerekçe ile olursa olsun bu vazgeçmeyi her türlü şekli ile reddettiğimizi teyit ederiz. Çünkü Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Ancak yerleşmenin içerdiği bu manayı reddetmenin, göç ettirilen Filistin halkının evlatlarına garipler ve ağır misafirler olarak muamele edilmesine bir giriş kapısı aralaması caiz değildir. Zira Lübnan ve Filistin halkından olmalarının yanı sıra sunî siyasî sınırlar dışında aralarını hiçbir gerçek virgülün ayıramayacağı tek bir Ümmetin parçasıdırlar. Çünkü onlar, yaklaşık üç nesildir tek bir toprak parçası üzerinde beraberce ortak bir yaşamı paylaşmaktadırlar. Dolayısıyla insanlar arasında felaketlerin ateşi ile kavrulmuş ve baskı dikenleri üzerinde evirile çevrile ömürlerini geçiren bu gurubun üzerinden zulüm ve adaletsizlik kaldırılmalıdır. Keza Lübnan halkından olup "Lübnan vatandaşlığı" belgesi taşıyan insanlar ile bu belgeleri taşımayan diğerleri arasında hak ayrımcılığı yapan tüm kanunlar da kaldırılmalıdır.

Son olarak Allah'ın âyetlerine iman edenlere Subhânehu'nun şu kavlini hatırlatırız:

وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالإِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Onlardan evvel (Medîne'yi) yurt edinmiş ve imanı gönüllerine yerleştirmiş kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." [el-Haşr 9]

Ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisini hatırlatırız:

يا أيـُّها الناس، ألا إنّ ربّكم واحد، ألا إنّ أباكم واحد، ألا لا فضل لعربيّ على عجميّ، ولا لعجميّ على عربيّ، ولا لأسود على أحمر، ولا لأحمر على أسود، إلاّ بالتقوى، إنّ أكرمكم عند الله أتقاكم "Ey insanlar! Dikkat ediniz, Rabbimiz birdir, atanız birdir. Dikkat ediniz, Arabın Aceme (Arap olmayana), Acemin Arab'a, siyahın kızıla (beyaza), kızılın siyaha takvadan başka hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında en üstününüz en takvalı olanınızdır.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Zerdarî'nin Alçaklığı ve Yargıçların Görevlerine İade Edilmesi, Gerçek Krizi-İlan Edilmemiş Amerikan Savaşını Engellemeyecektir

İnsanlar, bu sabah uyandıklarında, Başbakan Gilanî'nin aleni alçaklığına şahit oldular. Kendisi ve Devlet Başkanı Zerdarî'nin, Başyargıç İftihar Çodri'nin yanı sıra azledilen tüm yargıçların görevlerine iade edilmesini kararlaştırdıklarını ilan etti. Gilanî'nin bu açıklamasına rağmen onların görevlerine iade edilmesini engellemek için Pakistan Halk Partisi'nin elinden geleni yaptığını herkes bilmektedir.

Doğrusu Nawâz Şerîf'in, bugün kendisini başyargıçların kahramanı ilan etmesi bir istihzadır. Oysa 1993 yılında otoriteye dönmesine karşı çıkan Başyargıç Secâd Alî Şâh'a karşı kendine bir görev addettiği savaşa öncülük eden bizzat kendisidir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Mustafâ Tacî şöyle dedi: "Ülkenin sürekli bombardımana tutularak masum sivillerin katledildiği Pakistan'a karşı ilan edilmemiş Amerikan savaşına sessiz kalmaları veya destek vermeleri yüzünden hem siyasîlerin hem de Pakistan Hükümeti'nin hıyâneti ayan beyan olmuştur. Hem Zerdarî hem de Gilanî, Pakistan'a karşı ilan edilmemiş Amerikan savaşına cesaret vermeyi sürdürürlerken Pakistan Müslüman Birliği Partisi ile hükümetin parçası olan Şerîf kardeşler, Pakistan Hükümeti'ne karşı sessiz kalmaktadırlar. Oysa Pakistan Hükümeti, insansız uçakların saldırıları için Birleşik Devletler'e Pakistan toprakları üzerinde üstler tedarik etmesinin yanı sıra hem Pakistan'a karşı saldırılar açması amacıyla Amerikan ordusuna yakıt temin etmektedir hem de Karaçi Limanı üzerinden NATO kuvvetlerine silah temin etmektedir."

"İşte bu siyasîler, temsilden ve "demokratik belgeden" bahsetseler de onlar, yabancı tahakkümünden bağımsız değillerdir ve Pakistan kapılarını gözetleyen yabancı kurtlara karşı çalışamazlar! Mevcut vakıa, "demokratik belge", şaibeli siyasî partiler ve başarısız demokratik siyasî nizam yoluyla Pakistan'ın sorunlarına çözüm bulmasının imkansız olduğunu ifade etmektedir."

"Pakistan halkı, yeni bir liderlik ve yeni bir nizam oluşturmak amacıyla Hizb-ut Tahrir ile çalışmak için bu durumu değerlendirmelidir. Dikkat edin o, Hilâfet Nizamı'dır. Zira o, bağımsızlığa ve gerçek değişime giden yegâne yoldur."

"Bu değişimin Pakistan'da oluşturulmasına, Pakistan'a, İslâm'a ve Batıdaki Müslümanlara yönelik yalancı Batılı propagandanın ifşa edilmesine katkıda bulunmak üzere İngiltere'deki Müslümanlar da Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmalıdırlar."

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İngiliz Sömürgesinden Miras Kalan Batıl Yargı Sistemi Yoluyla Adaletin Tahakkuku Mustahildir İnsanlar Ancak İslâm'ın Mutakamilen Tatbik Edildiği Hilâfet Devleti Gölgesinde Adaletin Tadına Varacaklardır

Toplum içerisinde adaleti tahakkuk ettireceğini sanan insanlar, kanunen İngiliz sömürgeciliğinden miras alınan ve İngiliz zulmü ile sömürgesine meşruiyet kazandırmayı amaçlayan bir yargı sistemi tatbik edildiği sürece buna muktedir olamayacaklardır. Zira batıl ve çelişkili kanunlardan karma bir yargı sistemi nerede, insanlar içerisinde adaleti tahakkuk ettirmesi nerede. Dolayısıyla bazı siyasî partilerin, mevcut tâğuti yönetim altında bağımsız bir yargıcın atanmasının örnek bir toplum oluşturacağı iddiasında bulunmaları, batıl bir iddia olup bundan maksat insanları aldatmaktır.

Zulüm kanunu ile hükmeden bağımsız, dürüst bir yargıç olduğunu varsaysak bile adil olmayan bir kanun ile hükmettiği halde nasıl olur da adaleti tahakkuk ettirebilir? Örneğin: Yürürlükte olan Pakistan kanununa göre Afganistan'ı işgal eden Amerikalılar ile savaşan herkes terörist sayılmaktadır. Dolayısıyla bağımsız bir yargıç olsa bile Afganistan'da Allah yolunda cihat eden mücahidi suçlayan kanunu tatbik etmekten başka bir çaresi kalmayacaktır. Yine faizle muamelede bulunanlar veya insanlara vergi koyanlar veya Amerikalılara lojistik yada istihbaratî bilgi temin edenler hakkındaki durumda aynı şekildedir. Zira bu kimselerin hepsi de tatbik edilen kanun nazarında mücrim olarak sayılmamaktadır. O halde bağımsız bir yargıç, topluma karşı bu iğrenç cürümleri işleyenleri koruyan bir kanunu tatbik ettiği halde nasıl olur da toplumu cürümlerden koruya bilir?!

Bunun içindir ki bizzat kanun, batıl ve adaletsiz olarak itibar edilmedikçe adaletin tahakkuk etmesi imkansızdır. Mesela demokratik nizamda kanun koyucu, yasama hakkının sahibi Allah'a karşılık insandır. Zira parlamento sandalyelerine oturan üç yüz milletvekili, kanun çıkarmaktadırlar. Oysa İslâm, neyin yasal, neyin yasal olmadığına itibar etme hakkını insan veren diktatörlük ile demokrasinin yaptığı gibi Halîfe'ye yada Ümmet Meclisi'ne yasama hakkı veya şer'î bir hükmü değiştirme hakkı vermemiştir! Nitekim İslâmın, Hilâfet Devleti altında insanların hayat sahasında uygulanmasıyla toplum içerisinde saadet ve huzur ortaya çıkmıştır. Oysa insanlık için koyulan muhtelif ideolojiler ve nizamlar bunu gerçekleştirmekten aciz kalmışlardır. Rabbimiz, kendisinin inzal ettiklerinin dışında hükmedenleri zalim olarak vasıflandırarak inzal ettiklerinden başkası ile hükmetmekten bizleri sakındırmıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45]

Ümmete şunu hatırlatmak isteriz ki İngiliz kanunundan miras alınan mevcut nizamın gölgesinde hangi yargıç olursa olsun toplum içerisinde adaleti tahakkuk ettirmekten aciz kalacaktır ve İslâm mütekamil bir şekilde Hilâfet Devleti'nde tatbik edilene kadar insanlar bu kanunun sıkıntısını çekeduracaklardır.

 

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: İslâm'ın Nijerya'ya girişi ve bundan sonra nasıl yönetildiği hakkında herhangi tarihsel bir bilgi var mıdır? Ayrıca Nijerya'nın siyasî durumu nedir?

Cevap:

Tarihî vakıa:

1. İslâm, Nijerya'nın Kuzeyindeki Kano bölgesine miladî 7. yüzyılın ortalarında, erken bir vakitte girdi ve ticaret yoluyla Kuzey ile Merkezi Nijerya'daki Hausa ve Fulani topraklarına yayıldı. Miladî 10. asrın ortalarında İslâm'ın etkin bir şekilde yayılması Endülüslü fakîhler tarafından olmuş ve bu bölgelerde İslâmî bir emirlik kurularak kurucusu Osman Dan Fodya'ya atfen Osmanlı Hilâfeti veya Sokoto Hilâfeti olarak isimlendirilmiştir. Nitekim bu devlet, 1904 yılında İngiltere'nin kaldırdığı vakte kadar yaklaşık 100 yıl varlığını sürdürmüştür. Yine aynı dönemde Râbih Bin Zubeyyir tarafından Bornu Saltanatı adında başka önemli bir İslâmî saltanat kurulmuştur. Nijerya'daki şer'î mahkemelerde Mâlikî mezhebi meşhurdur, Müslümanların çoğu Sünnîdir ve on iki eyalette bazı İslâmî şeriat hükümleri uygulanmaktadır.

Nijerya'nın nüfusu, 2006 istatistiklerine göre 140 milyonun üzerinde olup geneli Müslümandır ve farklı istatistiklere göre sayılarının %68 ila %78 arasında olduğu tahmin edilmektedir.

Nijerya'nın yüz ölçümü, yaklaşık 1 milyon m2'dir ve alan açısından dünyanın otuz ikinci sırasında yer alır.

2. Nijerya'ya yönelik ilk Avrupa keşifleri, Portekizli kâşif John Alfonso Damesi tarafından başlamış ardından onu Hollandalı, İngiliz ve Fransız kâşifler takip etmiştir. Keşifler sürecini, M. 1450 ila 1897 yılları arasında Avrupa ile Amerika'da zorunlu olarak çalışmak üzere Nijerya'nın Lagos limanından yaklaşık 7 milyon Afrikalıyı gemilere yükleyen Avrupalı tüccarların süreci takip etmiştir.

M. 1885 yılında İngiliz Hükümeti, Batı Afrika bölgesinin kendisine bağlı bir nüfuz bölgesi olduğunu ilan etmiş ve bunun böyle olduğu devletlerarasınca da tanınmıştır. Ertesi yıl Nijer Kraliyet Şirketi, Sir George Goldie Tumbman'ın bölgenin lideri olduğunu ilan etmiş ve 1900 yılında bu şirketin bölgesi İngiliz Hükümeti nüfuzu altına girmiştir.

1900-1904 yılları arasında ise İngiltere, İslâmî yönetimi kaldırmasıyla birlikte daha sonraları Nijerya adıyla bilinir hale gelen tüm bölgelere kontrolünü yaymayı başarmıştır.

3. Nijerya bu isim ile, İngiltere'nin, Güneyde Gine Körfezi, Kuzeyde Çad ve Nijer'deki Büyük Sahra bölgeleri ile Batıda Benin, Doğuda Çad ve Kamerun arasında yer alan bölgelere Nijerya isimi verdiği 1914 yılında tanışmıştır. Bu da Kuzey, Güney ve Lagos şehri olmak üzere orada üç sömürge kurmasıyla olmuştur.

İngiltere, yönetim noktasında Nijerya'ya farklı yöntemlerle yaklaşmıştır. Mesela Güney ile Lagos şehrinde İngiliz görevlilerinin idare ettiği ve insanları Nasranileştirmek için misyonerlik heyetlerinin de onlara eşlik ettiği klasik sömürgecilik tarzını uygulamıştır.

Kuzeyde ise İslâm'ın güçlü olması nedeniyle İngiliz gözetimi altında bizzat kendilerini idare eder bir şekilde Müslümanları kendi başlarına terk etmiştir. Böylelikle İngiltere, hem İslâm'ın, Güney bölgelerinde yayılmamasını, hem de uzun vadeli olarak İngiliz nüfuzuna bağlı şekilde homojen olmayan derme-çatma bir devletin kurulması zeminini hazırlamak için Kuzey'deki Müslüman çoğunluğu Güney'deki Nasrani ve putperest azınlıktan ayırmayı güvence altına almıştır.

Ayrıca İngiltere, Nijerya'ya yönelik sömürgeciliği döneminde iki araç kullanmıştır. Birincisi: Erken vakitte Nijerya petrol sahalarına egemen olan ve şu ana kadar da fiilen Nijerya'nın petrol üretiminin %40 ila %50 arasında bir oranına hakim Shell Şirketi'dir. İkincisi: Nijerya sakinlerinin yaklaşık %40'ına Nasranilik dinini kabul ettirmeyi başaran misyonerlik heyetleridir.

4. Bugün Nijerya, nüfus bakımından Müslümanların beldeleri arasında sekiz büyük ülkeden biri olup İslâm Konferansı Örgütü'ne üye olmasının yanı sıra İngiltere, onu 1963 yılında İngiliz Milletler Topluluğu'na [Commonwealth] üye yapmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen kimliği ve şahsiyeti olmayan, parçalanmış ve düşük bir devlet olup 250 etnik gruptan oluşmaktadır ve bunlar arasında en büyük üç etnik grup şunlardır: Kuzey ile Merkezdeki Hausa ve Fulani grupları; Bunların ezici çoğunluğu Müslümandır ve ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturmaktadırlar. Merkez ile Güneybatısındaki Yoruba gurubu; nüfuzun dörtte birini oluşturur ve çoğunluğu Nasrani olmakla birlikte içerisinde büyük oranda azınlık Müslüman vardır. Güneydoğudaki İbolar gurubu; çoğunluğu Katolik Nasranidir, nüfusun yaklaşık %18'ni oluşturur ve petrol de dâhil servetin ellerinde olmasından dolayı Nijerya Yahudi'si olarak tanımlanırlar.

5. Nijerya, Milletler Topluluğu'nun [League of Nations] kararı ile 1922 yılında İngiliz manda yönetimi altını girdirildi ve muazzam Afrika servetleri için ağzının suyunu akıtarak Batı Atlantik kıyı şeridinden kafasını uzatan Amerikan sömürüsünün nüfuzuna saldırmasından korkan İngiltere, sömürdüğü diğer devletlerde yaptığı gibi ona da 01.10.1960'da şeklî bağımsızlık vermek zorunda kalmıştır.

Nijerya, İngiltere'den bağımsızlığını alınca yönetimi, İngiliz sömürgesi sayesinde eğitim ve serveti eline geçiren Nasrani İbolar azınlığına devretti. Bağımsızlıktan sonra ülkeyi ilk yöneten Benjamin Nnamdi Azikiwe oldu, ardından 1966 yılında aynı azınlık kabilesi İbolar'a mensup General Johnson Aguiyi-Ironsi tarafından iktidardan düşürüldü. Bu defa da o, otokrasi kurarak İbolar'ın tekeline sokmaya çalıştı ve aralarında Başbakan Ebû Bekr, Kuzeyin siyasî lideri Ahmed Balewa, General Zekeriya Miymlari, Albay Muhammed ve diğerlerinin olduğu Müslüman Hausa liderlerinden rakiplerine suikast düzenledi. Ardından aynı yıl 1966 Mayıs ayında devlet üzerindeki kontrolünü pekiştirmek amacıyla federalizmi kaldırdı ve anayasayı askıya aldı.

Ancak altı ay geçmeden suikasta uğradı... 1967 yılında İbolar'ın lideri Albay Cekoumika Oodymyjawa, darbe yaparak İbolar'ın anavatanı Zamfara eyaletinin devletten ayrıldığını ilan etti. Böylece 1 milyon Nijeryalının öldüğü, Hausalı Müslümanların Nasrani İbolara karşı zafer kazandığı üç sene süren iç savaş patlak verdi...

6. Ardından "Obasanjo'nun" iktidarı devraldığı 13.02.1976'ya kadar askerî darbeler birbirini takip etti. 01.10.1979'a kadar iktidarda kalan Obasanjo, Hausa'ya daha yakın Yorubalı bir Nasranidir ki bu da Hausalı Müslümanlara mensup ordu komutanın muvafakati ile olmuştur.

Obasanjo, bu sırada 1978 yılında devlet başkanlığı seçimlerinin yapılmasının önünü açan yeni bir anayasa koydu ülkeye ve 1979 yılında Nijerya'da Hausa grubundan Şeyho Şecari'nin kazandığı  ilk seçimler yapıldı.

Ardından 1985 yılında Hausa grubundan General İbrahim Babangida'nın yönetimi devralmasına kadar darbeler devam etti.

1990 yılında Babangida'ya yönelik iki darbe teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı, ardından Babangida, ülkenin sivil yönetime geçişini öngören yeni anayasayı aynı yıl onayladı.

Ardından Amerikan ve devletlerarası baskı sonucunda 1993 yılında Yoruba kabilesine mensup ve Müslüman olan Mes'ud Abiola'nın kazandığı ikinci kez devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Bunun üzerine Babangida, seçimleri iptal etti ve Abiola'yı hapse attı. Ancak Babangida, iç ve dış baskılar sonucu ordu tarafından hiçbir desteğe sahip olmayıp sivil biri olan Ernst Hunkan lehine otoriteyi bırakmak zorunda kaldı. Aynı yılın 17 Kasım'ında ise ordu içerisinde güçlü birisi olan Hausa kabilesinden Savunma Bakanı Sani Abacha, darbe yaparak Hunkan hükümetini devirdi.

1998 yılında çoğulcu devlet başkanlığı seçimleri yapılacağı ilan edildiyse de seçimler yapılmadan önce Devlet Başkanı Sani Abacha öldü. Bunun üzerine devlet başkanlığını ona bağlı Hausa kabilesinden bir asker devralmıştır ki o, Abdusselam Ebû Bekr'dir. Böylece yaklaşık 30 yıl süren askerî dönem sona ermiş oldu.

1999 yılında normal seçimler yapıldı ve seçimleri tartışmasız şekilde Obasanjo kazandı ve 29.05.1999'dan 29.05.2007 yılına kadar süren iki seçim dönemi boyunca otoritede kaldı. İktidarı boyunca Obasanjo, açık şekilde Amerika yanlısı olmakla birlikte Müslümanlara karşı da düşmanca bir tavır sergiledi.

Ardından 2007 Nisan ayında Ömer Musa Yar'Auda'nın kazandığı son seçimler yapıldı ve şu ana kadar iktidarda o vardır.

Siyasî Vakıa:

1. Nijerya'daki petrol serveti, büyük devletleri özellikle de İngiltere ve Amerika'yı onun ekseninde sıcak bir çatışmaya sokmuştur. Zîra Nijerya, dünyada petrol üreten devletler arasında 12. sırayı alırken petrol ihraç eden 8. devlettir ve petrol rezervi bakımından 10. devlettir. Nitekim Amerikan Enerji Bilgi Ajansı tarafından yapılan tahmine göre Nijerya'daki petrol rezervi, 16 ila 22 milyar varil arasındadır. Ancak diğer tahminler, bunun 35,3 milyar varile ulaştığını ifade etmektedir. 2001 yılından beri Nijerya'daki petrol üretimi günlük 2,2 milyar varile ulaşmıştır ve bu kapasitesini günlük 3 milyar varile çıkarabileceği bilinmektedir. Nijerya'da petrolün bulunması, ülke ekonomisinde önemli bir rol oynamıştır. Zîra petrol, ülkenin toplam gelirinde %40'lık, hükümetin gelirinde ise %80'lik bir paya sahiptir. Nijerya, Petrol İhraç Eden Ülkeler Topluluğu'na [OPEC] üyedir, petrolün varlığı, 20.000 kilometre karelik bir alan üzerinde uzanan Nijer Deltası bölgesinde yoğunlaşmaktadır ve petrolün burada bulunması insanların ekonomik ve siyasî hayatında önemli bir rol oynamaktadır. Nijerya arazisi, suyun bolca olduğu tropikal ve yumuşaktır bataklıklarla doludur. İçerisinde çamurlu dereler ve birçok kıyı adaları vardır. Nijerya'nın ihraç etiği petrolün %90'nı bu arazilerden çıkmaktadır. Ayrıca Nijerya, petrol rezervinin üç katına ulaşan doğalgaz rezervine sahiptir ve en son tahmine göre "4 trilyon m3" civarındadır.

Nijerya, doğal gaz, kömür ve "alüminyumun üretildiği" boksit, altın, kalay, demir, kireçtaşı, çinko gibi pek çok tabii kaynaklara sahiptir. Ancak gaz rezervlerine varana kadar bunların çıkarılması ilkel şekilde yapılmaktadır.

2. İngiltere'nin, 1950'de petrol bulmasından beri İngiltere Krallığı Hollanda Shell Şirketi, siyasî, iktisadî ve haricî olarak Nijerya'ya tahakküm etmektedir. Nijeryanın İngiltere'den bağımsızlığını almasından bu yana peş peşe gelen hükümetler, insanların maslahatları pahasına Shell Şirketi'nin çıkarlarına hizmet eden kanunlar çıkarmayı ve politikalar belirlemeyi alışkanlık edinmişlerdir. Örneğin Delta eyaletleri, sularında keşfedilen pek çok servetlere rağmen aşırı bir fakirlik içerisinde yaşamaktadırlar. Zîra Uluslararası Af Örgütü, sayıları 6 milyonu bulan Delta sakinlerinin yaklaşık %70'nin günlük bir doların altında yaşadıkları tahmininde bulunmuştur.

Nijerya petrolü üzerinde birbiri ile rekabet edenlerin ağızlarının suyunun akmasının nedeni, hafif veya mükemmel sınıftan, yani büyük oranda kükürtten arınmış düşük maliyetli olmasıdır. Nijerya Petrol Bakanlığı'na göre Nijerya, 159 petrol sahasına ve 1481 petrol kuyusuna sahiptir.

En çok petrol üreten sahalar, 78 ila 159 arasında değişen petrol sahasının olduğu Nijer Deltası'nda yer almaktadır. Nijerya sınırları içerisindeki Shell Petrol Anonim Şirketi, Nijerya petrol üretiminin %40-50'lik kısmına yani günlük üretimin yaklaşık 899.000 variline sahiptir. Ayrıca şirket, 100'ün üzerinde petrol sahası'na, 87 istasyona petrol pompalayan 600 km2 uzunluğunda petrol boru hatlarına ve petrol ihraç eden 2 kıyı istasyonuna sahiptir. Şirket dört gruba ayrılmaktadır: 1. Shell Petrol Geliştirme Şirketi [SPDC] 2. Shell Nijerya Arama ve Üretim Şirketi [SNEOCO] 3. Shell Nijerya Doğalgaz Şirketi [SNG] 4. Shell Petrol Ürünleri Şirketi [SNOP]. Ayrıca Nijerya Sıvılaştırılmış Doğalgaz Şirketi'nin [NLNG] hisselerinin genelini elinde bulundurmaktadır.

3. Hem İngiltere'nin, "Sani Abacha" iktidarı boyunca Nijerya'ya egemen nüfuz sahibi olarak kalması hem de Nijerya petrolünün %10'unu İngiltere ihraç edecektir bahanesiyle Nijerya petrol üretimi idaresindeki İngiliz ağırlığı göz önüne alındığında, özellikle nüfuzun İngiltere lehine olduğu askerî dönem olmak üzere Nijerya'daki İngiliz varlığının güvenliği sağlamlaştırılmıştır. Mesela Devlet Başkanı Babangida, 1985 yılında, İngiliz çıkarlarının güvencesi için Shell Şirketi ile bir mutabakat zaptı imzalamış ve 1991 yılında İngiltere lehine üzerinde birçok değişiklik yapılmıştır.

4. Ancak Amerika'nın, özellikle de 1999 yılından sonra yani Obasanjo döneminde petrol çizgisine inmesi, İngiliz şirketlerinin tekelleşmesini sınırlandırmıştır. Zîra Amerika, İngiltere'nin Nijerya petrolündeki tekelleşme azgınlığını frenlemede iki üslup kullanmıştır.

Birincisi: Amerika, Shell Şirketi'nin Nijerya petrolünü ihraç etmesini engelleyen yapısal düzenleme programları adı altında IMF yoluyla Nijer Deltası'ndaki isyancıları ve muhalif partileri krediler ve silahla finanse etti. Buna mukabil Exxon-Mobil ve Şevron Şirketi gibi Amerikan petrol şirketleri, Nijerya'daki petrol yatırımları kapasitelerini arttırdılar. Nitekim Exxson-Mobil Şirketi'nin 2000 yılı günlük üretimi 900.000 varili bulmuştur ve Shell Şirketi'nin 2005 yılındaki üretimini geçmiştir. Amerika ile İngiltere arasında yaşanan Nijerya petrolü üzerindeki bu rekabet, Nijer Deltası halkı için dramatik bir hayat ortaya çıkarmıştır. Zîra hem Amerikan hem de İngiliz şirketleri özel güvenlik şirketlerinin servisleri yoluyla diğer petrol tesislerine saldırılar düzenlemektedirler.

Ayrıca Amerikan petrol şirketleri, Bill Clinton döneminde izlenen politikalardan daha sıkı politikaların benimsenmesi için oğul Bush yönetimindeki Dick Cheney, Rice ve Rumsfeld gibi kıdemli kişileri kullanmışlardır. Amerika'nın Ortadoğu petrolüne bağımlılığını azaltacağından dolayı Nijerya petrolünün hedefi, Amerika'nın istekleri ile örtüşmekteydi ve bu da Amerikan şirketlerinin ağırlıklarını Nijerya petrolüne sahip olmaya sevk etmiştir. Nitekim Bush yönetimine bağlı Amerikan Enerji Bakanlığı tarafından yayınlanan başkanlık belgesinde şöyle geçmiştir: "Batı Afrika petrolü, Amerika'nın petrol kaynağı için güvenli bir kaynak sayılır."

Ayrıca Dick Cheney, "Doğalgaz, petrol ve yatırıma yönelik Amerika'nın ticaret imkanlarının güçlendirilmesi için Afrikalı hükümetler ile bireysel ve ikili ilişkilerin derinleştirilmesi" şeklinde Bush'a bir öneride bulunmuştur. Nitekim bu politika, Bush'un 2006 yılında yaptığı birlik konuşmasında Ortadoğu petrolüne alternatif görüşünü ifşa etmesiyle taçlandırılmıştır. Zîra konuşmasında şöyle demiştir: "2005 yılında Ortadoğu petrolünün % 75'ni değiştirdik... Bu da Ortadoğu petrolüne bağımlılığımızı mazide bıraktı." Yani artık Amerika, yönünü Batı Afrika'ya, tam olarak Nijerya'ya çevirmiştir. Böylece Nijerya'nın petrol ihracatı, özellikle de Amerika'ya yönelik ihracatı yükselmeye başlamıştır. Mesela Nijerya, 2007 Mart ayında Amerika'ya yönelik petrol ihracatında Suudi Arabistan Krallığı'nı geçerek Amerika'ya petrol ihraç eden üçüncü ülke haline gelmiştir. Zîra Suudi Arabistan'ın 38.557.000 varil petrol ihraç etmesine mukabil Nijerya 41.717.000 varil petrol ihraç etmiştir. Bu da Nijerya petrol enerjisinin, Amerika Birleşik Devletleri'nin dış politikası önceliklerinden olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim 2006 yılında ABD'nin Batı Afrika'dan sorumlu Amerikan Dışişleri Bakanı Yardımcısı "Jendayi Frser", Gine Körfezindeki Amerika varlığının arttırılması çağrısında bulunmuştur.

İkincisi: Özellikle eski Başkan Clinton ve sonrasındaki eski Başkan George Bush dönemi olmak üzere Amerika, Afrika'ya yönelik müdahalelerini yoğunlaştırdı, Nijerya'ya baskı yaptı, oradaki ve diğer tüm Afrika devletlerindeki kamuoyunu askerî yönetim rejimlerine karşı kışkırttı ve onları çoğulcu seçimlerin yapılmasına teşvik etti. Dolayısıyla bu, Afrika'daki İngiliz ve Fransız nüfuzu ile rekabette etkin bir üslup olmuştur.

Böylece Amerika, ağırlığını sivil liderlerden yana koyarak güçlü bir şekilde sivil adayları desteklediği gibi çoğulcu seçimler fikrini de desteklemiştir. Dolayısıyla bu seçimler ya kendisine bağlı yada kendisi ile işbirliği yapan yöneticiler ifraz etmiştir.

Nitekim bu, bilfiil meydana gelmiştir. Zîra Amerika, İngilizlere bağlı askerlere özellikle de Shell şirketi ile mutabakat zaptı imzalayan Babandiga ve döneminde Amerikan çıkarlarının aleyhinde İngiltere çıkarlarının sadık bekçiliğini yapan Abacha gibi İngiltere'nin çıkarlarını koruyan askerlere karşı Obasanjo'ya güçlü bir destek vermiştir. Hatta bu bekçilik, Nijerya'nın sınırlarını aşarak mücavir devletlere dayanmıştır ki Nijerya, Batı Afrika Ekonomik Topluluğu'na liderlik [Economic Community of West African States/ECOWAS] ederek -ki topluluğun güvenlik kuvvetleri de Nijeryalılardan oluşmaktadır- topluluk sayesinde bu bölgedeki İngiliz nüfuzunu korumuştur. Zîra bu kuvvetler, hem geçen asrın 90'larında Sani Abacha dönemindeki söz konusu topluluk adına Sierra Leone'ye giderek İngiltere'nin alenî bir şekilde geri dönmesini istediği Ahmed Tejan'ı 1998 yılında iktidara geri getirmiş hem de uzun süren iç savaştan sonra 1997 yılında Charles Taylor'un otoritesini yerleştirmede kuvvetlerinin yardımcı olduğu Liberya'ya gitmiştir. Böylelikle Nijerya, bu iki ülkedeki yani Sierra Leone ile Liberya'daki İngiliz varlığını korumuş ve bu iki ülkede sözde barışı oluşturmak için 10 milyar dolar harcadığı söylenmektedir. Nitekim o dönemde Amerikan Genel Kurmay Başkanı Colin Powell, İngiltere lehine Batı Afrika'daki Amerikan projelerini boşa çıkarması nedeniyle kendisini ağır şekilde boğmasından dolayı General Sani Abacha'ya "kısa nefret" lakabını takmıştır. Kayda değerdir ki Amerika, baskıları, propagandaları ve kuşatmaları sayesinde Liberya'da görevini yardımcısı Moses Blah'a terk ederek Taylor'u iktidardan düşürmeyi başarmıştır. Bunun üzerine 2003 yılında Nijerya'ya gitmek üzere ülkesini terk etti ki o, kendisini genelde Afrika Kıtası'ndaki özelde ise Liberya'daki Amerikan tamahlarına karşı mücadele eden biri olarak tanımlamaktadır.

Amerika, 1999 yılında Nijerya'da çoğulcu seçimlerin yapılmasını sağladı ve seçimleri güçlü destek verdiği Obasanjo kazandı. Zîra Nijerya, askerî yönetim boyunca sadece 10 milyon dolar yardım alırken yıllık 40 milyon dolar yardım almasıyla onun döneminde en çok Amerikan yardımı gören ülke haline geldi. Obasanjo da bunun karşılığında Amerika'ya daha önce hiçbir Nijeryalı devlet başkanının vermediği âli hizmetler verdi. Bu hizmetlerden bazıları şunlardır:

a- Uluslararası terörizmle mücadele gerekçesi altında Amerikan bahriyeliler ile Nijeryalı kuvvetlerin arasında ortak rutin tatbikatlar yapılması.

b- Amerika nezdinde teyakkuz noktasıdır ki Amerika'nın petrol ihtiyacının %29'u Nijerya petrolünden tedarik edilecektir gerekçesi altında Chevron, Texaco, ExxonMobil gibi Amerikan şirketleri ile petrol aramaya yönelik yeni sözleşmeler imzalanması. Nitekim Obasanjo, Nijerya meclis üyelerinin ağır muhalefetlerine rağmen bu sözleşmelerin imzalanmasına onay vermiştir.

Hakeza Amerika, Nijerya muhalefetini ve sivil yönetim ile çoğulcu seçim fikrini desteklemek şeklinde iki üslup sayesinde İngiliz petrol şirketleri ile rekabet etmeyi başararak hemen hemen İngiliz şirketlerinin önüne geçmiştir.

5. Bunun da ötesinde Obasanjo'nun 1999 yılında iktidara gelmesiyle askerî dönemi sona erdirmeyi başararak askerî ve siyasî olarak egemen bir nüfuz haline geldi. Mesela Amerikan bahriyeliler ile Nijerya kuvvetlerinin arasında ortak rutin tatbikatların yapılmasının yanı sıra Obasanjo, Amerikalılar ile Nijerya ordusunun eğitilmesi anlaşmasını imzaladı ve ilk kez Amerikan-Nijerya işbirliğinin temellerini atan 2001 Mayıs ayında Amerika'ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Politikalarına, özellikle de Amerikan kuvvetlerinin Nijerya kara sularına inmesine imkan vermesine yönelik şiddetli iç eleştirilere hiç aldırış etmedi. Dolayısıyla Obasanjo, Amerikalılar ile dostane ilişkiler kurmuş ve birçok Amerikan derneklerine de üye olmuştur.

Daha önce doğrudan Nijerya Yasama Meclisi tarafından onaylanan Nijerya bütçesi, yine onun döneminde onaylanmadan önce incelenip Dünya Bankası'nın onayını almak üzere Washington'a gider oldu.

Kısacası Obasanjo, Nijerya askerî kurumları içerisindeki İngiliz nüfuzunu büyük oranda zayıflattı. Mesela daha iktidarının ilk günlerinde, İngiltere'ye bağlı generallerin yanlısı olan Kuzey komutanlığından yaklaşık iki yüz askeri görevden aldı. Hatta insan hakları avukatı Feymi Falana, 30.02.2002 tarihinde el-Cezire televizyon kanalında katıldığı Esad Tâha'nın programında şöyle diyordu: "Artık Nijerya, bir Amerikan sömürgesi olmuştur." Yani Obasanjo döneminde.

Obasanjo, sadece Amerikan politikalarını uygulamakla kalmayıp bilakis İngiliz yanlısı eski generalleri sıkboğaz etmeye başlayarak devletten hortumladıkları paraları geri döndürmek ve kendilerine verilen hükümet imtiyazlarını engellemek için de çalışmıştır. Mesela önceki devlet başkanı Sani Abacha'nın hortumlayarak yirmi üç İngiliz bankasına yatırdığı 1.3 milyar doları geri almak için korkunç girişimlerde bulunduysa da İngiltere bu talebi reddetmiştir...

Kayda değerdir ki Obasanjo, Amerikan mefhumlarından etkilenmiştir:

Sivil yönetim açısından o, 1967 yılında askerî darbe ile iktidarı ele geçirdiğinde sivil yönetimi geri getirerek, 1979 yılında yaptırdığı seçimleri kazanan Şeyho Şecarî'ye devretmiştir.

Amerika ile olan iyi ilişkileri açısından onun döneminde üç Amerikan başkanı Nijerya'yı ziyaret etmiştir:

İlk askerî döneminde; 1978 yılında Başkan Carter.

İkinci sivil döneminde; 2000 yılında Başkan Clinton ve 2003 yılında Başkan Bush olmak üzere iki başkan.

6. 2007 yılına kadar otoritede geçirdiği sekiz sene sonunda Obasanjo iktidarının sona ermesiyle son seçimlerin yapılmasından sonra iktidarda ona şu andaki Devlet Başkanı Ömer Musa Yar'Adua halef olmuştur. O, otoriteye geçiş silsilesine göre iktidara ulaşan ikinci sivil devlet başkanıdır. Obasanjo ve arkasındaki Amerika, Nijerya'nın Amerikan çıkarlarına bağlanması ve Amerikan nüfuzunun güçlü şekilde kalması için Obasanjo'nun başlattıklarını tamamlaması amacıyla yeni devlet başkanına destek verdiler. Nitekim eş-Şark-ul Avsat Gazetesi, gazeteci yazar Mahmud ed-Dangu'nun şu sözünü aktarmıştır: "Yeni devlet başkanı, şaibeli bir şahsiyettir ve her şeyi eski devlet başkanı Obasanjo lehine hayata geçirenlerdendir." Kaldı ki daha önce de kimileri, Devlet Başkanı Ömer Musa Yar'Adua'yı sırf Obasanjo'nun elinde bir kukla olarak tanımlamışladır. Diğer bir ifade ile o, Amerika'nın elinde bir kukladır. Bilindiği üzere o, Obasanjo'nun partisinden yani Demokratik Halk Partisi'ndendir.

Onun, selefi gibi güçlü bir şahsiyetle karakterize olmadığı göz önüne alındığında Amerika'ya muvafakati, Obasanjo dönemindeki gibi güçlü değildir, İngiliz adamlarının nüfuzu daha güçlü hale gelmiştir ve o da bunun farkındadır. Bundan dolayı bir taraftan selefinin çizgisinde Amerika yanında hareket ederken diğer taraftan İngiltere'ye ve ajanlarına yakınlaşmaya çalışmaktadır.

Dolayısıyla iktidarı devralmasından kısa süre sonra 2007 Aralık ayının ortasında Birleşik Devletler'i ziyaret edip Bush ile bir araya gelmesine rağmen 2008 Temmuz ayında da İngiltere'yi ziyaret edip Brown ile bir araya gelmiştir. Yanı sıra daha önce de Libya'yı ziyaret etmiştir.

7. Binaenaleyh Nijerya'daki siyasî çatışma, askerî yönetim sırasında yani nüfuzunun İngiltere lehine daha güçlü olduğu Abacha döneminin sonuna kadar olduğu gibi değildir. Yine kefenin Amerika lehine ağır bastığı iki dönem süren Obasanjo yönetimi sırasında olduğu gibi de değildir. Bilakis Nijerya, sıcak bir çatışmanın alanıdır:

Bir taraftan: Amerika'nın demokratik ve sivil yönetim mefhumları ile destekleyip iktidara ulaştırdığı bir devlet başkanı vardır ki siyasî otoritede kefe onun lehine ağır bassa da devlet başkanı güçlü bir şahsiyete sahip değildir...

Diğer taraftan: Ordu içerisinde İngiliz adamları vardır ki askerî kefe İngiltere lehine ağır basmaktadır... Bu çatışmadaki "ganimet" ise temelde petrol olmanın yanı sıra Nijerya'nın Batı Afrika'daki önemli konumudur.

Amerika, mevcut devlet başkanına daha fazla destek vermediği takdirde İngiliz adamları, özellikle ordu, geçmişte olduğu gibi otoriteye döneceklerdir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ İzzet ancak Allah'a, O'nun Resulüne ve müminlere mahsustur. Fakat münafıklar bilmezler. [el-Münafıkun 8] ABD'ye Umut Bağlamak Ahmaklıkt

7 Mart 2009'da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Orta Doğu ve Avrupa gezilerinin ardından Türkiye'ye geldi. Başbakanlık Basın Merkezi internet sitesinde yer alan açıklamaya göre Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın da katıldığı heyetler arası görüşmede dost ve müttefik iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin yanı sıra başta Filistin sorunu, Irak, Afganistan ve terörle mücadele konuları olmak üzere önemli bölgesel ve küresel sorunların ayrıntılı olarak ele alındı. Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile yaptığı ortak basın açıklamasında Hillary Clinton, ABD Başkanı Obama'nın bir ay içinde Türkiye'ye geleceğini belirtti.

Bu açıklama üzerine ABD'nin çanağından beslenen ve AKP'nin Türkiye'de konuşulmasını istediği konuları köşelerinde ele alan köle ruhlu bazı köşe yazarları İslam Ümmeti'nin geleceğini, izzet ve kuvvetini, "barış, istikrar ve sükun" bulmasını Obama'nın Türkiye'ye gelişine hamlederek, kamuoyunu aldatmaya kendilerini adamış görünüyorlar. Allah Subhanehu'nun şu kavli unutulup Türkiye'nin jeopolitik önemine vurgu yapılarak Obama'nın planlanan ziyaretinin öncelikli olarak Türkiye'ye olmasının "muhtemel avantajları" ballandırılarak anlatılmakta ve Obama'nın Türkiye'den İslami Beldelere sesleneceği dillendirilmektedir:  الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet Allah'a aittir! [Nisa 139]

Oluşturulmak istenen bu iğrenç kamuoyuna karşılık İslami Ümmet, krizden belini doğrulatamayan ABD'nin başkan değiştirmekle çirkef yüzüne ancak makyaj yapmaya çalıştığının farkındadır. İslami Ümmet ABD'nin Guantanamo Üssünü kapatma girişimine, İran'la barış çubuğu tüttürme mesajları iletmesine veya bunun gibi gülünç göz kırpmalara asla prim vermeyecektir. Zira ABD'nin gerçek ve çirkin yüzü Irak'ta ve Afganistan'da açığa çıkmıştır.

İslami Ümmet, İslami hayatı yeniden başlatarak, İslam'ı âleme yeniden bir nur ve hidayet olarak yayacak, adalet, huzur ve güvenin asıl kaynağının İslam olduğunu bizzat gösterecek, kendisini kâfirlerin ve uşaklarının tahakkümünden kurtaracak gerçek ilacının, Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan İkinci Raşidi Hilafet Devleti olduğunu idrak etmeye başlamıştır. Bu nedenle kâfirler ve efendileri adına uşak yöneticiler, İslam Ümmetini gerçek ilaçtan bir müddet daha mahrum bırakmak için, İslami beldelerde koşuşturup durmaktadırlar. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir. [Şuarâ 227]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Seçimlerin Ertelenmesi, Siyasî İflastır, Ağır Bir Başarısızlıktır ve Amerika'nın Planlarına Büyük Bir Darbedir!

Yemen Devlet Başkanı Yardımcısı Abdu Rabbeh Mansûr Hâdî, 08.03.2009 günü, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, İspanya, Çek Cumhuriyeti'nden oluşan Avrupa devletlerinin büyükelçileri ve Avrupa Konseyi'nin Yemen'deki maslahatgüzarı ile bir araya geldi. Görüşmede Avrupa devletlerinin büyükelçileri, seçimlerin ertelenmesine ilişkin Yemen'in kararını anlayışla karşıladıklarını teyit ettiler ve demokratik çizgi ile Yemen'deki ekonomik ve siyasî yönlerin tamamını destekleme sözü verdiler!

Dolayısıyla Devlet Başkanı Yardımcısı, erteleme anlaşmasının Avrupa Birliği ile Amerikan Demokratik Enstitüsü'nün temsilcilerinin karşılıklı anlayışlarına binaen gerçekleştiği sinyali vererek şöyle demiştir: "Siyasî istişareler, belki de geçen iki yıl içerisinde iktidar ile muhalefet arasındaki farklılıklar ve Avrupa Birliği ile Amerikan Demokratik Enstitüsü temsilcilerinin varlığı nihayetinde erteleme anlaşmasına yol açmıştır!"

Devlet Başkanı, seçimlerin ertelenmemesi ve zamanında yapılmasında ısrar etmekteydi. Bunu da 25.01.2009 günü İngiltere Kalkınma Bakanı Michael Foster ile görüşmesi sırasında şöyle diyerek ifade etmişti: "Seçimlerin yapılmaması, ileride demokratik sürece zarar verecek ve 1994 savaşı krizine benzer bir krizin çıkmasına yol açacaktır." Yüzsuyu ile çıkmak, dikkatleri dağıtarak krizleri gizlemek ve Batılı müdahaleleri örtbas etmek amacıyla Devlet Başkanı, 05.03.2009 günü Yemen Hükümeti toplantısına başkanlık yaptığı sırada bu durumu şöyle diyerek açıkladı: "27.04.2009'da yapılması kararlaştırılan seçimlerin 27.04.2011'e kadar iki yıl ertelenmesi kararı, otorite ile muhalefetteki siyasî güçlerin ve partilerin anlaşmasına, bazı anayasal düzenlenmelerin yapılmasına ve ülkedeki seçim sisteminin geliştirilmesine binaen olmuştur. "

Ancak iktidar partisinin Meclis Bloğu Başkanı Sultân el-Berkânî şöyle demiştir: "Bu erteleme, partilerin ülkede bir krize yol açmamasını teyit eden Devlet Başkanı Alî Abdallah Sâlih'in teklifine icabeten gelmiştir!"

Yemen Meclisi, özel bir oturumunda tehlikeli bir emsal ile görev süresini uzatmaya ve parlamento üyeliğine ilişkin Anayasanın 65. maddesinin düzenlemesini onayladı! Yemen'de nelerin yaşandığını ve seçimlerin ertelenmesi meselesinin arkasında ne olduğunu anlamamız için aşağıdaki hakikatleri idrak etmemiz kaçınılmazdır:

1. İster ajanların otoriteye ulaştırılması olsun isterse karadaki ve denizdeki servetler ile stratejik mevkiler üzerindeki çatışma olsun Yemen üzerindeki devletlerarası [Avrupa-Amerikan] çatışmanın büyük çapta olduğunu defalarca teyit ettik. Nitekim bu çatışma, devlet başkanlığı seçimlerinde ortaya çıkmıştı ve bugün de parlamento seçimlerinde yeniden ortaya çıkmıştır. Zira Amerika, zayıflatmak amacıyla iktidar nizamının önüne pek çok krizler ve sorunlar çıkarmıştır. Ancak İngiltere, Sâlih'in nizamını pek çok kez kurtarmayı başarmıştır. Bu defa da bunu, seçimleri ertelemek ve krizleri defetmek yoluyla yapmaktadır. Zira Avrupa Birliği, daha geçenlerde partilerin ortak görüşü boykot etmeleri durumunda seçimleri desteklemeyeceğini ve gözlemci göndermeyeceğini açıklamıştır. Bu da iktidar nizamını kurtarmak ve bu açıklamasının ertelemeye dair bir gerekçe olması amacıyladır. Amerika ise, ertelemenin iktidar nizamının meşru olmadığını göstermeye çalışan planlarını boşa çıkarttığını görünce... Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Gordon Dogid yoluyla öfkesini dile getirmiştir. Zira o şöyle demiştir: "Biz, Yemen'deki iktidar ve muhalefet partilerinin Yemen parlamentosunun görev süresinin uzatılması ve seçimlerin iki yıl ertelenmesi üzerinde anlaşmasından dolayı Birleşik Devletler'in ‘derin' endişesini ve ‘hayal kırıklığına' uğradığını ifade ediyoruz." Ve şöyle ekledi: "Bu erteleme süresinin Yemen halkının çıkarlarına veya Yemen'in demokrasi davasına nasıl hizmet edeceğini görmemiz zordur."

el-Cezîre kanalına konuşan Şeyh Hamîd el-Ahmar, krizlerin varlığını vurgulayarak şöyle demiştir: "Seçimler gasp edilmiştir, demokrasiye karşı darbe yapılmıştır ve ortaklaşa boykot edilen seçimlere katılmak onursuzluktur." Oysa ortaklaşa yapılan açıklamada "Boykot kültürünün halk nezdinde yaygınlaşmaması için boykotu anmaktan korktuklarını" teyit etmekteler!!

Ortak Yüksek Meclis Üyesi Yemen Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Yasîn Sa'îd Nu'mân, Avrupa Birliği'nin rolünü açıklarken şöyle demiştir: "Avrupa'nın açıklamalarını, ilgiyle ve dikkatle ele almalıyız, siyasî maksatlarına göre davranmalıyız." Ve şöyle ekledi: "Avrupa Birliği'nin açıklamasının önemi, bu seçimlerin çok ötesinde bir şeyin peşinde olmasıdır. Siyasî yaşamın bozulmasından duyduğu endişeyi dile getirmekte, özellikle Güney illerinde ve Sa'da'da meydana gelenler olmak üzere ülkenin fiilen köklü çözümlere muhtaç siyasî durumlar ile karşı karşıya olmasının yanı sıra ülke boyunca gerçekleşen genel vatanî kriz tezahürlerine dikkat çekmektedir."

Bu siyasî çalışma sayesinde İngiltere, Avrupa Birliği yoluyla Amerika'ya güçlü bir darbe indirmeyi, Sâlih'in nizamını zayıflatmayı, Yemen'i parçalamayı ve birlik üzerinde referandumu amaçlayan planlarını boşa çıkartmayı başarmıştır!

2. Güney Halkçı Hareketi Örgütü, 1994 savaşından sonra meydana gelen ve ilk kıvılcımları 60.000 güneyli askeri emekliye ayrılması olan zulümlere ve dışlamalara karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Ancak örgüt, taleplerin birlik çizgisinin yeniden tashih edilmesini, servet ve otorite paylaşımını, gasp edilen arazilerin iade edilmesini ve benzerlerini kapsaması için bu meseleye başka meseleleri de eklemiştir. Bazı liderler ise özellikle petrol, doğalgaz, balık, bal, hurma, ziraat ve su olmak üzere servetlerin geneli güneyde iken ayrılma çağrısında bulunmuşlar ve örgüt, gösteriler, yürüyüşler, dayanışmalar, beyanatların yayınlanması ve harici bağlantılar kurulması şeklinde büyük çaplı siyasî eylemlerde bulunmuştur.

İktidar nizamı, hem bazı güneyli liderler hem de ortak görüşteki partiler içerisindeki İngiliz akımları veya nizam yanlısı olan bazı ortak liderler yoluyla kuşatmaya çalıştıysa da bunda başarısız oldu. Böylece hareketin liderleri, mevcut nizamın meşru olmadığına ve seçimleri tüm güney illerini kapsayacak şekilde tamamen boykot etme çağrısına devam ettiler. Bu da mevcut koşullar altında seçimler yapılsa bile bir tür birlik üzerinde referandum sayılır. Diğer taraftan ise kuzeyde Sa'da savaşı, el-Cevf ile Harfi Sıfyân'da Husiler ile kabileler arasında savaşlar ve Ma'rib'te güvenlik gerilimleri yaşanmaktadır. Dolayısıyla bunlar da seçimlerin ertelenmesinin bir başka önemli nedenidir!

3. Devlet Başkanı, daha geçenlerde anayasal düzenlemelerin yapılmasını istediğini açıklamıştır. Bu düzenlemelerin meşru olabilmesi için parlamento üyelerinin üçte birinin bir fazlası olması kaçınılmazdır. Muhtemelen önümüzdeki seçimlerde Devlet Başkanı bu oranı alamayacak olmalıdır ki bu da seçimlerin ertelenmesine yol açtı. Bunun yanı sıra tehlikeli bir emsal ile parlamentonun görev süresi uzatıldı ve bu da Arap yöneticilerinin durumunda olduğu gibi ömür boyu devam edene kadar görev süresini uzatması için Devlet Başkanı'nın önünü açacak ardından da iktidarı oğluna miras bırakacak!

4. Kapsamlı köklü bir çözüm ile çözülmeksizin şimdilik kriz savuşturulmuştur. Bu da iktidar nizamının siyasî iflasını ve ağır başarısızlığını göstermektedir. Eğer nizam, geçen otuz yıl içerisinde sorunları silmeyi başaramadıysa iki sene içerisinde halledebilir mi!

5. Müslüman Yemen halkı farkına varmalıdır ki sorunlarının, fakirliğinin, yoksulluğunun ve maruz kaldığı zulmün sebebi, laik kapitalizm nizamının tatbik edilmesi ile Sömürgeci Kafir Batılı devletlerin işlerine müdahale etmesinin doğal bir sonucudur ve azîm İslâm Nizamı, tatbik edilmedikçe de sorunları çözülmeyecektir. İslâm Nizamı, sadece Yemen'de değil, yeryüzündeki tüm sorunların ve krizlerin çözümüne kefildir. Bu nizam ise, ancak Allahu Subhânehu'nun bizlere vaat ettiği ve Rasul Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği İkinci Râşidi Hilâfet Devleti ile tatbik edilir.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER