- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)
Soru-Cevap
Zevi’l-Erhâmın (Kan Bağı) Olanların Mirası
Yuce Ulfa’ya
Soru:
Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh, selamdan sonra, Celil Şeyhimiz Allah sizi korusun ve gözetsin.
“Hilafet Devleti’nde Maliye” adlı kitabın 118. sayfasındaki “Mirasçısı Olmayan Mallar” başlıklı bölümde şöyle geçmektedir: “Menkul veya gayrimenkul olsun sahipleri ölüp de geriye birinci (ashâbü’l-ferâiz) ya da ikinci dereceden (asabe) mirasçısı kalmayan her mal bu gruba girer. Kişi ölebilir; geriye kendisine mirasçı olabilecek karısı, çocukları, babaları, anneleri, erkek veya kız kardeşleri ya da ikinci derecelerden yakınları (asabeleri) yoksa ölen kişinin sahip olduğu tüm mallar Beytu’l-Mal’e miras olarak intikal eder.” Soru şudur: Yani Hizib, birinci dereceden (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci dereceden (asabe) akraba olmadığı zaman zevi’l-erhâmın (miras hukukunda ashâb-ı ferâizle asabe gruplarına dahil olmayan kan yoluyla akrabaları) mirasçı olamayacağını mı benimsiyor? Yani kişi öldüğünde birinci (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci (asabe) dereceden akrabaları bulunmuyor ancak zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaları bulunuyorsa, bu durumda onun terekesi (bıraktığı malları) miras olarak Beytu’l-Mal’e mi gider, zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaları onun terekesinden herhangi bir şey hak edemiyor mu? Eğer öyleyse Sehl İbn-u Hanif’den rivayet edilen husus nasıl olacak; zira bir adam bir adama ok atarak onu öldürdü ve onun geride sadece dayısı vardı. Ebu Ubayde bu durumu Ömer’e yazdı. Ömer de ona şöyle yazdı: Ben, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini işittim: اللَّهُ وَرَسُولُهُ مَوْلَى مَنْ لاَ مَوْلَى لَهُ وَالْخَالُ وَارِثُ مَنْ لاَ وَارِثَ لَهُ “Allah ve Rasulü mevlâsı olmayanın mevlâsıdır. Vârisi olmayana dayısı vâris (mirasçı) olur.” [Tirmizi, Nesâi, İbn-u Mâce, Ahmed ve İbn-u Hibban rivayet etti.] Tirmizi bu hadis hasen sahihtir dedi ve İbn-u Hibban da onu doğruladı. Tirmizi şöyle dedi: Bu hadis, hasendir. Mikdam İbn-u Ma’dikerb, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: مَنْ تَرَكَ كَلاً فَإِلَيَّ (وَرُبَمَا قَالَ: إِلَى اللهِ وِإِلَى رَسُوْلِهِ) وَمَنْ تَرَكَ مَالاً فَلِوَرَثَتِهِ وَأَنَا وَارِثٌ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ أَعْقِلُ لَهُ وَأَرِثُهُ وَالْخَالُ وَارِثٌ مَنْ لاَ وَارِثَ لَهُ يَعْقِلُ عَنْهُ وَيَرِثُهُ “Kim bir yük (yani bakıma muhtaç aile ve borç) bırakırsa (o yük) bana aittir. (Bazen de (o yük) Allah’a ve Rasulü’ne aittir şeklinde buyurmuştur.) Kim bir mal bırakırsa mirasçılarına aittir. Ben vârisi olmayan kimsenin vârisi olurum. Onun diyetini öderim ve ona varis olurum. Dayı da vârisi olmayan kimsenin vârisidir (mirasçısıdır). Onun diyetini öder ve ona varis olur.“ [Ahmed, Ebu Davud, İbn-u Mâce, Tahâvî, İbn-u Hibban, Hâkim, Beyhakî ve El-Cârûd rivayet etti.] Ebu Âsım, İbn-u Cerîc’den, o da Amr İbn-u Müslim’den, o da Tâvus’dan Aişe Radıyallahu Anha’nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: اَلْخَالُ وَارِثٌ مَنْ لاَ وَارِثً لَهُ “Dayı, vârisi (mirasçısı) olmayan kimsenin vârisidir (mirasçısıdır).” [Tirmizi ve Darakutnî rivayet etti.] Tirmizi şöyle dedi: Bu hadis, hasen gariptir. Bu hadisler, dayının vâris ve zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalardan olduğunu kanıtlamaktadır. Binaenaleyh bu hadisler, zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olanların vârislerden olduğuna delalet etmektedir. Vâsi İbn-u Hıbban’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sabit İbn-u Dahdâha öldüğünde geride herhangi bir vâris ve asabe bırakmamıştı. Onun durumu Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e iletildiğinde onun hakkında Âsım İbn-u Adî’ye şöyle sordu: هل ترك من أحد؟ “Herhangi birini bıraktı mı?” O da şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasulü, herhangi birini bırakmadı. فدفع رسول الله صلى الله عليه وسلم ماله إلى ابن أخته أبي لبابة بن عبد المنذر “Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun malını, kız kardeşinin oğlu Ebu Lubâbe İbn-u Abdulmunzir’e verdi.” (Suyuti Câmiu’l Hadis’te şöyle demiştir: Said İbn-u Mansur ve senedi sahihtir.) Vasî İbn-u Hibban’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir; Sabit İbn-u Dahdâh vefat etti, Beni Anif veya Beni Aclan’dan bir adam geldi, bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: هل له من وارث؟ “Onun bir vârisi var mı?” Onun bir vârisini bulamadılar. Dedi ki: فدفع النبي صلى الله عليه وسلم ميراثه إلى ابن أخته أبي لبابة بن عبد المنذر “Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onun mirasını, kız kardeşinin oğlu Ebu Lubâbe İbn-u Abdulmunzir’e verdi.” [Musannef Abdurrezzak]
İlginize ve cevabınıza çok teşekkür ederim Celil Şeyhimiz. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın, Allah sizin elinizle zafer ve iktidar nasip etsin. Amin. Soru uzun olduğu için özür dilerim. Bacınız Ummu Fakih Abdurrahman.
Cevap:
Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.
Bu soruya cevap vermeden önce aşağıdaki hususları açıklamamız güzel olacaktır:
Miras ilminde ölen kişinin akrabaları üç kısma ayrılır:
1- Birinci dereceden (ashâbü’l-ferâiz) olanlar; bunlar, mirastan şeriat tarafından taktir edilen bir paya sahiptirler.
2- İkinci dereceden (asabe) olanlar; bunlar, mirastan takdir edilmiş bir paya ve mirasa sahip değillerdir. Ancak şeriat, onların mirastan geriye kalanlardan alabileceklerini belirtmiştir.
3- Zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalar; bunlar, birinci (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci (asabe) dereceden olmayan akrabalar olup on sınıftırlar: Dayı, teyze, anne tarafından dede, kız çocuğunun çocuğu (torun), kız kardeşin çocuğu (yeğen), erkek kardeşin kızı, amca kızı, hala, annenin amcası, anne tarafından kardeş çocukları ve onlardan sonra gelen diğer akrabalar.
Müslümanlar arasında, birinci (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci dereceden (asabeden) olan akrabaların, varit olan açık delillerden dolayı vâris (mirasçı) oldukları hususunda bir ihtilaf yoktur. Zira onların vâris olabileceklerine dair miras ayetleri ve sahih hadislerden açık deliller vardır… Zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalara gelince; sahabeler, tâbiinler ve daha sonra fakihler döneminde bunların vâris olmaları hususunda ihtilaflar olmuştur…
Sahabelerden bununla ilgili en meşhur rivayetleri olan İbn-u Mesud ve İbn-u Abbas ve tâbiinlerden Şerih ve Hasan El-Basrî onların vâris olabileceklerini söylemiştir…
Sahabelerden bununla ilgili rivayeti olan Zeyd İbn-u Sabit ve İbn-u Abbas ve tâbiinlerden Said İbn-u Müseyyeb ve Said İbn-u Cübeyr onların vâris olamayacaklarını söylemiştir.
Şâfii, onlar için miras olmadığını ve Beytu’l Mâl’in onlardan daha evla olduğunu söylemiştir… Ebu Hanife ise şöyle demiştir: Zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalar, mirasa Beytu’l Mâl’den daha evladırlar…
Mesele bu şekilde ihtilaflıdır. Ben ise racih olan görüşmüze göre cevap vereceğim:
1- Evet, Hizib, birinci (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci dereceden (asabeden) olan akrabaların olmaması halinde zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaların mirasçı olamayacağını benimsemektedir. Bu, senin Hilafet Devleti’nde Maliye Kitabı’ndan soru olarak aktardığın metinde açıkça görüldüğü gibi ben de İçtimai Nizam’da “Sıla-i Rahim-Akrabalık Bağları” başlığı altında geçenleri açıklayacağım:
(İslâm, akrabaları iki kısma ayırmıştır. Birincisi: Kişi öldüğü zaman malına mirasçı olan akrabalar. İkincisi: Mirasçı olamayan akrabalar. Mirasçı olma hakkına sahip olanlara gelince; birinci (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci dereceden (asabeden) olan akrabalardır. (Bunlar: Kişinin baba tarafından usulunu, “anne, baba, dede ve yukarısını” ve furuunu, “çocuklar, torunlar ve aşağısını” oluştururlar.) Bunların dışında olanların ise mirasta payları yoktur ve ikinci (asabeden) derece akrabadan sayılmazlar. Bunlar on gruba ayrılırlar. Şunlardır: Dayı, teyze, annenin babası, kız çocuğun çocuğu (torun), kız kardeşin çocuğu (yeğen), erkek kardeşin kızı, amcanın kızı, hala, annenin amcası, anne tarafından kardeş çocukları ve onlardan sonra gelen diğer akrabalar. Allah, bir kişinin mirasından kesinlikle bunlara herhangi bir pay ayırmamıştır.) Bitti. Bizim nezdimizde delillerinin ağır basmasından dolayı bu görüşü benimsiyoruz.
2- Bir kişi öldüğünde birinci (ashâbü’l-ferâiz) ve ikinci dereceden (asabeden) olan akrabaları yoksa, onun mirası Müslümanların Beytu’l Mâli’ne intikal eder. Yani onun mirasçısı Müslümanların Beytu’l Mâl’i olur. Bunun delili şunlardır:
- Hâkim Müstedrek’te tahriç etmiş ve bu hadisin bunu tahriç etmeyen Şeyhayni’nin şartıyla sahih hadis olduğunu söylemiştir: Raşid İbn-u Sa’d, Ebu Amir Hevzeni’den, o da Mikdam el-Kindî Radıyallahu Anhu’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: أَنَا مَوْلَى مَنْ لَا مَوْلَى لَهُ أَرِثُ مَالَهُ... “Ben mevlâsı olmayanın (kimsesi olmayanların) mevlâsıyım. Onun malının vârisi olurum…”
- İbn-u Hibban Sahihi’nde, Raşid İbn-u Sa’d’dan, o da Ebu Amir Hevzeni’den, o da Mikdam’dan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini tahriç etmiştir: مَنْ تَرَكَ كَلًّا فَإِلَيْنَا، وَمَنْ تَرَكَ مَالًا فَلِوَرَثَتِهِ، وَأَنَا وَارِثُ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ... “Kim bir yük (yani bakıma muhtaç aile ve borç) bırakırsa (o yük) bana aittir. Kim bir mal bırakırsa mirasçılarına aittir. Ben vârisi olmayan kimsenin vârisi olurum.”
- İbn-u Mace Süneni’nde, Raşid İbn-u Sa’d’dan, o da Ebu Amir Hevzeni’den, o da Mikdam’dan şöyle dediğini tahriç etmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: أَنَا وَارِثُ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ، أَعْقِلُ عَنْهُ وَأَرِثُهُ... “Ben vârisi olmayan kimsenin vârisi olurum. Onun diyetini öderim ve ona vâris olurum.”
Bu hadisler gayet açık olduğu gibi delaleti de açıktır ki bir kişi öldüğünde onun vârisi yoksa onun vârisi Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir. Çünkü o, bütün müminlerin velisi ve mevlâsı olmayanların (kimsesi olmayanların) mevlâsıdır. O’nun ardından velayet Halifelere intikal etmiş, bütün müminlerin velisi, mevlâsı olmayanın mevlası ve vârisi olmayanın da vârisi Halife olmuştur. Halife’nin verâseti, kendi nefsi için değil, ancak Beytu’l Mâl içindir. Böylece vârisi olmayanın özel mülkiyetten olan mirası, devlet mülkiyetine geçer ve Fey ve Harac Divanı’nın da olduğu Beytul Mâl’e konulur ve Halife, Müslümanların maslahatlarına gördüğü hususlara göre tasarrufta bulunur.
3- Hizbin, zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaların mirasçı olamayacağını neden benimsediğine gelince; çünkü miras delilleri Kuran ve sünnette ayrıntılı olarak gelmiş ve miras hükümleri ile hak sahiplerini açıklamıştır. Bunlar şunlardır:
Birinci (ashâbü’l-ferâiz) dereceden olan akrabalar; bu delillerden biri Allahu Teala’nın şu kavlidir: يُوصِيكُمُ اللَّهُ فِي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ فَإِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ وَإِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُ وَلِأَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ إِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ أَبَوَاهُ فَلِأُمِّهِ الثُّلُثُ فَإِنْ كَانَ لَهُ إِخْوَةٌ فَلِأُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْن “Allah size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” [Nisa-11] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: ولكم نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌ فَإِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌ فَإِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً أَوِ امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ فَإِنْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَا أَوْ دَيْنٍ “Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” [Nisa-12]
- İkinci dereceden (asabeden) olan akrabalar; bu delillerden biri, Buhari ve Müslim’in, İbn-u Abbas Radıyallahu Anhuma’dan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini tahriç etmiştir: أَلْحِقُوا الفَرَائِضَ بِأَهْلِهَا، فَمَا بَقِيَ فَلِأَوْلَى رَجُلٍ ذَكَرٍ “Miras hisselerini ehillerine verin! Geriye kalanları ise en yakın erkeğindir.” Yani asabeden varis olmaya en yakın olan demektir. Fethu’l Bâri’de şöyle geçmektedir: (el-Huttâbi, anlamın asabeden en yakın adam olduğunu söylemiştir. İbn-u Battal “فَلِأَوْلَى رَجُلٍFe’evlâ Racul’den” murat edilenin şöyle olduğunu söylemiştir: Birinci (ashâbü’l-ferâiz) dereceden olan akrabalardan sonra ikinci dereceden (asabeden) olan adamlar olup ölen kişiye en yakın olan kişi (onu) hak eder, çok uzak olan kişi değil. Şayet aynı seviye olurlarsa, aralarında paylaşırlar…)
Zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaların mirastan payları olduğuna dair deliller varit olmamıştır. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Tirmizi’nin Ebu Umame Bahili’nin şöyle dediğini rivayet etmiş olduğu hadiste bu anlamı teyit etmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in veda Haccı yılında vermiş olduğu hutbesinde şöyle dediğini işittim: إِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَدْ أَعْطَى لِكُلِّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ، فَلَا وَصِيَّةَ لِوَارِثٍ “Şüphesiz Tebareke ve Teala, her hak sahibine hakkını vermiştir. Bu sebeple vârise vasiyet yoktur.” Veda haccı hutbesindeki bu hadis, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in miras konusunda söylemiş olduğu en son hadistir. Burada, Allah Subhanehu miras hakkına sahip olanların; Allah Tebareke ve Teala’nın Kitabı ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde geçenlere göre miras hakkına sahip olanlar olduğunu açıklamıştır. Bunlar ise birinci (ashâbü’l-ferâiz) dereceden olan akrabalar ile ikinci dereceden (asabeden) olan akrabalar olup zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaları buna dahil etmemiş ve Allah Subhanehu onlar için mirastan bir pay belirtmemiştir.
4- Soruda, zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaların mirasta haklarının olduğuna dair geçen rivayetlere gelince; o, bu şekilde değildir. Bunu da aşağıdaki şekilde ele alacağız:
a- Tirmizi Süneni’nde, Ebu Umame İbn-u Sehl İbn-u Huneyf’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ömer İbn-u Hattab benimle birlikte Ebu Ubeyde’ye Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini yazmıştır: اللَّهُ وَرَسُولُهُ مَوْلَى مَنْ لاَ مَوْلَى لَهُ وَالْخَالُ وَارِثُ مَنْ لاَ وَارِثَ لَهُ “Allah ve Rasulü mevlâsı olmayanın mevlâsıdır. Vârisi olmayana dayısı vâris (mirasçı) olur.” Ancak başka bir rivayette illeti açıklamıştır. Zira Ebu Davud Süneni’nde, Mikdam’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ تَرَكَ كَلًّا فَإِلَيَّ“Kim bir yük (yani bakıma muhtaç aile ve borç) bırakırsa (o yük) bana aittir.” (وَرُبَمَا قَالَ: إِلَى اللهِ وِإِلَى رَسُوْلِهِ) وَمَنْ تَرَكَ مَالاً فَلِوَرَثَتِهِ وَأَنَا وَارِثٌ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ أَعْقِلُ لَهُ وَأَرِثُهُ وَالْخَالُ وَارِثٌ مَنْ لاَ وَارِثَ لَهُ يَعْقِلُ عَنْهُ وَيَرِثُهُ(Bazen da (o yük) Allah’a ve Rasulü’ne aittir şeklinde buyurmuştur.) Kim bir mal bırakırsa mirasçılarına aittir. Ben vârisi olmayan kimsenin vârisi olurum. Onun diyetini öderim ve ona varis olurum. Dayı da vârisi olmayan kimsenin vârisidir (mirasçısıdır). Onun diyetini öder ve ona vâris olur.“ Dolayısıyla iki hadis birleştirildiğinde burada dayıdan kast edilenin يعقل عنه “Onun diyetini ödeyenin” olduğu açığa çıkmaktadır. Yani onun diyetini ödeyenlerden olur demektir. (Diyet ödeyen, sadece ikinci derece akrabalardan (asabeden) olurlar. Bunların dışındaki anneden olan kardeşlere, diğer zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalara ve koca ile ikinci dereceden (asabeden) olmayanların tamamına gelince; bunlar, diyet ödeyenlerden değillerdir. Diyet ödeyen, adamın asabesidir. Bunlar da erkek kardeşleri, amcaları, çocukları ve aşağısı olanlardır…Bunlar hataen öldürenin diyetini öderler. Zira sadece diyet ödeyecek olan kişi onu öder. Adamın diyet ödeyen akrabaları şunlardır: Erkek kardeşleri, amcaları, amcasının çocukları ve hatta üçüncü dedeye kadardır.) Ukûbatlar-Diyet Ödeyen Kişi Bölümü.
Binaenaleyh hadiste kast edilen dayı, sanki adam, amcasının kızıyla evlenmiş gibi ikinci derece akrabalardan (asabeden) olan kişidir. Böylece amcasının oğlunun çocuğunun dayısı olmuş olur. Yani ikinci derece akrabalardan (asabeden) olur. Sadece zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalardan olmaz. Yani hadis, eğer ölen kişinin birinci (ashâbü’l-ferâiz) dereceden olan akrabası yoksa, onun dayısı ikinci derece (asabeden) akrabasından olur, dolayısıyla o da vâris olur. Eğer ikinci dereceden (asabeden) olan akraba bu durumda vâris olursa herhangi bir bir ihtilaf yoktur.
b- Said İbn-u Mansur’un Süneni’nde ve Kenzu’l Ummal’da, Muhammed İbn-u Yahya İbn-u Hıbban’dan, o da amcası Vasî İbn-u Hıbban’dan şöyle dediği geçmektedir: Sabit İbn-u Dahdâha öldüğünde geride herhangi bir vâris ve asabe bırakmamıştı. Onun durumu Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e iletildiğinde onun hakkında Âsım İbn-u Adî’ye şöyle sordu: هل ترك من أحد؟“Herhangi birini bıraktı mı?” O da şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasulü, herhangi birini bırakmadı. فدفع رسول الله صلى الله عليه وسلم ماله إلى ابن أخته أبي لبابة بن عبد المنذر “Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun malını, kız kardeşinin oğlu Ebu Lubâbe İbn-u Abdulmunzir’e verdi.” Suyûti Câmiu’l Hadis’de bunun hakkında, “senedi sahihtir” demiştir. Bu rivayette, Sabit İbn-u Dahdâha’nın herhangi bir vâris ve asabe bırakmadığı, yani mirası hak edecek birini bırakmadığı açıktır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, onun malını kız kardeşinin oğluna vermesi, mirasta hak sahibi olduğundan dolayı değildir. Yani, İmam olması vasfıyla tasarrufta bulunmuş ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e bu malda tasarrufta bulunma hakkı verildiğinden dolayı da malı onun kız kardeşinin oğluna vermiştir. Dolayısıyla bu hadis, zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaların mirasta hak sahibi olmadıklarına dair bir delil olup onların varis olabileceklerine dair bir delil değildir. Bu, ilk geçen rivayet gayet açıktır: (Geride herhangi bir vâris ve asabe bırakmamıştır.)
Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, hala ve teyzenin mirasları hakkında sorulduğunda, (o ikisi için miras yoktur) şeklindeki sözü de bunu teyit etmektedir. Hadisin tamamı şöyledir: El-Hâkim Müstedreki’nde Sahihayn üzerinden tahriç etmiş ve bu hadis isnad bakımından sahihtir demiştir: İbn-u Ömer Radıyallahu Anhuma’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir merkebin üzerinde şöyle diyen bir adamla karşılaştı: Ey Allah‘ın Rasulü, bir adam hala ve teyzesini bıraksa ve o ikisi dışında da mirasçısı olmasa nasıl olur? Dedi ki: Başını semaya kaldırdı ve şöyle dedi: اللَّهُمَّ رَجُلٌ تَرَكَ عَمَّتَهُ وَخَالَتَهُ لَا وَارِثَ لَهُ غَيْرُهُمَا“Ey Allah’ım, bir adam hala ve teyzesini bırakıyor ve o ikisi dışında da mirasçısı olmuyor.“ Sonra dedi ki: أَيْنَ السَّائِلُ“Soru soran nerede?” İşte o benim. Bunun üzerine dedi ki: لَا مِيرَاثَ لَهُمَا“O ikisi için miras yoktur.” Hala ve teyze, zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalardan olmasına rağmen Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, o ikisini miras ehlinden kılmamıştır.
c- Ancak Ebu Lubâbe’nin hadisi, şayet ölen kişinin birinci (ashâbü’l-ferâiz) ya da ikinci dereceden (asabeden) mirasçıları yoksa, Halife’nin ölen kişinin terekesinin tamamını veya bir kısmını zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalara verebileceğini göstermektedir. Yani şayet ölen kişinin zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaları varsa, onun tamamını Beytu’l Mâl’e koymak farz değildir. Bu ise, Maliye’de geçen şayet ölen kişinin birinci (ashâbü’l-ferâiz) ya da ikinci dereceden (asabe) mirasçısı yoksa ölen kişinin malı Beytu’l-Mâl’e ait olur şeklinde sözümüzle çelişmez. Çünkü Halife, bu mallar hakkında Müslümanların maslahatlarına gördüğü hususlara göre tasarrufta bulunabilir. Dolayısıyla şayet ölen kişinin birinci (ashâbü’l-ferâiz) ya da ikinci dereceden (asabeden) mirasçıları yoksa, Halife ölen kişinin terekesinden zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalara verebilir. Halife olmadığı için Müslümanların da Beytu’l Mâli’nin olmadığı durumda, şayet ölen kişinin malını verecek birinci (ashâbü’l-ferâiz) ya da ikinci dereceden (asabeden) mirasçıları yoksa, bu mal zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabalara verilir. Çünkü bir İmamın yokluğunda onlar, o malı almaya diğerlerinden daha layıktırlar.
Zevi’l-erhâmdan (kan bağı) olan akrabaların vâris olması meselesinde racih olan budur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.
Kardeşiniz | H. 20 Ramazan 1436 |
Ata İbn Halil Ebu Raşta | M. 7 Temmuz 2015 |
Cevaba, hizbin emirin aşağıdaki web sitesinden bağlanabilirsiniz:
http://archive.domainnomeaning.com/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/3615/