Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Erdoğan Türkiye’de Hilafeti İlan Etmeye mi Hazırlanıyor?

بسم الله الرحمن الرحيم

Erdoğan Türkiye’de Hilafeti İlan Etmeye mi Hazırlanıyor?

İsam Şeyh Ganem’in Kaleminden

Müslümanlar gerçekten artık Hilafeti arzu ediyorlar. Genel olarak Müslümanlar aşağılanmanın ve yıkımın kalıntıları arasında olsalar da artık bugün Müslümanlar dört gözle sarsıntının olacağı o günü bekliyor. İşte o gün, Türkiye, Arap ülkeleri ile geri kalan İslam ülkeleri kaybetmiş oldukları liderliklerini geri alacaklar, Rableri dışındaki her türlü bağlılığı terk edecekleri gibi azim İslam’ın olduğu dinleri dışındaki her türlü nizamı da terk edeceklerdir. Ayrıca İslam’ın marjinal Arap bir milletten aktarılmasının liderliğin zirvesine ulaşmış milletler arasında hiçbir kıymeti olmaz. Hala siyasi düşünürlerin inceleme konusu olan İslam hükümlerinin iç koşullara yerleşmesinin ve gücünü kısa bir sürede elde etmesinin ardından etrafında bulunanlara savaş açmış, azim İslam yayılmış, yarımadadaki Arap kabileler yeni dini kabul etmiş, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in devletinin ilk dönemi sona ermeden önce İslam’a dönüşün artmasının ardından çevresindeki büyük devletlere savaş açmıştır. Şimdi Müslümanların kolayca yanıtlayabileceği önemli bir soru: Bugün tekrar geriye dönüp ikinci Hilafet Devleti kursak, ilk İslam Devletinin olduğu gibi olur muyuz? Keşke Müslümanlar kesin bir “evet” cevabını verseler! Zaten kafir ülkelerin aydınları da aynı şekilde bu gerçeği kesinlikle biliyorlar ve büyük devletlerin siyasileri İslam’ın geri dönüşünden korkuyorlar. Aynı şekilde bugün İslam’ın, halkı Osmanlı tarihine dayanan İslam’ın yüceliklerinin yeniden geri dönmesini hayal eden Türkiye gibi güçlü bir devletten başlayarak geri dönmesinden de korkuyorlar. Ya bir de İslam devletinin ve tüm ümmetin merkezi İstanbul veya onun geri dönüşü Pakistan gibi güçlü bir devlette ya da büyük bir orduya sahip olan ve dünyanın ticaret koridoru Süveyş kanalının da olduğu Akdeniz ve Kızıldeniz’e bağlı Mısır gibi bir devlette olursa nasıl olur acaba? İşte o zaman bu korku, başta Amerika olmak üzere büyük devletlerin siyasilerinin uykularını kaçıracaktır.

Amerika ile Avrupa’nın Hilafet sarsıntısına karşı olan korkularının gerçeği artık anlaşılmaktadır. Zira Batı, artık İslam ümmetindeki dirençlilik halini görüyor. Çünkü Batı, İslam bölgelerinin büyük küçük her yerini kontrol edebiliyor olup her şey onun pençesindedir. Ancak bu asrın başlarında İslam ümmetinin direncinde yeni bir durum gelişmeye başlamış olup bu duruma yönelik ilk önemli gözlem, Taliban-Afganistan hareketinin Amerika’nın 11 Eylül olaylarıyla suçladığı El-Kaide’den ayrıldığını reddettiği, Taliban hareketinin savaşı tercih ettiği ve Amerika’nın Afganistan işgalini kaybettiği ama bunu kabul etmeyi reddettiği 2001 yılında olmuştur. Nitekim bu, bir başlangıç olmuş, sonra Amerika 2003 yılında Irak’ı işgal etmiştir. Amerika, Irak ordusuna karşı zafer elde ettiğini açıklamasının ardından kendisini Amerikan ordusundan korkmayan şiddetli bir direnişin karşısında bulmuş ve Irak’ta saplandığı bataklıkta neredeyse hezimete uğramıştır. Ardından 2011 yılında, halkın meşruiyetini çöküşün eşiğine getirecek düzeyde aşındıran ve erozyona uğratan rejimin düşmesine, yani Amerika ve Avrupa’nın ajanı olan rejimlerin düşmesine çağrıda bulunan Arap Baharı ayaklanmaları olmuştur. Bu ayaklanmalar, Amerika ve Avrupa’nın istihbarat çevreleri tarafından beklenmiyordu. Dolayısıyla bu ülkelerde, bomba etkisi oluşturan bu direnç durumu karşısında tehlike çanları çalmaya başlamıştır. 2011 yılından bu yana devam eden Suriye devrimi ise özel bir durumdur. Zira rejimin düşmesi için çağrıda bulunanalar, diğer taraftan çok sıcak bir çağrı olan Raşidi Hilafetin kurulması için de çağrıda bulunmuşlardır. Bu nedenle Amerika, bu çağrıyı bastırmak için İranlı, Rus ve diğer rejimlerle birlikte çok güçlü bir şekilde çalışmaktadır. Bununla birlikte Amerika, sanki Suriye rejimi ile onun müttefikleri olan Rus ve İranlılara karşıymış gibi görünmeye başlamıştır. Tehlikeyi çevrelemek için Amerika’nın bu politikası gerekli ve zaruri olup aksi taktirde işler daha da kötüye gider ve Amerika ile tabiilerinin ellerinden kayıp gider. Sonuç olarak Suriye devrimi, Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet sarsıntısının eşiğinde Amerika’yı tir tir titretmektedir.

Burada iki mesele ortaya çıktı: Birincisi; Suriye devrimini çevrelemek için Amerika ile büyük bir işbirliği halinde olan Türkiye’dir. Türkiye’nin en büyük dengesi ise “İslami olarak” nitelendirilen ve Cumhurbaşkanı da “Ilımlı İslamcı” hareketler olarak tanımlanan hareketler arasında çok popüler olan Erdoğan’ın olduğu iktidar partisidir. İkincisine gelince; Musul kentinde sahte bir Hilafetin ilan edilmesi olmuştur. Bu iki meseleye dayalı olarak Amerika’da “Osmanlı Türkiye’si” adı altında yeni bir bakış açısı ortaya çıkmıştır. Nitekim İslam dünyasındaki dirençlilik halini kaldırmada başarılı olmanın yolu bu olabilir. Amerika’nın bakış açısının ciddiyetini vurgulamak için CNN Arap-12-Haziran 2014 yılında şunu aktarmıştır: “Uzmanların, yıllar boyunca bazıları tarihte yaygın olan ve diğer bazıları da son zamanlardaki önemli kararlarla bağlantılı olan faktörleri speküle etmeleri yaraya tuz basmak olabilir.” “Atlantik Konseyi” düşünürleri, Arap bölgesindeki kaosun, “geniş bir alanda Hilafet Devletinin kurulmasına dayalı” bir düşünceye yol açabileceği hususunda uyardılar. Ayrıca Amerikan uzmanları 2016 yılında, birisi İslam bölgesinde diğeri de Çin’de olmak üzere Amerika’ya karşı iki büyük savaşın patlak verebileceği hususunda uyardılar. Bunun anlamı, Amerika uluslararası nüfuzunu ve konumunu korumak için Hilafet Devleti sarsıntıları yüzenden patlak vermesi beklenen öncüllerin olmaması ihtimalini çok ciddi bir şekilde düşünmekte ve bunun için büyük bir hazırlık yapmaktadır. Açık olmak gerekirse dikkatleri, Türkiye’deki yönetimin hakikatine ve Erdoğan’a olan bağlılığına, “Ilımlı İslamcı” olarak tanımlanan grupların İstanbul ve Ankara’ya çekilmesinin hakikatine, Amerika’nın “Osmanlı Türkiye’si” bakış açısına ciddiyetle geri dönmesine, Amerika’nın “Osmanlı Türkiye’si” için sunmuş olduğu imkanlara, ardından Erdoğan’ın ortaya koymuş olduğu “Osmanlı” göstergelerini görmeye çekmek gerekir. Tüm bunlardan dolayı bu ciddi düşüncenin önemle değerlendirilmesi gerekiyor ki böylece silahlı Müslümanlar büyük bir siyasi tuzağa düşmesinler.

Türkiye’deki Yönetimin Hakikati

Türkiye’deki yönetimin hakikatine gelince; o, tamamen laik bir yönetimdir. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Osmanlı Hilafetin enkazı üzerine bina ettiği Laik rejim hala bugün Türkiye’de hüküm sürmektedir. Devletin yönetim şekli ister Erdoğan’ın istediği ve 2017 yılında referandum düzenlediği başkanlık sistemi olsun isterse devlete Başbakan’ın liderlik ettiği parlamenter sistem olsun her ikisi de azim dinimizle hiçbir ilgisi olmayan Kapitalist sistemin türevlerinden olup bunun İslam ile hiçbir bağlantısı yoktur. Dolayısıyla o, yönetim şekli bakımından İslami olmayan bir sistemdir. Takip edilen politikaya gelince; dahili olarak İslami olmayan Kapitalist bir politika olup bugün Türkiye’nin kanunları parlamento tarafından çıkarılan beşeri kanunlardır ve Ahvali Şahsiye’nin çok küçük bir kısmını saymazsak onun kanunları da şeri hükümlerden değildir. Hatta İslam’ın mubah kılmış olduğu birden fazla kadınla evlenme meselesi, Türkiye yasalarına göre yasaktır. Dahası Müslüman bir kadının kafir bir erkekle evlenmesine izin verilmekte olup bunun şeri bir dayanağı yoktur.

Buna rağmen iktidar partisi olan Erdoğan’ın “Adalet ve Kalkınma” Partisi İslami bir parti olarak nitelendirilmektedir. Ancak bu, sadece beşeri yasalardan hiçbir şey değiştirmeyen, dahası değiştirme girişimde bile bulunmayan bir görüntüden ibarettir. İslami olarak tanımlanan bazı gruplar, şeri hükümlerin uygulanmasında “tedricilik” fikrini ileri sürmektedirler.  En basit şekliyle “tedriciliğin” manası, şeri bakış açısı olmaksızın devletin, bir kısmının uygulanıp diğer bir kısmının da ertelenerek İslam’ın “tedrici olarak” (aşama aşama) uygulanmasına dayalı olması ve her yıl şeri hükümlere yeni bir şeyin eklenmesidir. En basit şekliyle anlamı budur. Ancak (daha önce söylediğimiz gibi aslında Erdoğan’dan önce olan Ahvali Şahsiye’nin bir kısmını saymazsak) Türkiye Cumhurbaşkanı ve onun “İslami” partisi, 2002 yılından beri iktidarda olmasına rağmen şeri hükümleri tatbik etmemektedir. Bununla birlikte devlet içerisinde şeri hükümlerin uygulanmasında herhangi bir artışa şahit olunmadığı gibi (Cumhurbaşkanı Erdoğan), aslında “tedricilik” düşüncesini de öne sürmemekte ve bununla ilgili bir şey de söylememektedir. Ayrıca seçim programlarının hiç birinde şeri hükümlerden herhangi birini ortaya koymamaktadır. Dolayısıyla açıkça laik birisi olup laikliğinden dolayı da utanmamaktadır. Dahası (Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, laik bir devletin dinsiz bir devlet anlamına gelmediğine vurgu yaparak Mısırlıları Laik bir devlet kurmaya teşvik etmesinden dolayı) Mısır’daki İhvani Müslimin, Laiklik çağrısında bulunmuştur. Ayrıca Erdoğan, Mısır televizyonu “Dream” kanalına verdiği bir röportajda, Mısır anayasasının Laiklik ilkelerine dayalı olmasına çağrıda bulunarak Türkiye’nin Laik devlet için en uygun bir model olduğunu ifade etti ve Laik bir devletin Başbakanı olmasına rağmen kendisinin de bir Müslüman olduğuna dikkat çekti.  (Alman DWA Ajansı-13/09/2011)

Dahası Erdoğan ve partisi, şeri hükümlerle mücadelede katı davranmaktadırlar (ki Türkiye’de iktidar olan “Adalet ve Kalkınma” Partisi, Türkiye’de çok evliliğe izin verilmesini istediği şeklinde basına yapmış olduğu açıklamalarının anayasaya aykırı olmasından dolayı parti üyesi ve kentin belediye başkanı olan Halil Bakırcı’ya soruşturma açılması için iki milletvekilini  “Rize” kentine gönderdi.) (dotmsr-14/11/2014)

Ayrıca Türk milliyetçiliği, Türkiye yönetim sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. Zira Müslüman Kürt ve Araplar, Türk devletine bağlı azınlıklar olup bunlar devlet makamlarında Türkler gibi görülmezler. Ayrıca devlet, İslami olmayan milliyetçiliğe tabi olduğunu da gizlemez. Sanki Muhammed Aleyhissalatu ve’s Selam “onu (milliyetçiliği) bırakın. Zira o kokuşmuştur” şeklinde buyurmamış gibi. Dolayısıyla İslam, bir tek olan İslam ümmetinin arasını ayıran her türlü asabiyeti reddediyor ve haram kılıyor.

Türkiye’nin dış politikasına gelince; kesinlikle İslam esasına dayalı olmadığı gibi Türkiye devleti ülke dışında İslam’a çağrıda bulunan herhangi bir faaliyet de göstermemektedir. Amerika’da bir cami inşa etmesine ya da Batı’da bir İslam merkezi açmasına şaşıranlar varsa, Körfez devletçikleri, Mısır ve benzerleri gibi İslam dünyasındaki tüm rejimler bunu yapıyorlar. Dolayısıyla mesele, Türkiye’ye has bir durum değildir. Zira yurt dışındaki İslami nesiller, İslam dünyasındaki ülkelerin destekleriyle ya da destekleri olmaksızın camilerini inşa ediyorlar. Ayrıca Türkiye, dış politikalarında Müslüman olmaları itibariyle Müslümanların sorunlarını savunmuyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın desteklediğini terennüm edip durduğu Filistin halkına karşı günlük olarak cürümler işlemesine rağmen Yahudi varlığı ile diplomatik ilişkiler kuruyor ve onunla askeri işbirliği yapıyor. Oysa Türkiye’nin Filistin halkına yapmış olduğu yardım herhangi bir Avrupa devletinin yapmış olduğu yardım oranına ulaşmamasının yanı sıra aslında bu yardım, Batı’nın Yahudi varlığı ile olan barış stratejisi kapsamında yapılmaktadır. Suriye’de Beşar, yüz binlerce kişiyi katletti, Amerika ve onun Avrupalı müttefikleri kendilerine uzak olan Suriye’ye müdahale ettikleri gibi Rusya’da uzaklara müdahale etti; ancak Türkiye’nin yıllarca gerçekleşen ölümlerin ardında yapmış olduğu müdahalesi, mücrim Beşar’ın lehine olmuştur. Zira Türkiye, takip etmiş olduğu gruplara Beşar ile müzakere yapması için Ankara, Astana ve Cenevre’de baskı uygulamıştır. Ayrıca bu grupları, Beşar ile yapılan savaş alanlarından, başka alanlara çıkarmıştır. “Fırat Kalkanı” adı altında IŞID ile savaşılması ve “Zeytin Dalı” adı altında Kürt örgütlerle savaşılması gibi. Dahası Türkiye’nin yaptığı tüm bu müdahaleler, Beşar’ın muhlis devrimcilerden geriye kalanlarına karşı zafer elde etmesine yol açmıştır. Dünyanın ağladığı Rohingya krizi sırasında Türkiye, Rohingya’ya yaptığını açıkladığı yardımlar için vahşi Myanmar ordusuna vekalet vermiş, dahası bazı Avrupa ülkelerinin seslerinin Rohingya Müslümanlarına destek veren Türkiye’nin sesinden daha yüksek olduğu görülmüştür.

Böylece yönetim şekli ve dahili ve harici politikalarında laik bir devlet olduğu ve tüm yasal önlemlere rağmen “tedricilik” düşüncesinin arttığını gözlemlemek Türkiye’de İslam şeriatına bir yönelimin olmadığını ortaya koymaktadır. Meseleler bu kadar açık olduğuna göre -Erdoğanlı- Türkiye’nin İslami olduğuna aldananlar, sadece kendini aldatmış olur. Dolayısıyla Türkiye’nin diğer İslam dünyasındaki ülkelerden bir farkı yoktur. Zira İslam davasını taşıyanları takip ediyor ve onları cezaevlerine gönderiyor. Nitekim devlet, Türkiye’de İslam’ın tatbik edilmesine davet edenleri desteklemediği gibi aynen Batı’nın yaptığı gibi bunları (aşırıcılık) ve (terörizm) olarak nitelendirmektedir.  

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağlılığı

Erdoğan’ın dış politikasındaki bağımlılığına gelince; derin bir düşünceye bile gerek yoktur. Zira Türkiye, Erdoğan ve onunla birlikte olanlardan önce NATO içerisinde, yani resmi olarak Amerikan askeri liderliği altında olan bir devlet olup burada en büyük NATO üslerinden birisi olan İncirlik üssü bulunmaktadır. İncirlik üssünden, Suriye ve Irak’taki Müslümanları vurması için Amerikan uçakları kalkmaktadır. Bir yönden böyledir. Diğer yönden olana gelince; Türkiye,  on yıllardır Avrupa Birliği’ne girmek için çalışmakta ve kendisinin bir Avrupa ülkesi olduğunu söylemektedir. Nitekim Avrupa ülkeleri, Müslüman nüfusunun yoğun olması nedeniyle reddetmesine rağmen Türkiye, Avrupa Birliği’ne katılım şartlarına tabi olmaktadır. Gerçek budur. Ancak Türkiye hala katılmaktan vazgeçmemektedir. Bu nedenle Türkiye devleti,  Batı odaklı ve eğilimli olup Cumhurbaşkanı Erdoğan bu eğilimden hiçbir şey değiştirmedi. İslam dünyası ile ilişkilerini güçlendirmesine gelince; bir yönden Avrupa Birliği’ne girmesinin reddedilmesine yönelik bir tepki diğer yönden ise mevcut beşeri sistem çerçevesinde beşeri rejimlerle olan ilişkilerden ibaret olup bunu değiştirmek için herhangi bir girişimde de bulunmamaktadır.

Devlet politikalarını inceleyen politikacılara gelince; Türkiye devletinin Amerika ile olan bağlantısının zor olmadığını görüyorlar. Zira Amerika, Türkiye’de egemen olması için Erdoğan ve partisini siyasi, finansal imkanlar ve benzeri birçok yollarla desteklemekte ve Amerika, Avrupa’ya bağlı Türk generallerini dizginlemek istemektedir. Bu ise 2016 yılındaki başarısız darbe girişiminin ardından gerçekleşmiştir. Hem de gerek “Gülen’in” suçlanmasıyla ilgili oynanan tiyatroya gerekse de Amerika’nın bu başarısız girişimden dolayı bazı sorumlulukları suçlamasıyla ilgili oynanan tiyatroya rağmen. Belki de -Erdoğanlı- Türkiye’nin Amerika ile olan ilgisine en açık olan örnek Suriye olayları olmuştur. Zira Türk istihbaratları, Suriye devrimini ve askeri grupları rejimi devirme ve İslam Devletini kurma istikametinden saptırmak amacıyla “Genel Kurmaylık” ve “Silahlı Gruplar Yüksek Komutanlığı” gibi silahlı bir muhalefet organı kurma girişimleri için açık bir şekilde Suriye ordusu subaylarından olan muhalifleri Amerikan istihbaratlarıyla yan yana kabul etmiştir. Dolayısıyla Türkiye ve Amerika, açıkça birlikte çalışmakta ve aynı şekilde İstanbul ve Ankara’da düzenlenen Suriye muhalefet konferanslarını Amerika’nın Suriye büyükelçisi Ford denetlemektedir. Nitekim Amerika, Trump yönetiminin gelmesinin ardından Suriye hakkında Rusya ile olan müzakerelerden çekilmeye karar verdiğinde Amerika’nın Suriye’de ateşkesin sağlanması, tırmanışın düşmesi ve garantör ülke düşüncesi rüyasını görmeye başladığı Astana müzakerelerine kendi adına Türkiye’yi koymuştur. Ateşkesin garantörü olan ülkelerden birisi Türkiye’dir. Ancak Beşar rejimi ve Rusya, ateşi durdurmuyorlar ve Türkiye de hiçbir şey garanti edemiyor. Güvenlik Konseyi’nde Amerika gibi o da endişelerini dile getirirken Suriye’deki Beşar rejimi, İdlib savaşı öncesinde Batı Guta, Şifaniye ve Doğu Guta gibi diğer yerleri darmadağın ediyor. İşte tüm bunlar, Türkiye’nin garantör olduğu tırmanışın düşürüldüğü bölgelerde gerçekleşiyor. Dolayısıyla onun buradaki politikası, tamamen “bırak rejimi kazansın” şeklindeki bir Amerikan politikasıdır. Aynı şekilde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’nın halis bir dostu olup Türkiye’nin dış politikasını tamamen Amerika ile birlikte koordine etmektedir.

“Ilımlı İslamcı” Grupların Türkiye’ye Çekilmesi

“Ilımlı İslamcı” grupların çekilmesi noktasında Türkiye’nin faaliyetlerine gelince; Bu çok net bir şekilde açıktır. Zira Batı’nın “böl-yönet” politikasına göre Türkiye büyük “Sünni” bir ülke olup tüm “Sünni” İslami grupları kendisine çekebileceği gibi İran’da yine aynı Batı politikasına göre “Şii” İslami gurupları kendisine çekebilir. Bununla birlikte Türkiye’deki iktidar partisi de “İslami” bir parti olarak nitelendirilmektedir. Dolayısıyla kendisine çekme süreci çok kolay olacaktır. Bu nedenle Türkiye’de, “Ilımlı İslamcı” olarak nitelendirilen Arap grupları faaliyet göstermekte olup İstanbul, özellikle 2013 yılında Mursi’ye karşı yapılan darbenin ardından Mısır’daki Sisi rejiminden kaçanlar olmak üzere Müslüman Kardeşler’in yuvası haline gelmiştir. Bundan dolayı “Ilımlı İslamcı” partiler için konferansların, bursların ve birtakım desteğin olması sanki bunun, Erdoğan’ın seleflerinin iktidarda kalamamasının ardından ve aynı şekilde Mustafa Kemal’in karanlık döneminden bu yana Türkiye’de benimsediği yeni bir politikasıymış gibi görünüyor. Nitekim bu destek ve imkanlar nedeniyle Erdoğan büyük bir popülarite elde ederken bu popülarite “Ilımlı İslamcı” olarak nitelendirilen Arap gruplar arasında da oluştu ve Erdoğan “Büyük İslam Lideri” olarak nitelendirilir oldu. Ayrıca Tunus’taki Nahda Hareketi Partisi lideri Raşid Gannuşi, dahası Kardavi Erdoğan’ı “Sultan” olarak nitelendirdiler. Böylece Türkiye, özellikle Suudi Arabistan ve Mısır’ın Katar’ı muhasara altına almasından ve Katar’ın da onlardan terk etmelerini istemesinin ardından bir çıkış yolu bulamayan birçok Hamas liderlerinin sığınağı haline geldi. 

Aslında bölgesel güce sahip olan tüm ülkelerin, kendilerini çevreleyen zayıf ülkelerin iç durumlarına müdahale etmeye çalıştıklarını görüyoruz; bunu da partiler, muhalefet partiler ve sıcak noktalardaki silahlı gruplar yoluyla yapmaktadırlar. Dolayısıyla nasıl büyük devletlerin küçük ülkeler üzerinde büyük bir etkisi varsa küçük ülkelerin de komşu ülkelerdeki parti ve guruplar düzeyinde büyük bir etkisi vardır. Zira arkasında Amerika’nın olduğu Türkiye, Amerika’nın politikaları karşında bir engel olarak durmasınlar, dahası bazıları onun çeşitli politikalarının araçlarından olmayı ümit etsinler diye gizli bir şekilde de olsa bu grupları kendi tarafına çekmek istiyor. Örneğin, finansal ve politik desteğin verilmesi, medya platformlarının sağlanması ve bir takım imkanların verilmesi gibi. Aynen hükümetleri tarafından kovulan liderler için bir sığınak ve emniyet sağlayarak aşağıdaki hususları gerçekleştirmesi gibi:  

1-Filistin’de; Amerika, Katar’ın etkisiyle rekabet etmesi için Türkiye’nin Hamas Hareketi üzerinde etkili olmasını istiyor. Zira arkasında Avrupa’nın olduğu Katar’ın Amerika’nın Filistin meselesini çözmeye dönük projelerini engellemesine izin vermiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin finansal destek ve çeşitli imkanlar sağlanmadıkça bunları yapması imkansızdır.

2- Suriye’de; Türkiye, finansal destek ve “Ilımlı İslam” yoluyla kazandığı “itibar” sayesinde, “Ilımlı İslam” akımlarına ait olan Suriye’deki askeri grupların büyük bir kısmını ateşkes müzakerelerine ve Rusya ve rejimle müzakere etmeleri için de Astana’ya çekmeyi başarmıştır. Bununla birlikte “garantör devlet” olma vehmine kapılan Türkiye, mücrim rejimle savaşmak ve onu devirmek yerine bu grupları Kürtlerle savaşmak gibi yanlış olan savaşlara sürükledi. Amerika’nın Türkiye ve benzerleri yoluyla sağladığı Suriye rejiminin yaşamsal sırlardan birisi de işte budur.      

Mısır’daki 2013 darbesinin ardından Müslüman Kardeşler hareketinin liderlerinden birçoğu, iktidar partisinin “İslami” olması vasfıyla Türkiye’ye başvurdular. Dolayısıyla bu, Mursi’ye yapılan darbenin ardından Müslüman Kardeşler hareketini kontrol etmek ve Sisi rejimine yönelik büyük riskleri engellemek isteyen Amerikan politikası için hayati bir önem taşıyor. Bu hareketlenmelerin açık bir şekilde yapılması durumunda buna karşı koyabilir ve bunu engelleyebilir. Aynı şekilde Amerika, Katar devletinin Müslüman Kardeşler Hareketi üzerinde etkin olmasını da istemiyor.

Mağrip ülkelerine gelince; Tunus Nahda Hareketi Partisi, Fas Adalet ve Kalkınma Partisi ve benzeri “Ilımlı İslam” hareketleri, Türkiye’de Erdoğan’ın başarılarına büyük bir hayranlık duyuyorlar, bu deneyimi yönetimde öğrenmek ve Türkiye ile güçlü ilişkiler kurmak istiyorlar. İşte bu, Mağrip’i etkilemek ve İngiliz ve Fransız nüfuzuna alternatif olarak Amerikan nüfuzunu buraya girdirmeye çalışmak gibi diğer araçlar kapsamında arkasında Amerika’nın olduğu Türkiye’nin etkileme girişimidir.  Ayrıca bu, “bu Ilımlı İslamcı” Hareketlerin kendilerini, dinleri ve ideolojileri ile hiçbir ilgisi olmayan uluslararası ve bölgesel çatışma oyunu içerisinde buldukları tehlikeli bir oyundur. Böylece diğer Laik hareketlerde olduğu gibi ümmete hiçbir faydası olmayan çatışmaların ateşinin yakıtı olacaklardır. Aslında Laik bir sistemin başka bir laik sistemle değiştirilmesi, şeri açıdan bir değişim olarak kabul edilmez. Ancak bu, özellikle İngiltere ve Fransa yanlısı rejimleri gerek seçimler gerekse silahlı eylemler gibi herhangi bir yolla kökünden sökmek isteyen Amerika olmak üzere uluslararası çatışmalarda çok önemlidir. 

Türkiye, özellikle Musul savaşı sırasında olduğu gibi zaman zaman kendisinin “Sünnilerin” merkezi olduğunu açıklayarak diğer birçok ülkelerde bulunan “İslamcı” muhalifleri kendine çekmekte ve bunu da Amerika’nın bölgeyi mezhepsel olarak bölmeye dönük projeleri çerçevesinde yapmaktadır.   

“Osmanlı Türkiye’si” Projesinin Ciddiyeti ve Amerika’nın Sağladığı İmkanlar

Türkiye, Mustafa Kemal’in ardından Laik olmasıyla birlikte Osmanlı ile her türlü ilişkiyi reddetmiştir. Nitekim son birkaç yıl içerisinde Erdoğan’ın, zaman zaman kırmaya çalıştığı gözlemlense de Türkiye’nin bu politikasında çatlaklar oluşturduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla Erdoğan’ın girişimleri, Türkiye’de sağcı Kemalist akımlarla çatışmakta ve bu büyük bir hesap olarak kabul edilmektedir. Nitekim bu akımlar, Abdullah Gül zamanında başı kapalı olması nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın eşini eleştirmişlerdi. Zira onlar, başı kapalı İslami görünümlü olması vasfıyla Türkiye’nin “First Leydisi’nin” ülkenin laiklik imajını çizmemesi gerektiği görüşündeydiler. Ancak son yıllarda Erdoğan, bundan daha da ileri gitme cesaretini göstermiş ve Erdoğan’ın muhafızları, Osmanlı kıyafetleri ve Osmanlı mirasının canlanması gibi Türkiye’de göze çarpan bazı Osmanlı motifleri almıştır.  Bu hususta Anadolu Ajansı 10/02/2018 tarihinde şunu aktarmıştır: (Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Cumartesi günü, bazılarının İkinci Abdülhamid’in başarılarla dolu tarihine saldırmasını eleştirerek tarihin incelenmesinde seçici olunması uyarısında bulundu… Ve Erdoğan, ortada Türkiye tarihinin (Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu tarih olan) 1923’den başlaması için ısrarla çalışanların ve bizi köklerimizden ve değerlerimizden koparmak için elinden geleni yapanların olduğuna dikkat çekti.) Ve şöyle ekledi: “Muhalefet partisi grubu, aynı şekilde (Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Kemal Kılıçdaroğlu), ecdadımıza düşmanlığa dayalı Cumhuriyet için bir sadakat standardı belirledi.” Ve şöyle devam etti: “Onlar açısından ortaya çıkan modern Türkiye Cumhuriyeti, Selçukluların ve altı yüzyıl boyunca dünya düzenine liderlik eden Osmanlıların bir uzantısı değildir.”

Bu Türkiye içinde olanlar, bugün Amerika’nın Erdoğanlı Türkiye için “Osmanlı” yüzünü ortaya çıkarmak için sunduğu imkanlara gelince;  

Amerika, dışarıda askeri üsler inşa etmek amacıyla Türkiye için büyük imkanlar sunuyor. Bunu da Türkiye’yi büyük bir devlet olarak ibraz etmek için yapıyor. Mesele, Türkiye’nin 2014 yılında Irak’ın Başika kampına Peşmergeyi eğitmek için güçler gönderdiğinde başlamıştır. Sonra Türkiye, Katar kuşatmasının ortasında Katar’daki yeni Türk askeri üssüne askerler gönderdi. Türk askerleri 2017 yılında dikkat çekici bir şekilde büyük Amerikan üssünün yer aldığı Katar’daki birçok üsse indiler. Bunun Amerika’nın onayı olmaksızın gerçekleşmesi imkansızdır. Amerika’nın 2012 stratejine göre ordularının üçte ikisini Çin civarına göndermeyi planladığı aşikardır. Zira Amerika, bazı üslerde ya da Katar’da olduğu gibi bir kısmında Türkiye gibi güvenilir ülkelerin kendi yerini almasını istiyor. Bunu ise Somali’deki Türk askeri üssü izliyor. Dolayısıyla küçük devletlerin dışarıda askeri üsleri yoktur. İşte büyük göstergelerden birisi de budur. Türkiye’nin süper bir güç olmadığı aklımıza gelince, bunun kötü bir siyasi düşünce olduğu görülüyor. Zira Türkiye, Amerika’nın Suriye Kürtlerini kendi çıkarlarına göre silahlandırması gibi yakın ve hayati sorunları çözemediği gibi İran, Rusya ve Amerika ile uluslararası koalisyon ülkelerinin yaptığı gibi komşusu Suriye’ye etkin bir şekilde müdahale edemez. Şayet hayati ve yakın sorunları çözemiyorsa, Katar, Körfez ülkeleri ve Somali’de kendi çıkarlarını inşa etmesi çok daha zordur. Dolayısıyla bu ülkelerdeki askeri üslerinin sadece Amerika’ya hizmet ettiği anlaşılmaktadır.

24/12/2017 yılında Sudan ziyareti sırasında Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sudan’ın Sevakin adasını da ziyaret etti ve burada Osmanlı mirasını canlandırmaya dönük bir proje açıkladı. Bu ada, Kızıldeniz’deki Osmanlı donanmasını koruma merkezi olmuş ve burasını Türk askeri üssüne çevirmek için Sevakin anlaşmasıyla ilgili gizli eklerin varlığı hakkında haberler yayılmıştı. Nitekim onunla yaptığı görüşme sırasında Sudan Cumhurbaşkanı El-Beşir, Erdoğan’ın şahsında “Osmanlı Devletinin kalıntılarını” gördüğünü söylemiştir. Yani Erdoğan, Türkiye’nin yeni “Osmanlı“ imajını güçlendirmek için Sudan gibi Amerikan yanlısı ülkeleri dolaşıyor. Bu ise Amerika olmaksızın gerçekleşmesi imkansız olan büyük bir olanaktır. Arap yöneticileri de Türkiye ve benzeri yerlerin askeri üslerin kabul edilmesi kararlarında bağımsız olduklarını sanıyorlar. Oysa tamamı, efendilerinin politikasını takip ediyorlar. Zira El-Beşir, Amerikan politikasını takip ediyor; bu nedenle El-Beşir’in Erdoğan’a imkanlar sağlaması, bugün Türkiye’nin imajını yücelten Amerika’nın politikası kapsamında gerçekleşiyor.

Çad ziyareti sırasında Erdoğan, “iki ülke arasındaki ilişkilerin, Osmanlı devletinin bölgedeki nüfuzunu genişlettiği on altıncı yüzyıla dayandığına” dikkat çekti. Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi ise şöyle cevap verdi: “Türkiye büyük bir devlettir. Derin bir tarihi vardır. Dünya çapında bilinen ve ünlü olan bir devlettir. Türkiye, tarih boyunca insanlık ve İslam toplumu adına önemli rol oynayan önemli bir devlettir.” (Anadolu Ajansı-26/12/2017) Bu, “Osmanlı Türkiye’sini” vurgulayarak yeni Türkiye’nin yönünü gösteriyor.  Bu ise Erdoğan yönetiminin ilk yıllarında mevcut değildi, ama sonunda ortaya çıktı. 

Geriye Amerika’nın, “Osmanlı Türkiye’si” projesi fikri noktasındaki ciddiyetiyle ilgili mesele kaldı; Amerika’nın Hilafet sarsıntısından korktuğunu düşünürsek -ki gerçekten korkuyor-, bunun için Amerika yetkililerin bu hususta uygulayabileceği politikaları kabul ediyor. Bu sadece Amerika araştırma merkezlerinin ve düşünce kuruluşlarının korkusu değildir.  Her ne kadar Amerika, Bağdadi’nin Musul’da iddia edilen Hilafeti ilan etmesinden kuvvetle “yararlanmış” olsa da Suriye arenasında Hilafete yapılan çağrıya ilgi zihinleri karıştırmıştır. Zira Bağdadi’nin Hilafeti,  kanlı bir kombinasyon, “esir” kadınlardan faydalanma, türbelerin ve kabirlerin hükümleri şeklinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla genel olarak Amerika ile Batı’nın, “Ilımlı İslam” hareketleriyle ilgili ortaya koymuş olduğu politikaları başarısız olmuştur. Dolayısıyla da Tunus’taki Nahda Partisinin yönetiminin kısmen başarısız olduğu gibi aynı şekilde Yemen’de de yönetim kısmen başarısız olmuş ve artık Gazze deneyiminin bir çekiciliği kalmamıştır.  Ayrıca Mısır’daki İhvan’ın deneyimi de başarısız olmuş ve Amerika’nın buradaki en büyük hatası “radikal İslam” olarak adlandırmaktan kendini alamadığı bu grupları yönetime taşımak olmuştur. Dolayısıyla bu “ılımlı” gruplara izin vermesinin amacı yönetime ulaşmaktır. Bu nedenle Amerika, “ılımlı” grupların yönetime gelmesi düşüncesine geri dönmüştür.  

Üçüncü açıdan olana gelince; İslam ümmetinde var olan kontrolsüzlük durumunun giderek büyümesi, Arap Baharı olayları gibi sürprizlerin olabileceği noktasında Amerika’yı korkutuyor. Ama Amerika, uluslararası çıkarlarının güvende olduğunu görene kadar gerek doğrudan gerekse tabileri aracılığıyla gerçekleştirdiği çeşitli projeleri tecrübe edinmiş büyük bir devlettir. Bu nedenle Amerika’nın yeni bir proje arayışına girmesi, kesinlikle İslam dünyasındaki kontrolsüzlük sorununa çözüm bulmak ve Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet’in olduğu büyük sarsıntıların getireceği sürprizleri akışına bırakmamak içindir. 

Amerika’nın, Bağdadi’nin Musul’da iddia edilen Hilafeti ilan etmesinden büyük oranda “yararlanmasına” gelince; Amerika tarafından desteklenen “sahte Hilafet” fikrinin tekrar edilmesini dışlamak, kabul edilebilir bir şey değildir. Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bugün Türkiye devletini 1923 yılında Osmanlı Hilafetinin yıkılmasının ilan edilmesinden öncesiyle bağladığına dair yeterli göstergeler mevcuttur. Yine Amerika’nın, Sudan ve kendisine tabi olan diğer ülkelerde Türkiye’ye sağlamış olduğu olanaklar da bu minvaldedir. Dolayısıyla Amerika’nın bu projesi,  hazırlık aşamasında da olabilir ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun uygulanması olasılığının incelenmesine zemin hazırlıyor olabilir. Yine Türkiye’nin, Osmanlı devletine benziyormuş gibi Avrupa ülkeleriyle ağız dalaşına girmesi de buna işaret etmektedir. Zira Erdoğan, sanki onlara sırtını dönmüş gibi alışılmadık bir şekilde Almanya ve Holanda’yı “Nazizmin kalıntıları” olarak nitelendirmiştir.   

Sonuç olarak Amerika’nın, Türkiye’yi, ilan edilmesi tüm dünyayı sarsacak olan gerçek Hilafete karşı koyacak “sahte bir Hilafet” devletine dönüştürmeye dönük tehlikeli projesine işaret eden tüm göstergeleri göz ardı etmek akıllıca değildir. Zira böyle bir sahte Hilafet projesi, özellikle Yahudi varlığı da dahil kafirlerle olan ilişkilerini gizlememesine rağmen liderlerinin Erdoğan’a güven duyduğu, bazılarının da Sultan olarak nitelendirdiği “ılımlı“ olarak adlandırılan akımlar olmak üzere Müslümanların zihnini karıştıracaktır. Tabi bu tür projelerin aylar içerisinde uygulanması imkansız olup dahası içeride ve dışarıda Kemalist partilerin büyük oranda hazırlanmasını gerektirir.

Ancak en önemlisi, şeri delillere göre eğilimleri saf ve temiz olan İslam’ın ipi üzere birleşen ve amelinin sadece Allah için olmasını isteyen muhlislerin yapması gereken, Rabbine sadık ve hükümleri sağlam dininin hükümleri olan Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet’in olduğu İslam Devletini kurmak için kenetlenmek, onların İslam bölgesindeki nüfuzunu ve askeri üslerini hemen yok etmeye başlamak ve kirin elbiseden söküp atıldığı gibi onların İslam ümmetinin cinsinden olan ajanlarını silip süpürmek olmalıdır. Nitekim azim İslami hükümlerin tatbik edilmeye başlanmasıyla birlikte insanlar hoşnut olacak, gökyüzünün bereketi inecek, dün olduğu gibi bugün de ümmetin işleri düzelecek, ümmet enerjisinin toplayacak ve gücünü artıracak ve hem Allah’ın hem de kendi düşmanına korku salacaktır. Bu çok da uzak değildir.  Zira her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır. Allah’tan,  bu kitabın önümüzdeki günlerde olmasını temenni ediyoruz. Ve işte o gün müminler, Allah’ın zaferi ve azim olan İslam’ın izzetiyle sevineceklerdir.  

Kaynak: H. Receb-Şaban-Ramazan 1439 M. Nisan-Mayıs-Haziran 2018 tarihinde yayınlanan El-Vai Dergisinin (378-379-380.) sayısı

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER