Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Çok Taraflı Deniz Tatbikatının Amacı Nedir? Ve Kendisi İçin Hazırlandıkları Düşman Kimdir?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Çok Taraflı Deniz Tatbikatının Amacı Nedir? Ve Kendisi İçin Hazırlandıkları Düşman Kimdir?

Haber:

1/11/2024 tarihinde Tunus Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Tunus, 4-15 Kasım tarihleri arasında, ABD Afrika Komutanlığı ile işbirliği halinde, Cezayir, Libya, Fas, Moritanya, Senegal, Türkiye, İtalya, Malta, Belçika, Gürcistan, Amerika Birleşik Devletleri ve ev sahibi ülke Tunus’un da yer aldığı 12 kardeş ve dost ülkeyi temsil eden yaklaşık 1100 askeri personel ve gözlemcinin katılımıyla PHOENIX EXPRESS 24 çok taraflı deniz tatbikatına ev sahipliği yapacaktır.”

Yorum:

Tatbikatlara katılanların listesine bakıldığında dünyanın birinci sömürgeci ülkesi Amerika'nın yanı sıra Akdeniz’e kıyısı olan Avrupa’dan, ardından Türkiye'den ve daha sonra da Kuzey Afrika ülkelerinden bazı katılımcıların olduğu görülmektedir; bu ülkelerin kendisi için hazırlık yaptığı düşman kimdir? Ordularını Filistin’de halkımızı yok eden Yahudi varlığıyla savaşmak için mi topladılar?

Cevap ne yazık ki çok açık; zira tüm bu ülkeler Yahudi varlığıyla savaşmayı akıllarından bile geçirmiyorlar. Çünkü hepsi durmuş Yahudi varlığının arbedesini ve işlemiş olduğu suçlarını izliyorlar. Nitekim onlardan en iyileri sömürgeci güçlerden, düşman öldürmeyi tamamlayana kadar biraz yiyecek ya da ilaç vermelerini istiyor, daha doğrusu yalvarıyorlar. Peki o zaman düşman kim?!

Bu soruyu cevaplamak için aşağıdaki verilere bir göz atalım:

1- Amerika, sömürgecilik geçmişine sahip olan sömürgeci bir güçtür; onun temel işi dünya halklarını kontrol etmek olup bu kontrol ise belki de en önemlisi askeri kontrol de dahil olmak üzere çeşitli şekillerde gerçekleşmektedir; zira Amerika, bölgenin askerlerini ve liderlerini kontrol etmektedir.

2- Dünya halklarının çoğu Batılı kapitalist sisteme boyun eğmiştir ancak Müslüman halklar, Araplar ve Acemler, Batı sistemine boyun eğmeyi reddettikleri gibi ve Batı'nın başlarına musallat ettiği yöneticilere razı olmayı da reddeden devrimci halklardır.

3- Müslüman halklar, kapitalizme karşı siyasi ve hadari olarak bir alternatife sahip olmaları ve daha da önemlisi kendilerini Batılı kapitalizmin kontrolünden kurtarmak için İslam'a dayalı bir devlet kurmayı arzulamaları bakımından dünyanın geri kalan halklarından farklıdır.Bu durum, Müslümanların yakın döneme kadar dünyanın birinci devleti olarak uzun tarihlerini unutmamış olmaları gerçeğiyle pekişmektedir.

Bu verilere bir göz atarsak, Amerika ve Avrupa'nın savaşmak istediği düşmanın, kendilerinin hegemonyalarından kurtulmak isteyen devrimci İslami halklar olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla onlar savaşlarını terörizm fikrine dayandırmaktadırlar; bu yüzden Batıda (Tunus ve Fas) ve doğuda (Mısır ve Körfez) sık sık yapılan bu askeri tatbikatların temel amacı, İslam’la savaşmak için gerekli olan uzmanlıkları kazanmaktır.

Terörizm bugün küresel siyasetin temel taşı olup terörizmden kastedilen ise İslam ve Müslümanlardır; dolayısıyla Batılı ülkeler için terörizm, İslam ümmetinin kurtuluşu ve kendi İslam Devleti’ni kurmayı düşünmesidir.Bundan dolayı Amerika, terörizmi Müslümanlara nispet etmek için bahaneler uydurmakta, ardından da bunu bahane olarak kullanarak saldırgan Haçlı savaşını başlatmaktadır. Zira 1990'larda ABD'nin NATO'daki eski komutanı Wesley Clark şöyle demişti: “NATO, saldırganlığına hedef olarak Sovyetler Birliği'nin yerine İslam'ı koymuştur.” Ancak Müslüman ülkelerdeki mevcut devletler İslami olmayan devletler olduğu için halklarını temsil etmemektedir. Aksine bu devletlerin yöneticileri Amerika ve Batı’nın ajanlarıdır. Dolayısıyla Amerika'nın devletlerle değil de bu ülkelerin halklarıyla olan savaşını meşrulaştırmak için yeni bir siyasi kelime dağarcığının kullanılması gerekiyordu. Bundan dolayı köktendincilik, terörizm ve aşırıcılık gibi terimlerin ortaya çıkmasının nedeni budur. İşte bu terimler, kullanıldıklarında İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanlıktan başka bir anlam ifade etmeyen Batılı siyasi terimlere dönüşmüştür.

Başa geri dönecek olursak; Tunus neden her yıl bu tatbikatlara ev sahipliği yapıyor? Neden silahlı kuvvetlerimiz düşmanlarımızın hizmetine sunuluyor? Bu bir gaflet mi, yoksa korkaklık mı, ya da ihanet midir?

Cevap ne olursa olsun Tunus’un yöneticileri de dahil olmak üzere bölgenin yöneticileri Müslümanların yöneticileri olmaya uygun değildir ve cevap ne olursa olsun sonuç aynıdır; bu da bölge halklarını sömürgecilerine boyun eğdirmek ve onların özgürleşmelerini engellemektir.

Başta Amerika ve Avrupa olmak üzere büyük ülkeler, Hilafetin kurulması çağrısını durdurmak ve kapsamlı değişim çabalarını ortadan kaldırmak amacıyla her zaman doğrudan müdahale etmek için acele ediyorlar;ancak kurdukları rejimler zayıf ve sallantıda olup devrimci halklarla yüzleşemiyorlar. Özellikle de utançları ve aşağılayıcı acziyetleri ortaya çıktıktan sonra. Dolayısıyla mesele, sadece bir zaman meselesidir.Bu nedenle kendilerini şimdiden bölge halkıyla askeri bir çatışmaya hazırlıyorlar.

Bu bağlamda ABD liderliğindeki Batılı askeri varlığa ve ortak tatbikatlara bakarak, bu tür tatbikatların silahlı kuvvetlerimizi ülkemizdeki işgalci güçlerin ön saflarına yerleştirmeyi amaçladığını ve askeri tatbikatların, İslam ümmetinin kalkınmasını engellemek ve bu ümmetin dünya milletleri arasında hak ettiği yeri almasını engellemek için her türlü çabayı gösterecek olan düşmanlar ile Müslümanlar arasında gerçekleşecek (veya Filistin ve Lübnan'da gerçekleşmekte olan) savaşın canlı tatbikatlarından başka bir şey olmadığını görmeliyiz.

Düşmanın savaş alanındaki (Müslüman ülkelerdeki) bu askeri varlığı, düşman için büyük önem taşıyan ve sonuçları Müslümanların canlarına, kanlarına ve kutsallarına yansıyan pratik deneyimler kazandırmaktadır.Bunun da ötesinde savaş zamanında askeri tatbikatlara katılmak, Müslümanların öldürülmesine doğrudan katılmak anlamına gelmektedir; çünkü Müslüman orduların saha komutanlıklarını, Filistin ve Lübnan'da bizimle fiilen savaşan ABD komutanlığının emrine vermek, Yahudi çetelerinin sırtını korumak ve onların gönül rahatlığıyla öldürmelerine ve yok etmelerine izin vermek demektir. Kuzey Afrika ve Türkiye ordularının komutanları AFRICOM’un emrindeyken Yahudi varlığı nasıl güvende olmasın ki?!

Tunus, Libya, Cezayir, Fas ve diğer ülkelerden askeri komutanların katılması... Yahudi devletinin suçlarını destekleyen Amerika ve Avrupa’nın gözetimindeki askeri tatbikatlara katılması, savaş zamanında düşmanla ittifak kurmak demek olup savaş zamanında düşmanla ittifak kurmak ise büyük bir ihanettir. Dolayısıyla halkına, dinine, ümmetine ve ülkesine ihanet eden, onurunu, erkekliğini kaybeden ve kendisini hakir gören biri bunları beş para sattığı gibi halkının kanını da satar!

Bölgenin hain yöneticileri halklarına büyük bir ihanetle ihanet ettiler, savaş zamanlarında düşmanla ittifak kurdular ve Filistin ve Aksa'yı katliam ve kıyımdan kurtarmak için ordularını Filistin'e yönlendirmek yerine düşmanın emri altına verdiler; zira Yahudilerin, Amerika ve Avrupa'nın silahlarıyla kardeşlerimizi, çocuklarımızı ve kadınlarımızı katlettikleri bir zamanda bölgenin yöneticileri Yahudi varlığını ve Batı'nın çıkarlarını korumak için askerlerimizi ve subaylarımızı kullanıyorlar! Müslümanların orduları hainlerin emri altındayken Yahudi varlığı neden korkacak ki?!

Ancak bu yöneticiler onurlarıyla birlikte ümmetin güvenini de kaybetmişlerdir. Bugün ümmetin içinde, yöneticilerin bu tür askeri tatbikatlar ve bu tür aşağılayıcı ve alçaltıcı boyun eğmelerle kendilerine giydirdikleri bu utançtan kurtaracak samimi liderler vardır. Zira askerleri düşmanın komutası altındayken onurlu bir komutan nasıl dinlenip rahat edebilir ki?! Onurlu bir komutan, kardeşlerinin katilinin emirlerini yerine getirirken nasıl mutlu yaşayabilir ki?    

Amerika ve Avrupa’nın ülkemizde sadece bir avuç ajanı var; şayet bu ajanlar olmasaydı onlar ülkemize giremezler ya da egemen olamazlardı. Nitekim ABD ve Avrupa, Irak, Afganistan ve Şam'da Müslümanlara karşı yürütülen savaşlara dahil oldular; ama sayılarına ve teçhizatlarına rağmen kazanamadılar. Bu nedenle onurunu kaybetmiş hain komutanlarla Müslüman orduları kullanmaya başvurdular. Zira Amerika, Afganistan’daki Müslümanlarla savaşmak için Pakistan ordusunu kullanmaktadır. İşte bakın şimdi de savaşı kendisine vekaleten yürütmeleri için Tunus, Fas ve Senegal ordularını toplamaya çalışmaktadır. Bu da Amerika’nın yenilgiye doğru gittiği anlamına gelmektedir. Eğer Müslüman ordularından bazıları Selahaddin gibi aziz ve onurlu bir Müslüman liderin komutası altında birleşmiş olsalardı, onun hiçbir etki kalmazdı.Bu mesele önemsiz değildir; zira İslam ümmeti Ebu Bekir’i, Ömer’i, Halid bin Velid’i ve Selahaddin'i çıkardığı gibi, Allah’ın izniyle onlar gibilerini de çıkaracaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Nasır Şuveyha - Tunus

Devamını oku...

Trump’ın Dış Politikasının En Belirgin Özellikleri Anlaşmalar Ve Caydırıcılıktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump’ın Dış Politikasının En Belirgin Özellikleri Anlaşmalar Ve Caydırıcılıktır!

Haber:

Wall Street Journal, Trump'ın dış politikasının anlaşmalar ve caydırıcılık etrafında döneceğini, ABD'nin ekonomik ve askeri gücünü sergileyeceğini, düşmanlara korku salacağını ve müttefiklerden daha fazla taviz koparacağını açıkladı.

Yorum:

Trump’ın caydırıcılık ve anlaşma politikası olarak tanımlanan dış politikası, şantaj ve zorbalık politikasından başka bir şey değildir; zira askeri ve ekonomik gücü rakipler, müttefikler ve düşmanlar üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanarak onların kalplerine korku salmak ve onlardan tavizler koparmak, Amerika’nın artı gücünü kullanarak şantaj, sömürü ve zorbalığa dayalı bir dış politikadan başka bir şey değildir.

Bu politika, Trump’ın tüm işlerinde, daima kâr elde etmeyi amaçlayan bir işadamı olarak düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Bu ise adaletin ve barışın yayılmasına katkıda bulunan küresel vizyona sahip bir siyasi liderin politikası değildir. Aksine tamamen sömürgeci maddi çıkarlara dayanan kapitalist bir politikadır.

Onun vizyonuna göre Çin’e yönelik politikası, Çin’in ekonomik ilerlemesini durdurmak, artan küresel etkisini önlemek ve ABD pazarındaki payını azaltmak için bu ülkeye daha fazla yaptırım uygulamak, ona komşu ülkelere füze sistemlerinin konuşlandırılmasını yoğunlaştırmak ve ABD'ye giren mallarına gümrük ve vergi koymak üzerine kuruludur.

Bu politika temelinde Trump, Ortadoğu'da Suudi Arabistan'ın başını çektiği Arap ülkeleri ile Yahudi varlığı arasında Gazze’ye yönelik savaşın durdurulması ve esirlerin serbest bırakılması karşılığında yeni normalleşme anlaşmaları imzalanması için çalışacak ve direniş güçleri üzerindeki baskıyı arttırarak onları aşamalı olarak zayıflatacaktır.

Ukrayna’da Trump, savaşan tarafları savaşı sona erdirmeye ve tavizler vermeye zorlayacak, Rusya’ya baskı uygulayarak aslında yenilmediği bir savaşı sürdürmesini engelleyecektir. Her ne kadar Ukrayna bataklığına saplanmış olsa da, karşılığında Ukrayna’yı doğu topraklarının bir kısmını Rusya'ya bırakmaya zorlamak ve ardından her iki tarafın da Amerika'ya hizmet etmesini sağlayacak bir barış anlaşması imzalamak için Ukrayna’ya silah tedarikini engelleyecektir.

Böylece Trump, baskı altında anlaşma ve tavizlere dayalı dış politikasını sürdürecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Türki Eş-Şeyh… Bu Zamanın Nadr Bin Haris’idir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Türki Eş-Şeyh… Bu Zamanın Nadr Bin Haris’idir!

Haber:

Suudi Arabistan Genel Eğlence Otoritesi Başkanı Turki Abdulmuhsin eş-Şeyh Cuma günü yaptığı açıklamada, Riyad 2024 sezonunun başlamasından bu yana bir aydan kısa bir süre içinde dört milyon ziyaretçiyi çekerek yerel ve uluslararası topluluktan gelen büyük bir talebi yansıtan yeni bir başarının gerçekleştiğini duyurdu.(Al Medina Gazetesi, 8/11/2024)

Yorum:

Yahudi varlığının Gazze ve Lübnan’daki kardeşlerimize karşı en iğrenç suçları ve katliamları işlediği, Suriye’nin kan ağladığı, Yemen’in bombalandığı ve Sudan’ın yerle bir edildiği bir zamanda ve İslam ümmetinin İslam’ına dönerek kurtuluş yolunu hissettiği bir zamanda; evet İslam ümmetinin tarihinin bu çok hassas döneminde, Harameyn eş-Şerifeyn Beldesinin Genel Eğlence Otoritesi Başkanı Turki eş-Şeyh’in, şarkıcı, oyuncu ve sporcuları getirmek için büyük fonları çarçur ederek rezilliği, yolsuzluğu, ahlaksızlığı ve sefahati yayma adımlarını hızlandırdığını görüyoruz! Onun tek hedefi, Müslümanları İslam’ın hükümlerini uygulayarak ve dünyaya hidayet risaletini taşıyarak “ لا إله إلا الله محمد رسول الله” kelimesini yüceltmek olan görevlerinden uzaklaştırmaktır; dolayısıyla o bugün, Allah’ın Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’deki peygamberliği döneminde Nadr Bin Haris’in rolünü oynamaktadır; zira Kureyş'in en büyük suçlularını ve İslam'ın en yaman düşmanlarını tasnif edecek olsaydık, Nadr Bin Haris bu listenin başında yer alırdı. Nitekim Haris, Mekke döneminde İslam’ın ve Peygamberinin en tehlikeli, en iğrenç ve en ölümcül düşmanıydı ve aynı zamanda hakkında en çok ayet inip de kıyamete kadar okunacak kişidir; çünkü Ebu Leheb hakkında birkaç sure, Ebu Cehil hakkında birkaç ayet, Velid bin Muğire, Ahnas bin Şurayk ve diğerleri hakkında da birkaç ayet nazil olmuştu. Ama Nadr Bin Haris hakkında Allah’ın Kitabı’nda ondan fazla ayet nazil olmuştur. Çünkü o, Allah yolundan saptırmak ve ahlaksızlığı, rezilliği ve batıl eğlenceyi yaymak için para, zaman, çaba ve düşünce harcamıştı. Ayrıca o, Mekke’ye bu rezilliği ve ahlaksızlığı sokan ilk kişi olduğu gibi aynı şekilde Batıl fikirleri Arap ülkelerine aktarma ve insanları bunlardan etkilenmeye davet etme politikasını izleyen ilk kişi olan Nadr Bin Haris, Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem peygamberliği döneminde Araplar tarafından bilinen bu anlamda ilk “Batılıdır” وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُواًİnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır.” [Lokman 6]

Bakın işte bugün de Turki eş-Şeyh de onun izinden gidiyor; zira Harameyn Şerifeyn topraklarını, Allah'ın Beyt-i Haram'ının sadece birkaç metre ötesini bile bir gece kulübü haline getirmiştir; tüm bunlar ise tamamen suçlu Muhammed bin Selman’ın izniyle gerçekleşmektedir. Alkolü, ahlaksızlığı, sefahati ve Rabbimizi Azze ve Celle'yi öfkelendiren her şeyi helal sayan alçak yöneticiler, Müslümanların parasını dinle savaşmak ve Yahudi varlığını desteklemek için harcıyorlar. Biz de onlara Rabbimizin aziz Kitabı'nda söylediğini söylüyoruz: يُرِيدُونَ أَن يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَه بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَAllah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Tevbe 32-33]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Necmeddin Şuaybin

Devamını oku...

Mısır’ın Kendine Ait Kırmızı Çizgileri Var, Bu Kırmızı Çizgiler, Mısır’ın Yeniden İslam’a, Şeriata ve İslam Devletine Dönmesini Farz Kılmaktadır, İslam Devleti Mısır’ı, Halkını ve Zenginliklerini Koruyacaktır

Al-Quds Al-Arabi gazetesi, 9 Kasım 2024 tarihinde, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Mısır hükümetine karşı her konuda esnek davranabileceğini, ancak vergilerin artırılması, akaryakıt fiyatlarının yükseltilmesi ve yoksullar için gıda sübvansiyonlarının azaltılması konularında taviz vermeyeceğini belirtti. Bunlar, IMF’nin belirlediği “ekonomik reform programı” çerçevesinde Mısır hükümetinin ekonomi politikalarını bu doğrultuda yönlendirmesi ve devletin mali tablolarında gereken muhasebe dengesini sağlaması için aşılması yasak olan üç tabu veya kırmızı çizgidir. Bu üç temel kural doğrultusunda, 2022 sonunda 3 milyar dolar olarak belirlenen ve mart ayında 8 milyar dolara çıkarılan IMF kredisi yeniden değerlendirilmektedir.

IMF’nin Mısır hükümeti için belirlediği bu kırmızı çizgiler, Mısır’ın Batı’ya bağımlılığını kalıcı hale getirmeyi ve İslam’ın uygulanmasını önlemeyi amaçlayan bir projenin bir parçasıdır. Vergi artışları, akaryakıt fiyatlarının yükseltilmesi ve temel gıda mallarına sağlanan sübvansiyonların düşürülmesi özellikle düşük gelirli ve yoksul kesimleri vuracak, sınıfsal uçurumu daha da derinleştirecek, kapitalizm altında servetin belirli ellerde toplanmasıyla yoksullar ve zenginler arasındaki uçurum daha genişleyecektir. Döviz kurunun serbest bırakılmasını, kamu şirketleri ve kaynaklarının satılmasını, kamu sektörünün özelleştirilmesini öngören bu politikalar, aslında Mısır’ın sahip olduğu ham maddeleri yağmaladıktan sonra Mısır pazarını Mısır halkının pahasına yabancı sermayeye açmayı amaçlamaktadır. Bu kapitalist koşullar ve benzerleri, İslam’a aykırıdır. İslam, insanlardan vergi alınmasını yasaklar ve bunu, meks olarak kabul eder. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünden dolayı Meks sahibi cehennemdedir:

صَاحِبُ الْمَكْسِ فِي النَّارِ “Meks sahibi cehennemdedir” İslam aynı zamanda vatandaşlarını korur, haklarını ve mülkiyetlerini güvence altına alır, kamuya ait malların herkesin yararına kullanılmasını sağlar ve bu malların özelleştirilmesini yasaklar. Devletin görevi, kendi kaynaklarından zenginlik üretmek ve zengin veya fakir, Müslüman veya gayrimüslim ayrımı yapmaksızın bu zenginliği tüm insanlara eşit olarak dağıtmaktır. Bu ise insanların mallarını talan eden, ihtiyaçlarını sömüren, sıkıntılarını ve krizlerini istismar eden faiz gerçeğiyle taban tabana zıttır. Üçüncü büyük sorun ise, hiçbir içsel değeri olmayan, altın veya gümüş standardının yerine geçen kağıt para sistemidir. Para, kendi başına bir değer taşımalı ve insanların emeklerinin, servetlerinin ve tasarruflarının çalınmasına aracılık etmemelidir.

IMF’nin önerdiği çözümler, Mısır’ın Batı’ya olan finansal ve ekonomik bağımlılığını artırmayı, Mısır’ı geri ödenmesi imkânsız bir borç yükü altında bırakmayı ve kalkınma çabalarını engellemeyi amaçlamaktadır. Kapitalizm hüküm sürdüğü ve ondan medet umulduğu sürece Mısır ve krizlerinin çözümü ve sonu olmayacaktır. Kapitalizm aslında çözüm sunmaz, sunduğu her çözüm, insanların istemeye istemeye içmek zorunda kaldıkları bir zehirdir. İnsanlar, bu sistemin ağır baskısı altında bu zehri içmek zorunda kalıyorlar. Allah’a andolsun ki, eğer insanların rızıkları takdir edilmemiş olsaydı, bu politikalar ve neden olduğu açlık, sefalet, cehalet ve hastalık yüzünden kesinlikle ölmüş olurlardı. Hastalığı bilmek tedavinin temelidir, Mısır’ın hastalığı, kapitalizm ve onun araçlarıdır. Çözüm, tüm araçları, sembolleri ve uygulayıcıları ile kapitalizmi kökünden söküp atmak, sömürgeci uluslararası kurumlar ve onların yıkıcı politikalarından uzak durmak ve Allah’ın istediği gibi İslam Devleti altında İslam’ı uygulamaktır. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti İslam’ı insanlara uygulayacak ve onu bir hidayet ve nur mesajı olarak dünyaya taşıyacaktır. Allah’ım, Raşidi Hilafeti hızlandır, Mısır’ı bu hilafetin merkezi ve başlangıç noktası yap ve Mısır’ın ordusunu onun destekçileri kıl. Âmin.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَكِن كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ“O ülkelerin halkı inansalar ve sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” [Araf 95]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Tanzanya, Gazze’yi Savunmaları İçin Müslüman Ordularına Çağrıda Bulundu

Amerika ve diğer Batılı ülkelerin desteğiyle ve İslam ülkelerindeki işbirlikçi yöneticilerin ihanet ve işbirliği ile Yahudi varlığının, Gazze ve komşu İslam ülkelerinde Müslümanlara karşı yürüttüğü bir yılı aşkın süredir devam eden soykırım, vahşet ve zulüm kampanyasının ardından Hizb-ut Tahrir / Tanzanya, dün, 8 Kasım 2024’te, Cuma namazının ardından çeşitli yerlerde Yahudi varlığının vahşetini kınamak ve başta Mısır, Ürdün, Suriye, Türkiye ve Suudi Arabistan olmak üzere İslam ülkelerindeki orduları Gazze’deki Müslümanlara destek için acilen harekete geçmeye çağırmak üzere protestolar gerçekleştirdi.

Zanzibar, Mwanza ve Tanga dahil olmak üzere Tanzanya’nın çeşitli şehirlerinde protestolar düzenlendi. En büyük protesto ise, Darüsselam’ın Tandale semtinde Kwa Bimtumwa Camii’nin önünde gerçekleştirildi.

Darüsselam’da yapılan protestolardan önce partinin gençlerinden biri bir hutbe vererek, âlimleri, işbirlikçi hükümdarları, İslam ümmetini ve ordularını, Yahudi varlığının Gazze’deki Müslümanları katletmesine kayıtsız kalınmasının doğuracağı ağır sonuçları konusunda uyardı.

Darüsselam’daki protesto gösterisine birçok medya kuruluşu katıldı. Gösteride Hizb-ut Tahrir / Tanzanya Merkezi Temas Komitesi Başkanı Şeyh Musa Kilyo bir dua yaptı ve Hizb-ut Tahrir / Tanzanya Medya Temsilcisi Mesud Msellem, Müslüman ülkelerin ordularına özel bir mesaj iletti. Mesajın içeriği şöyle:

“Hizb ut-Tahrir / Tanzanya’dan Mısır, Ürdün, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan ve Diğer İslam Ülkelerinin Ordularına Bir Mektup

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Gazze yerle bir edildi, şimdi de Lübnan hedefte. Askeri destek vermek için daha neyi bekliyorsunuz?

Bir yılı aşkın süredir Yahudi varlığı, ABD ve diğer Batılı ülkelerin tam desteğiyle Gazze’de vahşet ve soykırım suçları işlemeye, binaları ve altyapıyı yıkmaya devam etmektedir.

Bu düşman sadece Lübnan’da bu tür katliamları işlemekle kalmadı, aynı zamanda İran ve Suriye’ye de saldırılar düzenlemektedir. İslam ümmeti böylesine bir zillete maruz kalırken neden hala somut bir adım atmıyorsunuz?

Sadece bir yıl içinde Filistin, Lübnan, Suriye, İran, Irak ve Yemen olmak üzere altı İslam ülkesi saldırıya uğradı. Sizler ise hala gaflet uykusundasınız.

Bu meselenin iki tarafı var, üçüncü bir tarafı yok. İslam düşmanlarının desteklediği taraf ve İslam ümmetinin tarafı. Siz hangi tarafta yer alacaksınız? Ümmetle ilişkiniz, İslam’a olan inanç temelinde değil mi? Düşmanlarımızın diğer İslam ülkelerine saldırmayacağından emin olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Siz, güvende olduğunuza mı inanıyorsunuz?

Ne yazık ki Düşman kan dökmekten ve ateş açmaktan başka bir şey bilmiyor. Teslim olmayı asla kabul etmiyor.

Raporlara göre Gazze’de şehit olanların sayısı 43 bine ulaştı, ancak başka kaynaklara göre bu sayı 200 bine yaklaşıyor. Enkaz altında 7 bin ya da tam olarak bilinmeyen sayıda insan var ve yaralı sayısı 100 bini aşıyor. Ayrıca evlerin %80’inden fazlası yıkılmış durumda.

Gazze’de hayatta kalanlar her yere dağılmış durumda. Yahudi varlığının askerleri tarafından kuşatılmış durumdalar ve yardımlara ulaşmaları engelleniyorlar. Ne yiyecek ne su ne de tıbbi hizmet var. Sürekli bombalanıyorlar ve açlıktan ölüyorlar. Neredeyse tüm hastaneler ve sağlık merkezleri yıkılmış durumda.

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Bu insanlar sizin kardeşleriniz değil mi?

60’tan fazla cami tahrip edildi. Kuşkusuz bu, İslam’a karşı açık bir savaştır.

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Bir Müslüman için, cihat meydanında zafer elde etmekten ya da şehit olmaktan daha büyük bir onur ve şeref var mıdır? Böylesi bir durumda cihadı terk etmenin en büyük günahlardan biri olduğunu bilmiyor musunuz?

Düşman, Müslüman kanını dökmekten zevk alıyor. Sadece binaları değil, aynı zamanda zayıf kadın ve çocukların sığındığı çadırları da bombalamaya devam ediyor.

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Kardeşleriniz yardıma muhtaçken, siz de onlardan yüz çevirirseniz, o zaman bu dünyada kim onlara yardım edecek?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ * إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ  “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Hiçbir şeyden korkmayın, çünkü tüm İslam ümmeti arkanızdadır. Allah’ın askerleri, mutlaka yardım ve zaferle taçlandırılacaklardır.

وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ  “Şüphesiz ordularımız galip gelecektir” [Saffat 173]

Allahım, Gazze’deki halkımıza ve dünyanın doğusundaki ve batısındaki tüm Müslümanlara zafer ihsan eyle. Âmin.

Mesûd Msellem
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Tanzanya
Medya Temsilcisi

Devamını oku...

Batılı Kâfir Ülkelerdeki Seçimlere Katılım Çağrısı, Batılı Toplumlara Asimilasyon Çağrısıdır ve İslam Mesajının Tüm Dünyaya Taşınmasını Askıya Almaktır

Başkanlık ya da parlamento seçimleri olsun her seçim döneminde Müslüman topluluklar arasındaki pek çok aktivist, yüksek bir dille bu seçimlere katılmanın gerekliliğini vurgularlar. Şeyhler ve İslam merkezleri yöneticileri bu aktivistler, Müslümanların siyasi sürece aktif katılımını sağlamak amacıyla belirli siyasi partilere veya adaylara destek vermeleri için kampanyalar düzenliyorlar. Görüşlerine uymayan ve hoşlarına gitmeyen adaylar olsa bile boş oy kullanmak yerine seçmenlere oylarını kullanmaları gerektiğini telkin ediyorlar. Bu şeyhler, seçimlere katılmanın hem dini hem de milli bir görev olduğunu belirterek, Müslümanları oy kullanmaya teşvik ediyorlar. Bunlar, bu çağrının asıl amacının Müslümanlar olduğunu, oyları ve etkileri olmadığını galiba unutuyorlar. Mesela El Cezire, Amerikan seçimleri sırasında “Müslümanlar 7 eyalette seçim sonuçlarını belirleyebilecek potansiyelde” başlıklı yanıltıcı bir haber yayınladı. Haberde, sayıları az olsa da Müslüman toplulukların bazı durumlarda seçim sonuçlarını belirleyebilecek bir kapasitede oldukları ileri sürüldü. Raporda Müslümanların, Amerika’nın 336 milyonluk toplam nüfusuna göre 3,5 ila 4 milyonluk nüfusu ile nispeten küçük bir topluluk olduğu halde Pennsylvania, Michigan, Arizona, Nevada, Georgia, Kuzey Carolina ve Wisconsin gibi Demokrat ve Cumhuriyetçi parti oylarının başa baş gittiği salıncak eyaletlerde büyük bir etkiye sahip olmalarının beklendiği ifade edildi.

Birincisi: İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık besleyen kâfir Batı ülkelerinde böylesi bir çağrının yapılması gerçekten çok ilginç. İslam fıkhının temel ilkelerine aykırı olan bu fetvaların hiçbir dini dayanağı yoktur. Seçim, seçmen ile seçilen arasında bir vekalet akdi olduğuna göre, bu şeyhler, nasıl olur da bir Müslüman’ın, Allah’ın indirdiği hükümlere göre değil de ülkesinin anayasası, yasaları ve politikaları doğrultusunda hükmeden bir kâfire vekâlet vermesini caiz görebilir? Kaldı ki bu politikalar, her zaman İslam ümmetinin çıkarlarına zıt olmuştur. Daha da garip olan, bu apaçık gerçeği onlara hatırlattığınızda bunu görmezden gelmeleri ve ‘biz, iki kötünün en az kötüsünü seçiyoruz’ diyerek kendilerini savunmalarıdır. Hatta içlerinden biri, hiçbir şansı olmayan üçüncü bir adaya destek çağrısında bulunurken halkın ‘Ebu Cehil ile odun taşıyan kadın arasında’ bir seçim yapmak zorunda olduğunu ifade etmiştir. Daha da ilginci, bu şeyhler, şeri kural olduğunu düşündükleri “ehven-i şer” kuralını kullanırken, bazı alimlerin bu kuralı kullanmak için Müslümanların iki şerden birini seçmeye zorlanmış olması gerektiği şartını görmezden geliyorlar. Seçeneği olduğu halde yani mecbur ve zorlama olmadığı halde Müslümanların iki kötü seçenek arasında seçim yapması caiz değildir. Bu nedenle, Batı ülkelerindeki seçimlere katılım çağrısının, benimsemiş oldukları çürük kurala göre bile şeri dayanağı yoktur. Başta imamlar ve İslam merkezlerinin yöneticileri olmak üzere Batı’da yaşayan tüm Müslümanları, Allah’tan korkmaya, kendilerini küfür ile yönetecek kimseleri vekil tayin etmemeye, Batı’nın Müslümanlara karşı kurduğu entrika ve dünya çapında Müslümanları katletme projelerinin birer vekili olmamaya, Allah’ın şeriatına aykırı fetvalara kulak asmamaya, dünya nimetlerine ve konfora meyletmemeye ve hayali havuç-sopa politikasından korkmamaya çağırıyoruz.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَعِيداً“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” [Nisa 60]

İkincisi: Batılı seçimlere katılmak, kafir seküler sistemi kabul etmek anlamına gelir. Oysa Batı’da yaşayan Müslümanlar, Batılıları kapsamlı bir şekilde İslam’a davet etmekle, İslam’ı tüm insanlığa bir rahmet Risâlet’i olarak taşımakla ve sadece ibadetlere değil tüm İslam’a davet etmekle mükelleftir. İslam’a davet, yönetimde, ekonomide ve hayatın her alanında bir yaşam biçimine davet olmalıdır. İşte özellikle Batı uygarlığının büyük bir çöküş yaşadığı, halklarını mutsuz eden ve dünya için, bilhassa İslam ümmeti için bir bela ve lanete dönüşen seküler uygarlığın yozlaşmışlığından kurtaracak alternatif bir uygarlığa şiddetle ihtiyaç duyulduğu bir zamanda İslam’a davet tam olarak budur. Diğer bir deyişle İslam’a davet, Batı’nın mevcut adaletsiz seküler düzenini yüce İslam’la değiştirmeye davet olmalıdır. Bu durum, Batı’daki Müslümanların seküler sistemi reddettiklerini açıkça ilan etmelerini, siyasi makamlara aday olanlar da dahil olmak üzere İslam’ı Batı toplumuna bir uygarlık alternatif olarak sunmalarını, insanlara ve çıkarlarına hizmet edeceklerine dair ne kadar yalan söylerlerse söylesinler hiçbirini seçmemelerini zorunlu kılar! Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، لَا يَسْمَعُ بِي أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ، يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّا“Muhammed’in canı elinde olan zata yemin olsun ki; bu ümmetten Yahudi veya Hristiyan herhangi bir kimse beni duyar da sonra benimle gönderilen dine iman etmeden ölürse, mutlaka Cehennem ashabından olur” [Müslim]

Üçüncüsü: Batı’daki Müslüman toplulukların İslami bir çatı altında birleşip İslam’ı hidayet ve rahmet mesajı olarak taşımaları, onları Batı toplumlarında yapıcı bir konuma getirecektir. İslam’ın ilahi mesajını Batı’ya, özellikle de bir avuç kapitalist tarafından ezilen mazlum halklara taşımak farzdır. Kapitalistler, halklarını kıtalararası dev şirketlerin kodamanların çıkarlarına göre yönetiyorlar. Batılı halklara daveti taşımak farzdır, onları mutsuz eden ve Yüce Tanrı’nın gazabına uğramalarına neden olan yaşam tarzlarına katılmak değil. Ayrıca Müslümanların birliği, onları kendilerine ve İslam’a karşı komplo kuranların her türlü komplo ve kötülüklerinden de koruyacaktır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

فَعَلَيْكَ بِالْجَمَاعَةِ، فَإِنَّمَا يَأْكُلُ الذِّئْبُ مِنَ الْغَنَمِ الْقَاصِيَةَ “Öyleyse cemaatten ayrılma. Çünkü kurt ancak sürüden ayrılan koyunu yer” [Ebu Davud] Örneğin, Amerika’daki on milyon Müslümanın kendilerini temsil eden ve kendilerinden bir sözcüsü olduğunda, bu, onları dikkate değer bir güç haline getirecek, seçimlere katılmış olsunlar ya da olmasınlar, vatandaşlık haklarını talep etmek ve Gazze’deki kardeşlerimizi öldüren silahların Yahudi varlığına verilmemesini istemek gibi talepleri meşru ve adil olduğu sürece haklarının çiğnenmesini engelleyecektir.

Dördüncüsü: Batı’da yaşayan Müslümanları, İslam’ın ve Müslümanların gerçek elçileri olmaya çağırıyoruz. Habeşistan’a hicret eden sahabe, özellikle de Cafer bin Ebu Talip, onların rol modeli olmalıdır. Batı toplumlarına tamamen uyum sağlamak, asimile olmak ve batının siyasi ritüellerini benimsemek değil. Batılı siyasi uygulamalarına uyum sağlamak, Müslümanlardan İslam’ı tüm insanlığa taşıma niteliğini yok edecektir. Müslümanları, Batılı halkları para imparatorlarına kulluktan kurtarmak, bölük bölük Allah’ın dinine girmelerini sağlamak için bu toplumlarda seçkin ve yapıcı olmaya çağırıyoruz. İslam daveti, bir akidedir, hayatın tüm yönlerini kapsayan bir yaşam sistemidir. Müslümanlar için içerisinde yaşadıkları ülkenin insanlarına karşı zimmetlerini temize çıkarmanın yolu budur. Ancak bu şekilde kıyamet günü insanlara mesajı ulaştırma konusunda gösterdikleri ihmal nedeniyle sorguya çekilmeyeceklerdir. Razı olduğu bir şekilde Allah’ın mesajını taşıyarak Rablerini rızasını elde edecekler hem kendilerini hem de gelecek nesilleri küfür hayatına ve ritüellerine asimilasyon belasından koruyacaklardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları da, doğru yolu tutanları da en iyi bilendir.” [Nahl 125]

Devamını oku...

Riyad’daki Konferansa Katılanlara, Aklı Olan Hiç Kimse İnanmaz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Riyad’daki Konferansa Katılanlara, Aklı Olan Hiç Kimse İnanmaz!

Haber:

11/11/2024 Pazartesi günü Riyad'da Müslüman ülkelerin tiranlarının veya temsilcilerinin katıldığı olağanüstü acil durum zirvesi düzenlendi ve zirve, Yahudi varlığının işlediği katliamları kınamayı ve eleştirmeyi içeren ve Filistin ve Lübnan'daki kurbanlar için ağlaşmaların ön plana çıktığı birçok retorik konuşmalarla açıldı. Ayrıca ateşkesi sağlayacak çözümler ve Ortadoğu bölgesini istikrara ulaştıracak adil (!) bir barış için çağrıda bulunuldu. Uluslararası sisteme de Yahudilere müdahale etmesi ve sınır tanımayan katliamlarını durdurmaları için baskı yapması çağrısında bulunuldu!

Yorum:

Müslümanların başındaki yöneticiler hala süslü sözleri ve cafcaflı ifadeleriyle halkları kandırıp uyutabileceğini ve onları düşünmeden liderlik ettiklerine güvenen koyun sürüleri gibi arkalarından gitmelerini sağlayabileceğini hayal eden akıllı adam rolünü oynuyorlar; zira bu ajan cunta her zaman halkların gafletinden ve onların sahte sloganlarına, sahte ifadelerine ve iyi niyet beyanlarına olan güvenlerinden beslenmiştir. Ancak Riyad’daki konferansa katılanlar, ümmet içinde hâlâ söylediklerine inanan aklı başında birilerinin kaldığını düşünüyorlar mı acaba?

Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşa açıkça katılarak Yahudi varlığına yardım etmek ve ona yakıt ve gıda da dahil olmak üzere hayatta kalma araçları sağlamak için Harameyn beldesini bir koridor olarak açan bin Selman'ın söylemlerine ve Gazze ve Lübnanlı çocuklar için ağlamasına kim inanır Allah aşkına?!Bob Woodward'ın Savaş kitabında yayınlanan skandal açıklamalardan sonra ona kim inanacak;zira bu, Gazze’deki direnişi kışkırtan ve ilan ettiği soykırım savaşında Yahudi varlığını destekleyen açıklamalar değil midir?! Özellikle de Suudi hava savunma sistemlerinin Husiler tarafından işgalci varlığa doğru fırlatılan Yemen füzelerine ve insansız hava araçlarına karşı koymasının ardından, Filistin ve Lübnan’a verdiği desteğe kim inanacak?

Yahudi varlığına yardımlar sağlamanın ve onun sınırlarını sadakatle korumanın ana kapısı olan ve Ürdün'deki büyükelçiliği önündeki göstericileri bastıran ve Gazze'deki kardeşlerini desteklemek için cihatçı bir eylem gerçekleştirme niyetinde olduğundan şüphelenilen herkesi tutuklayanİngilizlerin kölesi olan Ürdün Kralı’na kim inanır?! Ayrıca onun Hamas'ın ezilmesi gerektiği, çünkü Müslüman Kardeşlerin bir uzantısı olduğu için herkes için bir tehdit olduğu yönündeki sızdırılan açıklamasını kim unutacak?!

Şam halkını katleden ve yüz binlercesini varil bombaları, Scud füzeleri ve kimyasal silahlarla yok eden, Filistin halkını Suriye’deki kamplarda bazen silahla bazen de açlıkla öldüren, konuşmasında Yahudilerin katliamlarını kınayıp bunları durdurmak için pratik bir program talep ederken, ABD ve Yahudi varlığından gelen doğrudan tehditlere uyarak Gazze'yi gösteriler ve medya yoluyla bile desteklemekten açıkça kaçınan kasap Beşar Esad’a kim inanır; şu meşhur söz ne kadar da doğrudur: “Bir fahişe onur üzerine konferans verdiğinde!”

Cani milisleri İran’ın ırkçı yayılmacı projesi için Irak, Suriye ve Yemen'de masum insanları katlederken ve hâlâ da katletmeye devam ederken ülkesini yeryüzündeki mazlumları savunan ve Allah rızası için mazlumları destekleyen bir kahraman olarak göstermeye çalışan İran Cumhurbaşkanı'nın temsilcisine kim inanır?!

Sadece kâğıt üzerinde kırmızı çizgilerin sahibi olan ve Gazze'yi zorla kurtarmak gibi boş tehditler savuran, imanın en zayıf noktası olarak Yahudi varlığı ile ilişkisine bile kesmeyen, ülkesinin şirketleri Yahudileri yakıt ve gıda ile doğrudan desteklemeye devam eden, kendisi deşifre olduktan ve komplosu ortaya çıktıktan sonra da aracı bir ülke üzerinden desteklemeye devam eden Erdoğan’a kim inanır?!

Kötülükleri, gören ve görmeyen herkes için açığa çıkan, Filistin ve Lübnan halkını yüzüstü bıraktıkları, dahası kendileri olmasaydı var olamayacak ve ayakta kalamayacak olan Yahudi varlığını korudukları teyit edilenRiyad’daki yalancılar ve komplocular topluluğuna kim inanacak?! Onlara inanacak olanlar, sadece aklı olmayanlardır?!

Ey Riyad'daki yalancı konferansa davet edilen şeytanlar topluluğu; Allah sizi rezil etsin, çabalarınızı boşa çıkarsın, sizi dünya ve ahirette rezil etsin, İslam ümmetini sizin karanlığınızdan çıkarsın, ülkeyi ve insanları tüm pisliklerinizden temizlememize yardım etsin. Umulur ki bu yakında olur; zira bu, aziz olan Allah’a hiç de zor değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Adnan Mezyan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER