Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ "Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailelerinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan (Cehennem) ateşinden koruyun!" [et-Tahrîm 6]   Bugün İslâm Ümmeti, Söm

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Günümüzde Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de, Keşmir'de ve daha pek çok yerde askerî saldırı nedeniyle binlerce Müslüman katledilmekte ve evsiz bırakılmaktadır. Yine Ümmet'in maslahatlarını Yahudilere, Nasrânîlere ve Müşriklere teslim etmiş, Ümmet'in başına dayatılmış Mahmud Abbas, Perviz Müşerref, Hamid Karzâî ve Fahruddîn Ahmed gibilerinden kaynaklanan siyâsî saldırı da mevcuttur. Bunların yanı sıra bir de Ümmet'i yoksullaştıran IMF ve Dünya Bankası gibi yabancı finans kuruluşlarından kaynaklanan ekonomik saldırı vardır. Hayatlarımızı, servetlerimizi ve stratejik maslahatlarımızı heder eden daha nice saldırı türleri de vardır.

Bununla birlikte Sömürgeci Kâfirlerin ve Müşriklerin, Ümmet'e karşı gerçekleştirilen saldırıya bağımlı bir başka önemli unsur vardır. Bu da toplumlarımızdan yüce İslâmî kıymetleri kaldırmayı, yaşamlarımızdan İslâmî kültürün en ufak izini silmeyi ve bizi Dînimizden uzaklaştırmayı amaçlayan kültürel saldırıdır. Kâfirlerin bu plânı hakkında Allah [Subhânehu ve Te'alâ] bizleri Kur'ân-il Kerîm'de şöyle uyarmaktadır:

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ  "Yahudiler de, Nasrânîler de senden asla râzı olmayacaklardır, tâ ki sen onların dînine tâbi oluncaya kadar." [el-Bakara 120]

Ümmet'in Batı'daki ve Hindistan'daki düşmanları, bu amaca ulaşmak için bilhassa Müslüman gençliği hedef almaktadır. Onlar, ajanları ile birlikte gençliği, yaşamlarında özgürlük, eğlence ve duygusal tatmin gibi saçma sapan şeyler peşinde sürüklenmelerini yegâne hayat gâyesi haline getirmek için çalışmaktadırlar. Sonuçta Müslüman gençliği, hiçbir yüce hayat gâyesi olmaksızın bu dünyada dejenere bir şekilde yaşar hale getirmeye uğraşmaktadırlar. Oysa hayatın özgürlük, eğlence ve duygusal tatmin peşinde koşma mefhumlarına dayalı olduğu Batı'ya yüzeysel bir bakış dahi, bu mefhumların tehlikesini gözlerimizin önüne serer. Batılı toplumlarda insan, içgüdülerinin ve uzvî ihtiyaçlarının peşinde sürüklenir hale getirilerek hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye düşecek derecede dejenere edilmiştir. Bu mefhumlar sonucunda, zina, tecavüz, pornografi, anormal cinsel ilişkiler, uyuşturucu bağımlılığı, ebeveyne saygısızlık gibi pek çok ahlâksızlık ve terbiyesizlik hızla yayılmış, hatta yasallaşmıştır.

İşte Batı'nın ve Hindu müttefiklerinin toplumlarımızda yaymak için çalıştıkları şeyler bunlardır! Onlar düzenli olarak yapılan güzellik yarışmalarını, şarkı yarışmalarını, dans yarışmalarını, konserleri ve benzeri iğrençlikleri finanse etmektedirler. Muazzam oranda "Yaba" [Uzakdoğu'da eroinden daha yaygın bir uyuşturucu türü] gibi uyuşturucuların tedârikini gerçekleştirmektedirler. Sürekli artan sayıda çeşitli kuruluşlar ve medya organları kurarak Müslüman gençlik arasında pislik ve fesat saçmaktadırlar. Son zamanlarda popüler hale gelen FM radyo istasyonlarındaki gece programlarını dinlemeniz yeter; İslâm düşmanları ve ajanları gençliğin zihinlerine ölümcül bir zehir akıtmaktadırlar. Bu tür programlar, her tür tiksindirici hareketi olağan gösterip teşvik etmektedirler. Müslüman gençliğin kız-erkek rahatça birbirlerine karışmasını öğütleyip namussuzluğa yöneltmektedirler. Erkekleri, çapkın anlamında "love guru" denilen bir hale getirmeye, kızları da "aşk adına" zinayı normal ve olağan karşılamaya çağırmaktadırlar. Gençliğe, "eski kafalı", "geri kalmış", "moruk", "geçmiş nesil" dedikleri ebeveynlerine karşı saygısızlığı ve terbiyesizliği öğretmektedirler.

Ey Müslümanlar!

Gençler, Ümmet'in müstakbel liderleri ve gelecekteki erleridirler. Müslüman gençlikten, Sind'i fetheden ve Hindistan'a İslâm'ı getiren Muhammed ibn-ul Kâsım, henüz 17 yaşındayken İspanya'yı fetheden Târık ibn-u Ziyâd, henüz 21 yaşındayken Müslümanların ordusuna komutanlık edip Konstantinapol'ü fetheden Fâtih Sultan Muhammed Hân gibi İslâm kahramanlarının sancağını taşımaları beklenir. Bu bağlamda, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Kur'ân-il Azîm'de bizlere emrettiği bir vecibemiz ve mesuliyetimiz vardır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ  "Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailelerinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan (Cehennem) ateşinden koruyun!" [et-Tahrîm 6]

Ey Müslümanlar!

Toplumumuzun Batı'nın dejenerasyon seviyesine düşmesine karşı önlem alınız.

Toplumun, fuhşun ve zinanın yaygın ve normal hale geldiği bir noktaya ulaşmasına hızla engel olunuz!

Kadınların, anormal ilişkilerle namus bilinçlerini ve utanma duygularını kaybetmesine hızla engel olunuz!

Gençlerin ebeveynlerine saygısızlık etmelerine, aile bağlarının kopmasına, akrabalığın dağılmasına, dolayısıyla toplumda şefkatin, merhametin ve karşılıklı sorumlulukların yok olmasına engel olunuz!

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, sorumluluklarınızı yerine getirmek üzere sizleri aşağıdaki eylemleri yapmaya çağırmaktadır:

1.   Gençlerimizin zihinlerini ve kalplerini İslâmî Kültür ve yüce İslâmî kıymetler ile donatınız,

2.   Müslüman gençliği ifsat etmeye çalışan kuruluşlara ve medya organlarına karşı kamuoyunu harekete geçiriniz,

3.   Toplumda İslâmî fikirleri ve duyguları muhafaza edecek, gençliği İslâmî Kültüre aykırı mefhumlarla saptırmaya ve ifsat etmeye çalışan kuruluşları ve medya organlarını engelleyecek İslâmî Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışınız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ  "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiğinde icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Nâzır Ali, Batı'nın İslâm'a Karşı Savaşında Bir Araç Olarak Hristiyanlığı Kullanıyor

Rochester Piskoposu Michael Nâzır Ali, "Radikal İslamcılığın" İngiliz toplumundaki ahlâkî boşluğu doldurma tehlikesi olduğu uyarısında bulundu. Yüksek tirajlı Standpoint Dergisi'nde yayınlanan makalesinde, 1960'lardan "toplumsal ve cinsel" devrimin, "içerisinde kendimizi bulduğumuz ahlâkî ve mânevî boşluğa" neden olduğunu yazdı. Kiliseyi buna direnmede yetersiz davranmakla eleştiren Piskopos, daha ileri giderek şu uyarıda bulundu: "... Şu anda aynı derecede ciddi bir diğer ideoloji ile karşı karşıyayız: geniş kapsamlı olma iddiasındaki Radikal İslamcılık. Böyle bir başka ideolojik savaşa da karşı koymak için hangi kaynaklarımız var?"

Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Tâci Mustafa şöyle dedi: "Pek çok insan doğru bir biçimde Batılı Dünya'da bir krizin varlığını ortaya koymuştur. Söz konusu ahlâkî ve mânevî boşluk; ailevî yaşamda bir çöküntüye, saygısızlık kültüründe bir yükselmeye, aykırı sosyal davranışlarda, şiddet suçlarında ve kadının istismârında bir kötüleşmeye ve zengin-fakir uçurumunda geniş bir açılmaya neden olan Laik-Liberal Kapitalist değerlerin benimsenmesinin sonucudur."

"Batı, dünya çapında İslâmî uyanışı hissetmiştir. Müslüman Dünyası'nda, Hilâfet'in kurulması yoluyla Batılı nüfûzdan bir kurtuluş arayışı olduğunu ve İslâm'ın artan desteğinin önünü kesmek için harcanan çabaların ve kullanılan araçların beyhude kaldığını da hissetmiştir. Bu "teröre karşı savaş" atmosferini kendi konumlarını yükseltmek için kullanan Nâzır Ali ve benzerleri, fırsatçılardan başka bir şey değildirler. Bunu da insanların ön yargılarını; ‘İmparatorluk', ‘İngilizlik' ve Müslüman karşıtlığı kokteyliyle karıştırarak yapmaktadırlar. Onun ve diğerlerinin, İslâm'a saldıracak konumları yoktur, olduğunda da toplum içerisinde mâsum bir insanı suçtan ve istismar edilmekten koruyacak çözümlerinin başarısızlığı ile sonuçlanmıştır."

"Britanya'daki Müslüman toplum, bu ahlâkî boşluktan varlığını mümkün olduğu oranda korumak için, İslâmî değerleri bir terbiye ve ahlâk rehberi olarak değerlendirmelidir. Alternatif arayışı adı altında İslâmî değerlerden başka yollara sapmak, diğer toplumların yaşadıkları acıları tattırır, ergenlik öncesi gayri-meşru hamilelikler, aykırı toplumsal davranışlar, ebeveyne veya başkalarına saygısızlık ve benzerleri gibi."

"Müslüman Dünyası'ndan bakıldığında Batı'daki kriz; Müslümanların kendi toplumlarında, laik sistemi veya liberal değerleri benimsemek yerine, Hilâfet'i yeniden kurmak istemelerinin pek çok nedeninden biridir. Öyle ki İslâm'ın; siyâset, iktisat ve ahlâk dâhil insanoğlunun her yönüne hitap eden kapsamlı çözümleri ile yaşasınlar."

"Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, Britanya'daki Müslüman toplumu, gayri-müslimleri kazanmak için çalışmaya teşvik etmeyi sürdürecektir. Öyle ki bu Piskopos gibilerinin gulyabani hikâyeleri yoluyla insanları korku atmosferine sürükleme girişimleri, nihayetinde başarısızlığa uğrasında ve böylece gerçek ‘nefret vâizleri'nin kim olduğu herkes için açığa çıksın."

 

 

Tâci Mustafa

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

Devamını oku...

Yabancı Yatırım Projeleri, Müslümanların Servetlerini Hortumlamanın Yasallaştırılmasıdır

es-Sabâh Gazetesi, 21.05.2008 tarihli, 1394 sayılı baskısında, 63 milyar doları aşan miktarda yabancı yatırım anlaşmalarının uluslararası şirketler ile yapıldığına dair bir haber yayınladı. Habere göre anlaşma aşağıdaki hususları içermektedir: 1) Basra Limanı'nın inşası, 2) Uluslararası Bağdat Havalimanı'nın yeniden imarı, 3) Ticârî ve turistik amaçlı olarak, oteller ve yerleşim birimleri içeren iki şehrin inşası, ayrıca 650 milyon dolar maliyetle el-Kût şehrinin yeniden inşâsı.

Sözde Irak Vatanî Yatırım Heyeti Başkanı Dr. Ahmed Rıdâ şöyle dedi: "Temsilciler Meclisi'nin 2006 yılında onayladığı yabancı yatırım yasası pek çok imtiyaz içermektedir; meselâ:

-     Yatırımcının, vergilerden ve gümrük harçlarından (10) sene boyunca muaf tutulması,

-     Yenilebilir sözleşmelerle (50) seneliğine arazi verilmesi,

-     Gümrük vergilerinden muaf yabancı yatırım projelerine ekipman, makine ve diğer benzer imkânların sağlanması,

-     Yerel bankalardan cazip krediler verilmesi,

-     Sermayenin, herhangi bir devlete transfer edilmesine ve herhangi bir para birimine dönüştürülmesine serbestlik verilmesi vesâire..."

Ey Müslümanlar! Sömürgeci Kâfir tarafından Ümmet'e dayatılan yöneticilerin, Batının bâtıl akîdesi olan Laikliği (dinsizliği) benimsemeleri, fâsit fikirlerini ve yanlış çözümlerini kabul edip pazarlamaları, Müslümanları felâketlere sürükleyen, parçalanmışlıklarını, bağımlılıklarını ve fakirliklerini arttıran unsurlardır... İşte yabancı yatırım projeleri de bu meşum çözümlerden ve düzenlemelerden biridir.

Yabancı yatırım yasası, İslâmî Şeriat hükümlerine muhâliftir, Müslümanların buna sesiz kalması haramdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavli bunu beyân etmektedir:  وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

Limanların, havaalanlarının ve yerleşim birimlerinin her biri vazgeçilmez toplumsal maslahatlardan, yani Allah'ın ümmete faydalanmak üzere ihsân edip herhangi bir şahsın veya şirketin üzerinde tasarrufta bulunmasını haram kıldığı "kamu mülkiyeti"nden sayılır.

Ayrıca yerleşim birimlerinin inşâsı için Müslümanlara ait arazilerin mülkiyetinin uluslararası şirketlere verilmesi, ardından da aslen Müslümanların arazisi üzerine inşâ edildiği halde bunların Müslümanlara satılması, vebali bu yöneticilerin boynuna olacak şekilde Müslümanların arazilerinde ifrâta kaçmaktır. Görüldüğü üzere yabancı yatırım yasasında pek çok bozukluk vardır ve bunlardan bazıları şunlardır:

1.   Yöneticilerin, yabancı şirketler lehine Müslümanların işlerini gözetmekten taviz vermeleri, Allahu Te'alâ'nın şu kavli ile haram kıldığı bir iştir:  وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

2.   Yabancı yatırım yasası, -mezkûr maddeleri ile- Müslümanların mallarının yağmalanmasına ve ülkenin içinin boşaltılmasına yol açar.

3.   Yatırım projelerinin çoğalması, yabancılar lehinde Hükümet'in siyâsî kararları üzerinde bir rehin sayılır, bilhassa petrol ve doğalgaz sektörleri gibi stratejik varlıklar, limanlar, havaalanları  ve özel şirketler açısından.

4.   Bu tür projeler, yerli iş gücü için gerekli nitelikli elemanlar ve imkanlar olmamasından ötürü -ki bu yasanın bazı maddelerinde belirtilmiştir- ülkedeki işsizliğin çözümüne asla fayda sağlamayacaktır.

Ey Müslümanlar! Kaybolan izzetimiz ve tam bağımsızlığımız, işgalci Kâfir ile kuyrukları kovulmadıkça, dolayısıyla Allah [Azze ve Celle]'nin vaadi ve Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi Hilâfet Devleti kurulmadıkça asla gerçekleşmeyecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ "Allah, sizlerden imân edip sâlih amel işleyenleri yeryüzünde Halîfe kılacağını vaâd etti." [en-Nûr 55] Ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  ثُم تكون خلافة على مِنهاج النبّوة "Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere Hilâfet olacaktır."

Gerçek şu ki Irak ve diğer İslâm beldelerindeki akan kanlar, kıyılan canlar ve yağmalanan servetler artık Amerika'nın çirkin yüzündeki maskeyi düşürmüştür ve Müslümanların başındaki tüm musîbetlerin arkasında kimin olduğunu, iki gözü olan herkes için güneşin aydınlığı gibi ortaya çıkarmıştır. O halde sizleri ihlaslı bir şekilde çalışanları desteklemeye ve saflarına katılmaya dâvet ediyoruz ki Rabbinizin rızâsına ve desteğini nâil olabilesiniz, Ey Müslümanlar!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a [Dînine ] nusret verir, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret verir, zafer ulaştırır ve ayaklarınızı [Dîni üzere] sâbit kılar." [Muhammed 7]

Devamını oku...

Yiğitlerin Damarlarındaki Kanların Kaynaması İçin Kâfirler Daha Ne Yapsın?!

Batılı ülkelerde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yüce makâmına saldıran, Allahu Te'alâ'nın Kitâbı'na hakâretler yağdıran karikatürler ve filmler yoluyla İslâm'ı terörizm ile ilişkilendirmek maksadıyla süregelen kindar Haçlı saldırıları silsilesi yetmiyormuş gibi, şimdi de küstah istilâcı askerlerden bir grup, asırlarca İslâmî Hilâfet'e başkentlik yapmış diyârımızın merkezi Bağdat'ta, Allah'ın Kitâbı'nı kurşunlar yağdırarak hedef tahtası haline getirdiler. Artık bu cürümler, Müslümanların akîdesini lekelemek ve aşağılamakta haddini aşmış, faillerinin ve arkalarındaki fâcir Batılı yönetimlerin ne denli kindar olduklarını ifşâ etmiştir. Nitekim onlar kendi halklarını, insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet'in, kendisine yaraşır izzete, şerefe ve konuma kavuşarak gerçek anlamda uyanışına karşı tek saf halinde harekete geçirmenin derdindedirler.

كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ Sizler, insanlar içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. [Âl-i ‘İmrân 110]

Ey Müslümanlar! Musîbet yalnızca Kâfirlerin; Rabbimizin Kitâbını, Kerîm Rasulümüze ve Azîz Dînimize hakâret etmeleri değildir. Bu zaten onların huyudur. Bilakis asıl musîbet, bu menfûr cürümler karşısındaki "resmî" tepkilerdir. İşte Irak Hükümeti Bakanlar Kurulu ve Vatanî Meclis'i, bu menfûr cürümü, sırf kınamakla, eleştirmekle ve en ağır şekilde cezâlandırılması talebi etmekle yetinmektedir. Allah'ın, Rasulü'nün ve Müslümanların azgın düşmanı Bush'un sözde "resmî özrü" ise, konuyu örtbas etmek ve sanki hiçbir şey olmamışçasına sahte özürlerinin kıymetini artırmak içindir... Müslümanların boyunlarına musallat olmuş diğer yönetimlerin ve yöneticilerin tavırları da bundan pek farklı değildir. Zaten Ümmet'in düşmanlarının safında yer almayı kabullenmiş ve az bir dünya metâı uğrunda dinlerini satmış böylesi kimselerden ne beklenebilir ki?! Öyleyse Rablerine verecekleri cevabı şimdiden hazırlamalıdırlar ki olur da Allah onlardan râzı olur ve Allah'a hiçbir şeyin gizli kalmayacağı o günde elîm bir azaptan onları kurtarır.

Ey Müslümanlar! Rasulümüzü, Dînimizi ve Rabbimizin Kitâbını hedef alan bu hakâretler silsilesiyle meydana gelen cürümler, sahte özürlerin kabulü ile asla son bulmayacaktır. Bunların kökünü kazıyacak olan, ancak Allah'ın vaadi olan Râşidî Hilâfet Devleti'dir. İşte o gün, Allah düşmanı orduların akınları son bulacak, hegemonyaları ve zulümleri yok edilecek, Dînimize, Rasûlümüze ve Rabbimizin Kitâbına dil uzatan her sivri dil koparılacak, haklar sahiplerine iade edilecek, Kâfirlere, Tâğutlara ve kuyruklarına Şeytan'ın vesveseleri unutturulacaktır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ "Zulmedenler çok yakında nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını öğreneceklerdir." [eş-Şu'arâ 229]

Devamını oku...

Başörtüsü Ne Dînî Bir Simgedir, Ne de Demokratik Bir Haktır, O Ancak Allah'tan Bir Farzdır

  • Kategori Danimarka
  •   |  

Haftalar süren tartışmaların ardından 14.05.2008 günü Danimarka Hükümeti, Danimarka mahkemelerindeki bayan yargıçlar için başörtüsü yasağına hükmeden bir kanun çıkarma kararı aldı. Hükümet'in bu kararı, (Hükümet yanlısı) Danimarka Halk Partisi'nin, başörtüsü karşıtlığına ve Mahkemeler İdâresi'nin (mahkeme salonlarında yargıçların başörtüsü giymelerini engellemeye yasal zemin bulunmamasında dolayı) bayan yargıçların başörtüsü giymelerine izin veren kararını bozmaya yönelik olarak başlattığı medya kampanyasını taçlandırarak geldi.

Önceki haftalar, iktidar ve muhâlefet olmak üzere Danimarka partileri arasında başörtüsüne saldırı ve yasaklanması talebi hakkında ateşli bir yarışa sahne oldu. Sorunun, Müslüman yargıçlar -ki hiç yoktur- ile ilgili olarak ateşlenmesinden sonra, bakanlar, politikacılar ve parti temsilcileri çıkıp başörtüsü yasağının genişletilmesine çağrıda bulundular ki danışmanları, savcıları, avukatları, sonra polis ve ordu mensuplarını, sonra öğretmenleri, doktorları ve hemşireleri, sonra huzurevi ve yetimhane çalışanlarını, sonra da tüm kamu kuruluşlarında çalışanları... kapsasın! Yine başörtüsü yasağına çağıran bazı tellâllar, başörtüsüne yönelik politikalarının "İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlıktan" kaynaklandığını ve bunu da "Fransa ve Türkiye'den ilham aldıklarını" gizlemedikleri gibi, başörtüsü yasağının Müslümanların topluma "entegrasyonunu gerçekleştirmede faydalı" olacağını da saklamıyorlardı.

Kadının İslâmî kıyâfetine [başörtüsü ve cilbâb] yönelik bu düşmanca kampanya, bilhassa Müslümanlara karşı Batılı demokratik ülkelerdeki bildik üsluplarla; siyâsî taleplere temel teşkil edecek biçimde meseleyi, hakkında kamuoyu oluşturmak üzere toplumsal bir sorun haline getiren tezgâhlanmış politik tartışmalar ve bunu izleyen medya çarpıtması şeklinde ilerledi ki bir Hükümet komisyonu kurulsun da demokratik çoğunluğa göre yasalaşacak kânunî öneriler ortaya atsın! Öyle de oldu. Aynen 2003'te Fransa'nın yaptığı gibi. O zaman "Fransa Cumhuriyeti'nin Laik değerlerini korumak üzere" Müslüman kızların okullarda başörtüsü giymelerini yasaklayan demokratik bir kânun çıkarmıştı.

Danimarka Hükümeti'nin başörtüsü yasağına ilişkin bu kararı, yasama yönünden türünün ilk örneğidir ve ileride Müslümanları sıkıştırmaya ve onları, "entegrasyon yahut göç politikası" uyarınca Batılı değerlere ve kokuşmuş yaşam tarzlarına entegre etmeye yönelik kânunların hazırlanması doğrultusunda şer bir çığır açmaktadır. Zîra son yirmi yılda, Danimarka hükümetlerinin başörtüsüne karşı savaş ve onu yasaklama politikası, toplumsal kuruluşlar nezdinde yerel düzeyde kalmış, merkezî olarak kânunlar çıkarmak ve yasama faaliyetleri yoluyla engelleme cihetine gitmemişti. Müslümanları İslâm'dan ve hükümlerine bağlılıktan uzaklaştırmak ve yaşamlarında onları sıkıntıya sokmak maksadıyla, Danimarka yönetimi, politikacıları ve medya organları; öğretim kurumlarını, iş dünyasını ve yargı sistemini başörtüsü yasağına teşvik etmekle yetinmiş, öğretim kurumları ve medya organları Müslümanları saptırmak, dînlerinden uzaklaştırmak ve hükümlerini çarpıtmak için müteaddit üsluplar kullanarak pek çok girişimlerde bulunmuştu; bazen başörtüsünün Kur'ân'ın emri olmadığını iddia etmişler, bazen az bir dünya metâına karşılık dînlerini satmış "âlimlerin", gerek "zaruret" halinde başörtüsünün çıkarılmasına cevaz veren fetvalarını, gerekse Allah'ın emrine aykırı olsa bile beşerî kânunlara itaati zorunlu kılan fetvalarını getirmişler, bazen de İslâmî kıyafetin (başörtüsü ve cilbâb) giyilmesinin sağlık sorunlarına yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bunların öncesinde ve sonrasında da Müslüman hanımların ve kızların, başörtüsü giymeye zorlandıklarını iddia etmişlerdir. Oysa mevcut somut vâkıa ve insaf sahibi Avrupa ve Danimarka kaynaklı araştırmalar açıkça bu iddiayı çürütmektedir.

İşte bu girişimlerin, ağır bir başarısızlık ile boşa çıkmasından, Müslümanların dînlerine karşı uyanıklıklarının ve Rablerinin emrine bağlılıklarının yükselmesinden ve Danimarka asıllı hanımların ve kızların İslâm'a yönelip İslâmî kıyâfete bürünmelerinden sonradır ki baskı ve zorbalık kânunları devreye girdi ve bu, Batılı Hadârat'ın iflâs ettiğini, hüccet ve fikir ile iknâ etmekten âciz kaldığını, dahası Batı'daki Müslümanların evlatlarının nesillerdir boyun büktüğü öğretim kurumlarında, medya organlarında ve kültürel aktivitelerde sahip olduğu muazzam propaganda olanaklarına rağmen çarpıtmada ve saptırmada hezîmete uğradığını bir kez daha gün ışığına çıkardı. Zîra Batı Hadâratı, Müslüman hanımların gönüllerinde hiçbir zaman İslâm fikrini ve kıymetlerini hezîmete uğratmayı başaramadı ve onları, çağrıda bulunduğu rûhî, ahlâkî ve insânî kıymetlerden mahrum ve dinamikleri çıplaklık kültürü ile uzantılarına dayanan kokuşmuş yaşam tarzı lehine kazanmaktan hep âciz kaldı. Günümüz vâkıası, bu hadâratın "kadın-erkek eşitliği" ve "kadına özgürlük" gerekçeleriyle onu mutsuzluğa, strese, acıya, perişanlığa boğması, ticârî ve toplumsal bir kazanç aracı olarak istismar etmesi, aşağılaması ve rezil etmesi gibi sonuçlarına tanıklık ettiği halde, bu Batılı Hadârat Müslümanları nasıl, nerede, ne zaman ikna edebilir ki?!

Ey Müslümanlar! Muhakkak ki başörtüsü "dînî bir simge" değildir ve Nasrânî haçı, Sih sarığı, Yahudi takkesi ve diğerleri gibi bâtıl ve muharref dînlerin simgeleri ile denk tutulması câiz değildir. Zîra İslâm, Batı'nın dîn konseptinde, (religion) olarak isimlendirilen rûhî-kehânetçi bir dîn değildir. Bilakis İslâm, kendisinden hayatın tüm işlerine yönelik kapsamlı bir nizâm kaynaklanan aklî akîde üzerine kurulu mütekâmil bir ideolojidir. Zîra İslâmî Akîde, Allah'ın varlığına, Kur'ân'ın îcâzına ve Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve alâ Âlihi ve Sellem]'in nübüvvetine îmânda akıl üzerine kuruludur. İslâmî Akîde'nin; Kıyâmet Günü'ne, yeniden dirilişe, Cennet'e ve Cehennem'e îmân gibi getirdiği muğayyebât ise aslı aklî ve yakînî (kesin) delîl ile ispatlanmış Kitâb ve Sünnet'in kat'î nasslarında vârit olmuştur. Dolayısıyla İslâmî Akîde, Ortaçağ Avrupası'nda kilise adamlarının yaptığı gibi, "dîn adamlarının" uydurduğu hurâfe türünden inançlar üzerine kurulu değildir. Muhakkak ki İslâmî Akîde, hiçbir cinsiyet ve ırk ayrımı yapmaksızın her zamanda ve mekânda insan aklına hitap ettiği gibi, İslâmî hükümler de bireysel, toplumsal ve devletsel tüm işleri kuşatan yasamaları ve nizamları ile insan fıtratını tedavi eder ve tüm alâkalarını düzenler. Kitâb ile Sünnet'in nâssları, kapsamlı hükümler ve çözümler ihtiva eder ve bunlar her zamanda ve mekânda elverişlidir. Dolayısıyla hem sırf ruhî oluşu ve vicdânî îmân üzerine kurulu oluşu bakımından Nasrânîlik dîninin dünya işlerinden, siyâsetten, devletten ve toplumdan ayrılması doğru olduğuna, hem de dünya hayatına ilişkin nizamlar ve yasalar ihtivâ etmediği doğru olduğuna göre, İslâm ile Nasrânîlik dînini kıyaslamak veya karşılaştırmak asla mümkün değildir. Çünkü İslâm ile diğer bütün dînler, ideolojiler ve nizâmlar arasında keskin ve temelden bir farklılık vardır.

Muhakkak ki başörtüsü, "demokratik bir hak" da değildir ve başörtüsü giyilmesine, devlet otoritesinin dilediği zamanda ve mekânda Müslümanlara izin verebileceği ve dilediği zamanda ve mekânda vazgeçebileceği "demokratik bir hak" olması bakımından izin verilmesini talep etmek de câiz değildir. Zîra demokrasi, halkın yönetimidir ve yasamayı beşere ait kılar, Allah Subhânehu'ya değil! Bu sistemde halk, çoğunluk ilkesine dayalı olarak yasama otoritesi (Meclis) yoluyla kânunlar çıkarır ve yasama otoritesi, yasa koyucu çoğunluğun hevâsına yahut halk azınlığının hevâsına göre haramlaştırmayı ve helâlleştirmeyi üstlenir. Böylelikle hevâlar ve menfaatler gereğince kanunlar çıkarılır ve değiştirilir. Dolayısıyla başörtüsü giyilmesine "demokratik bir hak" olarak itibar etmek; Allah'ın hükümlerinin meşruiyetini (yasallığını), beşerin hevâsına dayalı kılmak, yasa koyuculardan ve kapitalistlerden olan bir avuç beşerin hevâsına ve menfaatine göre rüzgârın esintisine terk etmek, zamanın ve mekânın değişimine göre değişime ve dönüşüme mâruz bırakmak demektir. O nedenle daha dün yasadıkları haklar ertesi gün yasaklanabilir, daha dün suç ve yasadışı saydıkları şeyler, ertesi gün meşru ve serbest hale gelebilir vesaire... Bundan ötürü Allah'ın emirlerine ve nehiylerine bağlılığı, beşerin kânunlarına ve hevâlarına dayalı hale getirmek, son derece tehlikeli ve sakıncalıdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  اتَّبِعُواْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء  "Rabbinizden size indirilen(ler)e ittibâ edin ve sakın O'ndan başka dostlar (edinerek onlara) ittibâ etmeyin!" [el-A'râf 3]

Ey Batı'daki Müslümanlar! Gerçek şu ki başörtüsüne yönelik Batılı saldırı, İslâm'a karşı savaşın bir parçasıdır. Batı, bir yandan Ümmet'i kalkındıracak, bütünleştirecek ve Batılı hegemonyadan ve sömürgecilikten kurtaracak olan Râşidî Hilâfet Devleti gölgesinde İslâm'ın İslâmî Ümmet'in hayatına geri dönüşünü engellemek üzere yöneticilerden olan ajanlarının yardımıyla Müslümanların beldelerinde İslâm'a karşı savaşa girerken, öte yandan İslâm'ın insanlar arasında yayılmasını engellemek üzere, kendi ülkelerinde, Müslümanların yaşam tarzlarını, uyanıklıklarını ve kimliklerini hedef alarak ve onları ümmetlerinden ve ümmetlerinin dertlerinden uzaklaştırarak İslâm'a karşı bir savaşa girmektedir.

Batı'nın terennüm ettiği ve anayasalarında güvence altına aldığı, "inanç özgürlüğü", "dînî özgürlük", "kişisel özgürlük" ve "ifade özgürlüğü" ile hiçbir zaman Müslümanlar kast edilmemiş ve onlar için yasallaştırılmamıştır. Nitekim bunlar Batılı düşünce ve Batılı yasama nezdinde, Avrupa'da kilise yönetimi ile kralların despotluğunun hüküm sürdüğü dönemlerde dînî kesimler ve Nasrânî fırkalar arasında süregelen çatışmanın çözümüne yönelik olarak ortaya çıkmıştır. Bu "özgürlükler" Batılı anayasalara yazıldığı sıralarda, Danimarka'daki ve diğer ülkelerdeki toplumlar arasında Müslümanların bâriz bir varlığı yoktu. Ne zaman ki Müslümanların Batılı devletlerdeki varlığı bâriz bir hale geldi, İslâmlarına yönelik uyanıklıkları ve bağlılıkları gözler önüne serildi ve binlerce Batılı'nın İslâm'a îmâna yöneldikleri gün yüzüne çıktı, işte o zaman Batılı devletler, anayasalarının vatandaşları için güvence altına aldığı bu "özgürlükleri" ve "demokratik hakları" yeniden gözden geçirmeye başlayarak bir kısmını değiştirme, bir kısmını da iptal etme yoluna gitti, kânunların esaslarında ve detaylarında revizyona başvurdu. İşte bu, Batılı düşüncelerin ve çözümlerin bozukluğunun, zayıflığının, düzensizliğinin ve insanoğlu için elverişsizliğinin en bâriz göstergesidir.

Buna delâlet eden, Batı'daki Kapitalist Demokratik rejimlerde görülen kapsamlı özelleştirme politikaları, fert ve toplum yaşamında meydana gelen "liberal" değişimler, iş piyasasına, sosyo-medikal işlere, eğitim kurumlarına ve diğer alanlara yönelik devlet müdâhalesinin azaltılması ile birlikte, devletin Müslümanların işlerinden her bir işe karışması, her yerde, mescitlerinde, derneklerinde, okullarında, öğretimlerinde, salâhlarında, siyâmlarında, ailevî meselelerinde, evliliklerinde, çocuklarının terbiyesinde, yiyeceklerinde, giyeceklerinde... üzerlerine tahakküm etmek üzere keskin yasalar çıkarması, daha da ötesi onları Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Şeriatı'ndan ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hidâyetinden saptırmak maksadıyla Müslümanlara, Rablerinin Kitâbı'nı, Nebîlerinin Sünneti'ni nasıl anlamaları gerektiğini dayatması, tamamen paradoksaldır. Üstelik Batılı devletler, kimliklerini bütünüyle yok etmek üzere entegrasyon politikasını gerçekleştirecek ve Müslümanları Batılı Hadârat dâhilinde eritecek şekilde kânunlarının revizyonunu ve dönüşümünü halen sürdürmektedirler.

Ayrıca Danimarka Hükümeti, söz konusu kararında hileye başvurarak yasa metninde İslâmî başörtüsünün yasaklanması ifadesine yer vermedi, aksine "dînî simgelerin yasaklanması" ifadesini kullandı. Tıpkı Fransa'nın yaptığı gibi. Oysa bu, bu demokratik rejimin ve Müslümanlara karşı zâlimane ayrımcı kânunlarının ayıplarını örten bir dut yaprağı mesâbesindedir. Çünkü meselenin ne "dînî simgelerle", ne de bayan yargıçların giysileri ve iffetleri ile bir alâkası vardır. Bilakis mesele, doğrudan doğruya İslâm'dır, hükümleridir, fikirleridir, değerleridir! Hedef alınan da doğrudan doğruya Müslümanlardır, yaşam tarzlarıdır, Müslüman ailelerdir, Müslüman hanımlardır! Bunu doğrulayan husus, Danimarka Başbakanı'nın 08.06.2007 tarihinde Jyllands-Posten Gazetesi'ne verdiği demeçte sarf ettiği şu sözlerdir: "Bir erkeği entegre ederseniz, yalnızca o erkeği entegre etmiş olursunuz, ama bir kadını entegre ederseniz, bütün bir aileyi entegre etmiş olursunuz."

Ey Danimarka'daki Müslümanlar! Muhakkak ki başörtüsü ve cilbâb, Allah Subhânehu'nun farzıdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لأَِزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَنْ يُعْرَفْنَ فَلاَ يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا "Ey Nebî! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına de ki: (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) cilbâblarını (dış örtülerini) üzerlerine alsınlar. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, Ğafûr'dur, Rahîm'dir." [el-Ahzâb 59] Ve şöyle buyurmuştur: وَقُل لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِن أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ  "Mü'min kadınlara da deki: Gözlerini (harama bakmaktan) esirgesinler ve ferclerini (iffetlerini) korusunlar. Zînetlerini kesinlikle göstermesinler! Ancak görünen kısımları (el ve yüzleri) hâriç. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler." [en-Nûr 31] Dolayısıyla kadının İslâmî elbisesi, İslâmî, rûhî, ahlâkî ve insânî bir kıymeti temsil eder ve diğer şer'î hükümler gibi mü'minlerin Allah'ın emirlerine ve nehiylerine sarılmaları ve Allahu Te'alâ'yı kullukta birlemeleriyle cisimleşir. Nitekim Şeriat, Müslümana Allah'a ve Rasulü'ne itaati emretmiş ve Allah'a isyan konusunda itaati haram kılmıştır. Aleyhi's Salâtu ve's Selâm şöyle buyurmuştur:  «لاَ طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الخَالِقِ »  "Yaratıcıya isyanda yaratılana itaat yoktur!" [Ahmed rivâyet etti.] Dolayısıyla Allah'ın Şeriati ile çelişen herhangi bir kanunun yahut emrin hiçbir kıymeti olamaz ve itaat da edilmez. Çünkü bu, Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını helâl kılmaktır, hangi otoriteden çıkarsa çıksın, hangi cihetten gelirse gelsin, fark etmez!  «حلال محمد حلال إلى يوم القيامة، وحرام محمد حرام إلى يوم القيامة »  "Muhammed'in helâl kıldığı Kıyâmet Günü'ne kadar helâldir ve Muhammed'in haram kıldığı Kıyâmet Günü'ne kadar haramdır."

Her ne kadar İslâm kadının yargı işlerini üstlenmesine cevaz verdiyse de, kadın olsun, erkek olsun tüm Müslümanlara hayatlarının tüm işlerinde, Şeriat ile hükmetmelerini, Şeriat'ı hâkim kılmalarını ve Şeriat'a muhâkeme olmalarını farz kılmıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ  "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevâlarına tâbi olma ve Allah'ın Sana indirdiklerinin bir kısmından Seni saptırmalarından sakın!" [el-Mâide 49] Ve Subhânehu şöyle buyurmuştur:  فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasülü'ne götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59] Kezâ İslâm, Müslümanların Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmelerini de haram kılmıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ  "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâide 44] Zîra İslâm'a îmân, Müslümanın şer'î hükümler ile mukayyet olmasını, Allah'ın rızâsının peşinde koşarak tüm amellerini Allah'ın emirlerine ve nehiylerine göre yürütmesini kaçınılmaz kılar, ister insanlar onaylasınlar, ister reddetsinler, fark etmez, ister insanlar kabul etsinler, ister men etsinler fark etmez, isterse bu uğurda kendilerine karşı savaş açsınlar, hiç fark etmez!

Bizler Hizb-ut Tahrir / Danimarka olarak sizleri, Allah Subhânehu'nun ipine hep birlikte sımsıkı sarılmaya, Şeriat'ı üzerinde sebât etmeye, İslâm'ı arı-duru bir kavrayışla anlamak için çaba sarf etmeye, hükümlerine uyanıklık ve sabır ile bağlanmaya, sâdık mü'minleri izzetlendirmeye ve kokuşmuş Batılı mefhumlardan ve saptırıcı sapık "fetvalardan" uzaklaşmaya dâvet ediyoruz.

Yine sizleri; İslâm'ı etüt, kavrayış ve gereğince amel çerçevesinde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i adım adım örnek alarak İslâmî Dâvet'i fikrî ve siyâsî yoldan bizimle birlikte taşımaya ve Müslümanların beldelerinde kurulacak Râşidî Hilâfet Devleti'nde İslâm Nizâmı'nı ikâme etmek üzere dâvetini yüklenmeye çağırıyoruz. Öyle azîz bir devlettir ki o, Allah'ın indirdikleri ile yönetir, İslâm düşmanlarının saptırmalarını püskürtür ve her neredeyseler Müslümanlar üzerinden zulmü ve kahrı kaldırır.

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ، لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ İşte bu, muhakkak bu, azim bir kurtuluştur. Çalışanlar işte böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar! [es-Saffât 60-61]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Nihâyet Suriye Nizâmının Utanç Maskesi Düştü de Gizli Tuttuğu Yahudi Varlığı ile Müzâkereleri Açığa Vurdu

İşte takke düştü, kel göründü; Suriye Nizâmı'nın Yahudi varlığı ile müzâkereleri, nizâmın artık gizli tutamayacağı yoğun bir boyuta ulaştı. Suriye Nizâmı, bugün, 21.05.2008 günü, Türkiye'nin arabuluculuğu üzerinden kendisi ile Yahudi varlığı arasında müzâkerelerin sürdüğüne dair net bir açıklama yaptı. Benzer açıklamalar, Ankara ve Tel Aviv'den de geldi.

Hizb-ut Tahrir'in Suriye'deki Medya Bürosu, bu bağlamda aşağıdaki hususları beyân eder:

1.   Daha önceleri beyannâmelerinde Hizb, Suriye Nizâmı ile Yahudi varlığı arasındaki müzâkerelerin sürmekte olduğunu, bu nizâmın Yahudi varlığını tanımak, Yahudi varlığının, Suriye'ye Golan'ın bazı kesimleri geri vereceği ve -Sînâ Yarımadası'nda silahlanmasının sınırlandırılmasına ve çok-uluslu kuvvetlerin getirilmesine... benzer şekilde- Doğu Şeria'dan Taberiye Gölü'ne kadarki diğer kesimlerine de çok-uluslu kuvvetler konuşlandırılmasını kabul edeceği şekilde Sînâ' Anlaşması'na benzer bir anlaşma imzalamak için nasıl da yanıp tutuştuğunu ifşâ etmişti. Lâkin Yahudi varlığı, Doğu Taberiye'nin yalnızca kendi otoritesi altında kalmasını istediği için bunu reddetmişti. Yani Suriye Nizâmı, Yahudi varlığını tanımak ve onunla anlaşmak için can attığı halde Yahudi varlığı yüz çevirmişti.

2.   Suriye Nizâmı'nın bazı yandaşları, bu nizâmın Yahudi varlığını tanımak ve onunla müzâkerelere oturmak için can attığını ifşâ etmemizin, bu nizâmın eliyle Tedmur Hâdiseleri sırasında düşen şehîdlerimizin intikâmı yahut halen bu nizâmın zindanlarında tutulan şebâbımıza revâ görülen eziyetlere duyduğumuz tepki dolayısıyla sırf ithâm bâbından olduğunu zannediyorlardı. Şehît düşürülen yahut eziyete uğratılan mü'min şebâbımızı elbette unutacak değiliz, ancak bu durum, bizim hak sözü dosdoğru söylememize etki etmez. Zaten güneş balçıkla da sıvanmaz. Bu nizâmın, ağzına doladığı sözde "direniş", "meydan okuma", "başkaldırı", "emperyalizme ve siyonizme karşı cepheleşme" vb. saptırmacalar da gerçeği örtmez. Zîra bu sloganların çürüklüğü ortaya çıkmış, ayıpları ifşa olmuştur.

3.   Bizimle Yahudi varlığı arasındaki sorun; bu varlığın kalkıp Sînâ'yı, Vâdî Arabe'yi ve Golan'ı işgâl etmesi sorunu değildir ki silahsızlandırılmış yahut kiralanmış bu bölgeleri geri almak için gidip onunla müzâkere edelim! Aksine sorun, mukaddes bir toprağı gasp edip üzerine varlığını kurmuş olmasıdır. Dolayısıyla onu tanımak yahut onunla müzâkerelere tutuşmak, Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere hıyânettir ve onunla savaşmak, varlığını ortadan kaldırmak ve Filistin toprağını bir bütün olarak Diyâr-ul İslâm'a geri döndürmek üzere orduları harekete geçirmekten başka hiçbir çözümü yoktur.

4.   Muhakkak ki bizler, ülkeleri ve halklarını satan bu yöneticilere karşı çıkmaları için Ümmet'in hassasiyetini körüklüyor, harekete geçmeleri, bu yöneticilerin hıyânetlerini reddetmeleri, Allah'ın indirdikleri ile yönetimi ve Allah yolunda Cihâd'ı ikâme etmeleri için İslâmî beldelerdeki ordulara haykırıyoruz ki gaspçı Yahudi varlığını kökünden kaldırıp atsınlar da böylelikle dünyada ve Âhirette ak sayfalara adlarını yazdırsınlar.

5.   Kuşkusuz bu uğurda Ümmet'in ayağa kalkmaması, orduların harekete geçmemesi, kendilerine karşı komplolar kuran zâlimler karşısında durmaması, Allah'ın azâbını kendilerini de kapsar hale getirir. Zîra Allah'ın cezâsı, yalnızca zâlimlere erişmekle kalmaz, bu zulme sessiz kalanları da çarpar.

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "İçinizden yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayacak bir fitneden sakının! Bilin ki Allah, Şedîd-ul İkâb (cezâsı çok şiddetli) olandır. [el-Enfâl 28]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Allah'tan İttikâ Ediniz, Ey İslâmî Fıkıh Akademisi!

H. 16 Cumâde'l Ûlâ 1429 el-muvâfık M. 21 Mayıs 2008 günü sabahı Hartum'da yayınlanan gazetelerde şöyle bir haber geçti: "İslâmî Fıkıh Akademisi, zarûret halinde kredi için faizli finansa cevâz verdi ve Cumhurbaşkanı'nın Mâli İşlerden Sorumlu Müsteşarı da, Allahu Te'alâ'nın şu kavlini delil getirdi: فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لإثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ  "Her kim mehmasa halinde, günaha yönelmeksizin, zarurete düşerse (haram yiyeceklerden yiyebilir.) Şüphesiz Allah, Ğafûr'dur, Rahîm'dir." [el-Maide 3]

Şüphesiz Allahu Te'alâ, şu kavlinde faizi, katî bir tahrîm ile haram kılmıştır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ(278) فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ "Ey iman edenler! Allah'a ittikâ edin ve ribâdan (faizden) geri kalan (alacaklarınızı) derhâl bırakın, eğer gerçekten mü'minler iseniz! [278] Eğer bunu yapmazsanız Allah ve Rasulü'nden (faizcilere karşı) açılmış bir savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; (böylece) ne zulmetmiş, ne de zulmedilmiş olursunuz." [el-Bakara 278-279]

Böylece faizin önündeki kapı kapatılmıştır. Dolayısıyla her kim bu kapıyı açmak isterse, anahtarın, kişilerin hevâsından değil Allah'ın Kitâbı'ndan ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'nden gelmesi kaçınılmazdır. Bazı kimselerin, zaruret vardır gerekçesi ile haram şeyleri câiz kıldığı "Zarûretler, mahzurları mubâh kılar" kaidesine gelince; şer'î zarûret, helâke ve ölüme götüren mülcî (zorlayıcı) zarurettir ki bu da Allahu Te'alâ'nın şu kavlinde vârit olmuştur:

فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ "Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur." [el-Bakara 173]

Dolayısıyla mahzurları mubah kılan zarûretler böyle olur ki bu; ya şer'î nassta vârit olur, ya da şer'î nass onun aynına veya cinsine muayyen bir delâlet ile delâlet eder. Aklın düşündüğü zaruretlere ise, asla haramın mübah kılındığı zaruretler olarak îtibar edilmez. Cumhurbaşkanı'nın Mâli İşlerden Sorumlu Müsteşarı'nın delîl gösterdiği âyete gelince; müfessirler, bu âyetin yiyecekler, yani mülcî zarûret halinde ölü etinin ve domuz etinin yenmesi gibi haram şeylerin yenmesi hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir. Yani bir kimse, helâk olacağından yahut öleceğinden korkup haram bir şeyi yemekten başka çaresiz kalmadığında onu yemesi mubah olur. Âyet bu hususta gâyet açıktır:  فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ  "Her kim mehmasa halinde zarurete düşerse (haram yiyeceklerden yiyebilir.)" [el-Mâide 3] Âyetteki [مَخْمَصَةٍ]  (mehmasa) kelimesi, açlık ve karnın yiyecekten boş olmasıdır, yani açlıktan midenin kazınmasıdır.

Şu da var ki İslâm'ın devletten koparıldığı, İslâmî Akîde'nin hayatın ve siyâsetin esâsı olmaktan çıkarıldığı, aynen Kâfir Batı'da olduğu gibi, aklen menfaat olduğu vehmedilen şeylerin ölçü haline getirildiği, hatta bazı âlimlerin yöneticileri hoşnut etmek için hevâlarından fetvâlar verdikleri bu zaman dilimi dışında, İslâm tarihi boyunca, zaruret veya başka herhangi bir gerekçeyle haramın mubah kılındığını hiç işitmedik.

Gerçekte bu tür fetvaların maksadı; devletin geçmişte aldığı faizli kredileri eleştiren ve bunun kötü sonuçlarından sakındıran Vatanî Meclis içerisindeki hak sözlere gem vurmak, hatta bu fetvâlar sayesinde ileride alınacak faizli kredilere karşı, Meclis'teki Müslümanların hiçbirini itiraz edemez hale getirmektir.

O halde Allah'tan ittikâ ediniz, kendiniz için de olsa hakkı söyleyiniz, insanlara hakkı açıklayınız ve bile bile onu gizlemeyiniz Ey Fıkıh Akademisi! Vecîbeniz; İslâm esâsına dayalı olmadığı için mevcut nizâmın bozukluğunu beyân etmeniz ve çarpıtmadan, hayatın akışına ve şartlarına göre değiştirmeden, eğip bükmeden, eksiksiz ve tastamam bir şekilde İslâm hükümlerini ihyâ ederek İslâmî hayatı yeniden başlatmak için çalışanların yanında yer alarak uğraş vermeniz, hatta onlara öncülük ederek ilerlemenizdir. Bu da Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in kurulmasıyla mümkündür.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Filistin Yatırım Konferansı, Yahudi ile Normalleşmek ve Fakirlik ile Korkutmak İçindir [الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ]  "Şeytan sizi fakirlik ile korkutur"

  • Kategori Filistin
  •   |  

21-23 Mayıs 2008 tarihleri arasında Beyt Lahim'de "Filistin Yatırım Konferansı" düzenlenecektir. Oysa Filistin Otoritesi, oturamayacağı bir dünya inşâ etmektedir. O, bu konferanstan âdeta muazzam bir fetih ve büyük bir kazanç diye bahsetmektedir. Gerçekte ise bu meşûm konferans, farklı meşrepleri ile Kâfirlerin çıkarlarını gözetmek amacıyla Otorite'nin yürüttüğü metodik çalışmanın bir parçasıdır ve Filistin halkına hiçbir faydası dokunmayacaktır. Aksine hem onları zarara sokacak, hem de onlarla birlikte İslâmî Ümmet'in maslahatlarını baltalayacaktır.

Bu konferansın amaçlarından en bârizi şu üç husustur:

1.   Filistin Otoritesi'nin, Yahudi varlığı ile İslâm Âlemi arasında bir normalleşme köprüsü olmasıdır. Zîra konferansa, Arap olsun olmasın birçok halkı Müslüman ülkeden gelen heyetlerin yanı sıra Yahudi heyetlerin katılımı da beklenmektedir. Yani Filistin halkından ölülerin ve yaralıların kanları, bu konferansın "şeref" konuğu Yahudiler tarafından sabah-akşam akıtılırken, Yahudiler ile birlikte ekonomik projeleri ele alacaklardır.

2.   Bu konferans, -yatırım sloganı altında- başta Yahudiler olmak üzere her dinden ve milletten Kâfirlerin, Otorite'nin üzerinde ortaya çıktığı toprak parçacıklarını mülk edinmelerini amaçlamaktadır. Nitekim bu konferansın öncesinde Selâm Feyyâd Hükümeti, Şubat ayında yabancılara topra satışına teşvik konusunda bir karar aldı. Feyyâd Hükümeti'ne göre bu yabancılar, aslen Filistin kökenlidir. Ancak açıktır ki bu karar, Yahudiler başta olmak üzere ödeme imkânına sahip tüm tamahkâr kâfirlere yapılacak toprak satışının altyapısından başka bir şey değildir. Nitekim Selâm Fayyâd şöyle diyordu: "Mülk edinme kanunu, sadece Filistin kökenli yabancıları değil tüm yabancıları kapsamaktadır." [21.02.2008, el-Kuds Gazetesi]

3.   Son olarak bu konferans, sözde barış denilen teslimiyetin insanlara süt ve bal getireceği vehmini vermek ve aldatıcı bir serap göstermek içindir. Oysa onlar bununla Allahu Te'alâ'nın Yahudiler hakkındaki şu kavlini göz ardı etmektedirler:  أَمْ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّنَ الْمُلْكِ فَإِذاً لاَّ يُؤْتُونَ النَّاسَ نَقِيراً "Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek kabuğu dahi vermezlerdi." [en-Nisâ 53] Başta Yahudiler olmak üzere tüm Kâfirler, Ümmet'e şeytanın vaadinden başka hiç bir şey vaat etmezler:  يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُوراً "(Şeytan) onlara vaadde bulunur ve onlara (boş) ümitler verir; halbuki şeytanın onlara vaadde bulunması aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisâ 120] Şeytanın bu vaadi ise, fakirlik ve sıkıntılı bir yaşam vaadidir:  الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ  "Şeytan size fakirlik vaat eder (fakirlikle korkutur) ve cimriliği emreder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaat eder. Muhakkak ki Allah Vâsî'dir, Alîm'dir." [el-Bakara 268]

İşte bu yüzden Filistin halkını; kendilerine bedbahtlıktan, fakirlikten ve Allahu Te'alâ'nın öfkesinden başka bir şey getirmeyecek olan bu Otorite'den, çalışmalarından ve projelerinden yakasını kurtarmaya, düşmanları ile normalleşmeyi, mallarını yağmalamayı ve kâfirlerin payandalarını İsrâ ve Mîraç topraklarına yerleştirmeyi amaçlayan bu yabancı projelere aldanmamaya davet ediyoruz.

Ey Filistin'deki Müslümanlar! Biliniz ki bu konferansın en önemli amaçlarından biri, Yahudiler ile İslâmî halklar arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesidir. O halde bunu boşa çıkartmak için çalışınız ve bu konferanstan çıkabilecek şüpheli projeler hakkında Otorite ile işbirliği yapmaktan sakınınız.

وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Birr (iyilik) ve takvâ üzerine yardımlaşın! Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın! Allah'tan ittikâ edin! Muhakkak ki Allah, cezâlandırması pek şiddetli olandır." [el-Mâide 2]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER