Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Demokrasi Şâkirtleri, Diktatörler ile Suç Ortaklığına Girişiyor

Dışişleri Bakanı Ali Babacan 18 Nisan'da Pakistan'a gidip Dışişleri Bakanı Mahmud Şah Kureyşi, Butto'nun kocası, "gölge" muhâlefet lideri Asıf Ali Zerdârî ve Devlet  Başkanı Pervez Müşerrref ile görüştü.

Kureyşi ile görüşmesinde Türkiye-Pakistan ilişkilerinin ne kadar olumlu ve yapıcı olduğundan dem vurup Pakistan'daki "şâibeli" seçimleri "şeffaf" olarak tanımladı. Amerika'nın Afganistan'daki Haçlı Savaşı'na cömertçe katkıda bulunan ve bu uğurda sınır bölgelerinde kendi halkına karşı savaş açan Pakistan Devleti'ne bölgede karşılaştığı sorunların (!) çözümünde başarılı olması dileklerinde bulundu. Düzenledikleri ortak basın toplantısında, Pakistan Dışişleri Bakanı da Pakistan ile Türkiye arasında bir "stratejik diyalog" başlatılmasında karar verildiğini söyledi ki bunun ilk meyvesi, Pakistan ile Türk hava kuvvetleri arasında Pencap'ta düzenlenen ortak tatbikatla görüldü.

Cumartesi sabahı Pakistan Diktatörü Müşerref ile görüşmesinin içeriği Türk medyasında pek net ifade edilmedi, ancak Babacan'ın Londra ziyâretindeyken sarf ettiği sözler ile, eş zamanlı olarak Müşerref'in de Pekin'deki Tsinghua Üniversitesi'nde yaptığı konuşma arasındaki benzerliklere kıyâsen başlıca görüşme konusunun Afganistan olduğu anlaşılabilir. Londra'da iken Telegraph Gazetesi'ne demeç veren Babacan, NATO'nun stratejisini eleştirip Taliban ile uzlaşılması gerektiğini vurgulayarak Amerikan yönetiminin askerî hezîmetinin üzerini örtecek diplomatik bir atağın zeminini hazırlıyordu. Nitekim Babacan'ın hemen ardından Pakistan'a giden İngiliz Dışişleri Bakanı David Miliband da direniş grupları ile diyalog kurulması çağrısında bulundu. Ayrıca Babacan, Pakistan ile Afganistan diktatörleri Müşerref ve Karzai'nin Haziran ayında yeniden Türkiye'de bir araya gelecekleri bir zirve görüşmesine karar verildiğini açıkladı. Her ikisi de Amerikan ajanı olduğu halde danışıklı dövüş yaparak Afganistan'daki ve Pakistan'ın sınır bölgelerindeki krizi birbirlerine yıkmaya çalışan Müşerref ile Karzai, daha önce de Nisan 2007'de Ankara'da önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in konuğu olarak bir araya gelmişlerdi.

Demokrasi nutukları atan AKP Hükümeti'nin diktatörler ile bu kadar içli-dışlı olması, demokrasi yalanını ve demokratların ikiyüzlülüğünü ifşa etmektedir. Yine onların Amerika'nın yalnızca Türkiye'deki çıkarları uğrunda değil, aynı zamanda Irak ve Afganistan başta olmak üzere diğer bölgelerdeki çıkarları uğrunda da kendilerini paraladıklarını göstermektedir. Medyaya göre Babacan, son 8 ayda 40 ülkeye gitmiştir. Hem de partileri en sıkıntılı günlerini geçirdiği ve iç krizlerle boğuştuğu şu sıralarda bile! Başta Lâl Mescid katliamı olmak üzere Müslümanların incisi Pakistan'ın Müslüman evlatlarını Amerikan çıkarları uğrunda acımasızca katleden Müşerref ile ona tam destek veren Türkiye'deki efendidaşları, aralarındaki işbirlikleri ve diyaloglar sonucu akacak her damla kanda, dökülecek her damla göz yaşında birbirlerinin suç ortakları olacaklardır. Onların hesabı ise bu dünyada Hilâfet tarafından, tevbe etmemeleri halinde Âhiret'te de El-Meliku El-Muktedir olan Allah [Subhânehu ve Te'alâ] tarafından er yada geç mutlaka görülecektir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Carter Görüşmelerinin Muhtevâsı, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Başladığı ve Ulaştığı Noktayı Hatırlatıyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

 

Jimmy Carter'in bölgeye yönelik son ziyâreti, Amerika'nın siyâsî işlerinden bir iştir. Carter, şu anda yönetici olmamasına rağmen, Filistin'e ve taraflarına yaklaşımında Amerikan eğilimini temsil etmektedir. Bunun delili de, Amerikan yönetiminin, ziyareti engellemeye çalıştığı şeklindeki açıklamalarının bizzat Carter tarafından yalanlanmasıdır. Ziyâretinin öncelikleri arasında Hamas hareketinin liderleri ile görüşmesinin olması ise, ne İslâm'ı ve ehlini sevmesinden, ne de mücâhid hareketlere sempati duymasından dolayıdır. Aksine devletlerarası kriterlere ve kanunlara göre tamamen Hamas'ı siyâsî faaliyetlere katılmaya zorlamaya ve sevk etmeye katkıda bulunmaya çalışmasındandır.

Carter'ın ziyâreti, Hamas liderlerinin tehlikeli açıklamalarda bulunmasına yol açmıştır ki bunlar üzerinde durmak, Filistin halkını ve Müslümanların genelini bunlara karşı uyarmak gerekir. Bu bağlamda aşağıdaki hususları vurguluyoruz:

1.   Jimmy Carter, hain Camp David Anlaşması'nın mimarıdır ve Hamas liderleri ile yaptığı görüşmelerde İslâm'a ve ehline karşı hile noktasından hareket etmektedir.

2.   1967 sınırları içerisinde bir devleti kabullenmek, "İsrail'i" tanımak demektir. Zaten Filistin Kurtuluş Örgütü [FKÖ] de "İsrail'i" tanımaya, açıkça tanımaya yakın böylesi ifâdeler ile başlamış ve ardından mesele, açıkça tanımayı ifade eden bir boyuta varmıştır. Nihayet "İsrail'i" açıkça tanımış ve onunla Oslo ve kardeşlerini imzalamıştır.

3.   Hamas'ın Carter'a yaptığı, -ya halk referandumuna, ya da üzerinde vatanî ittifakın oluştuğu organlara göre seçilmiş yeni Filistin Vatanî Meclisine- sunulması şartı ile Mahmud Abbâs'ın Yahudiler ile varacağı bir anlaşmayı kabul edeceği şeklindeki açıklamasına gelince; bu ifâde, aşağıdaki manaları içermektedir:

a.   Birincisi: Hamas, Mahmud Abbâs'ı görevlendirmekte ve Yahudiler ile müzakerelerde elini serbest bırakmaktadır. Soruyoruz: "Müzakerelerde Abbâs'ın görevlendirmesi ile bunu Yahudiler ile doğrudan yapmak arasında ne fark vardır?"

b.   İkincisi: Referandum, tanıma lehine sonuçlanır veya yeni Vatanî Meclis bunu kabul ederse Hamas, "İsrail'i" tanımayı kabul edecektir.

c.   Üçüncüsü: Filistin, Filistinlilerindir manasını içermektedir ki bu, İslâm'a muhâliftir. Zîra Filistin, Dîn Günü'ne kadar tüm Müslümanlarındır, ne Mahmud Abbâs, ne Hamas, ne Filistinliler, ne de tüm Müslümanlar, onun hiçbir şeyinden taviz verme hakkına sahiptir.

4.   İnsanlığın tamamı reddetsin yahut kabul etsin, İslâm Müslümanlara, İslam toprakları üzerinde Kâfirler için herhangi bir otorite bulunmasına rızâ göstermeleri, sessiz kalmalarını kesinlikle haram kılmıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

İslâm'ın temel sâbitelerinden olan şu ki egemenlik ancak ve sadece Şeriat'a aittir, asla halka ait değildir ve tüm insanlık, Allah'ın hükümlerine muhâlefette ittifak etse, hiçbir kıymeti yoktur. Binâenaleyh insanlar kabul etsinler yada etmesinler, Yahudi varlığını açıkça veya îmâen tanıyan herhangi bir anlaşmayı kabul etmek, her Müslümana ve her harekete haramdır.

5.   Son olarak diyoruz ki Yahudi varlığını doğrudan tanımak ile halkın tanıması üzerinden tanımak arasında hiçbir fark yoktur, nihâyetinde hepsi de tanımadır. Bu ise arasındaki fark, kelime oyunundan başkası değildir. Üstelik Yahudi varlığını, insanların tanıması üzerinden tanımanın ayrı bir günahı da vardır. Bu da Filistin'in Yahudi'ye satılması hakkındaki referanduma katılmaları halinde insanların tanıması münkerine sessiz kalmaktır.

6.   Hamas'a bu tehlikeli çizgiden dönmesini nasihat ediyor, Filistin Otoritesi'nden ve Yahudi varlığı ile yaptığı müzâkerelerden kesinlikle uzak durmaya, Filistin Otoritesi dâhil, Müslümanların başındaki tüm yöneticiler ile ilişkilerini kopardığını îlân etmeye çağırıyoruz. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de görmezsiniz." [Hûd 113]

7.   Filistin meselesinin çözümü, müzakereler ve referandumlar yoluyla değil ancak orduları harekete geçirmek ve kalelerini yerle bir etmekle mümkündür. Madem ki mevcut yöneticilerin orduları harekete geçirmesinden ümit kesilmiştir; o halde Ümmetin onları alaşağı etmesi, orduları harekete geçirecek ve Müslümanların izzetini koruyacak Halîfe'yi nasbetmesi kaçınılmazdır. SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "İmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır, onun ardında savaşılır ve onunla korunulur."

 

Biz tebliğ ettik, Sen şâhid ol, Ey Allahım!

Devamını oku...

Kılavuzu IMF Olanın Başı Krizden Çıkmaz

Ankara'da 3-10 Nisan tarihleri arasında yapılan görüşmeler ve Washington'da 11-14 Nisan tarihleri arasında düzenlenen IMF ve Dünya Bankası'nın bahar toplantıları akabinde, Türkiye'nin IMF ile "stand-by" düzenlemesinin yedinci ve son gözden geçirmesinin tamamlanmasına yönelik politikalar paketi konusunda IMF ile Hükümet yetkilileri arasında mutâbakata varıldı. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, yakın bir tarihte niyet mektubunu göndereceklerini, şu anda "ihtiyâtî stand-by" düzenlemesi seçeneğini değerlendirme sürecinde olduklarını ve Mayıs ayı içerisinde bir karara varacaklarını söyledi. IMF'nin yaptığı açıklamada ise bu gözden geçirmenin tamamlanmasıyla birlikte Türkiye'ye 3,7 milyar doların serbest bırakılacağı belirtildi.

Son elli yıldır IMF ile ilişki halinde bulunan Türkiye, bugüne kadar 19 kez stand-by anlaşması imzaladı. Stand-by anlaşması; IMF'nin bir ülkeye borç vermesi ve bunun karşılığında bu borcu geri ödeyebilmesini sağlamak amacıyla o ülkenin ekonomi, maliye ve bütçe politikalarını belirleyip yapısal reformları ve performansları denetlemesi anlamına gelir. Daha basit bir ifadeyle, kredi karşılığı tahakküm anlaşmasıdır. Bunun normal ve ihtiyâtî olmak üzere farklı türleri olsa da, özünde hepsi birdir ve genelde aynı sonucu verir.

İlk anlaşmanın imzalandığı 1958 yılında bugüne kadar Türkiye'de ve dünyanın hiçbir ülkesinde IMF'nin ekonomik kalkınma gerçekleştirdiği görülmemiştir. Aksine her program sonrası ülkeler, devaülasyon riski ile karşı karşıya kalmış, daha fazla borç istemek zorunda kalmışlardır. Başbakan Erdoğan'ın kendi ifadesiyle, Türkiye'nin IMF'ye borcu 23 milyar dolara kadar çıkmış, 11 Eylül'den beri süregelen küresel likidite bolluğu ve bunun gelişmekte olan ülke piyasalarına yansıması ve yapılan korkunç özelleştirmeler sayesinde yaşanan bahar havası neticesinde 7.2 milyar dolara düşmüştür. Başbakan "23 milyar dolar nire 7 milyar dolar nire?" diyerek bununla övündüğü ve "istersek kalanı da öderiz" diye seçim meydanlarını coşturduğu halde, Türkiye'nin IMF'deki kotasının 1,9 milyar dolar olduğunu, üye ülkelerin en fazla kotalarının üç katına kadar borçlanabildiklerini, Türkiye'nin ise 7 milyar dolarla bile bu sınırı aştığını dile getirememiştir. IMF'nin dünya çapındaki zararlarını ve şerlerini, dünyanın en büyük küresel kapitalist şirketlerinden Merrill Lynch'in eski yöneticilerinden biri olan Bakan Şimşek gayet iyi bilir. Ayrıca en borçlulardan biri Türkiye olmak üzere IMF'ye bağımlı halde kalmış ülkeler listesine bakmak da Hükümet'in aldatıcılığının ve IMF tahakkümüne olan içler acısı bağlılığının açık bir göstergesi olsa gerek: Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Fikren ve Ahlâken İflâs Etmiş Filistin Otoritesi, Ahlakî Yozlaşmadan ve Bozulmadan Korunmak (!) Üzere Hizb-ut Tahrir Şebâbını Tutukluyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Filistin Sultası, Bedya eşrâfından ve adamlarından oluşan bir heyet ile, yozlaştırıcı yabancı ajandalara sahip kadın derneklerinden birinin işlediği bir münkeri reddetmesinin ardından Selfît'teki Bedya bölgesinde Hizb-ut Tahrir

şebâbından dördünü tutuklamaya cüret etti. Hizb'in şebâbının öncülük ettiği Beydâ eşrâfından oluşan heyet, gâyet medenî bir üslup ile 12.04.2008'de Belediye'ye giderek Belediye Başkanı'na bu derneğin faaliyetinin tehlikesini, ilgili şer'î hükümleri ve güzel ahlâkı çiğneyişini beyân eden "Bedyâ Şehri Eşrafı" adına bir mektup takdim ederek kapatılmasını talep ettiler.

Ardından Hizb'in şebâbına, aleyhlerinde dava açıldığı haberi ulaştırıldı. Bunun üzerine şebâb ile birlikte şehrin eşrafından oluşan bir heyet, meselenin kamuoyu ile alakalı bir mesele olduğunu açıklamak üzere polis merkezine gitti. Polis ise onlara cevap vermedi, aksine Hizb'in şebâbından dördü orada tutuklandı ve Polis Merkezi Müdürü, "Meselenin, kendi yetkileri kapsamında olmayıp Vâli'nin yetkisinde olduğunu" ifâde etti. Bunun üzerine heyet, vâlinin ofisine gittiğinde onun yerine, kendilerine kulak vermek yerine heyeti tehdit eden ve aşağılayan yardımcısını buldular ki bu da Filistin Otoritesi'nin kötü sıfatlarından biri olan ahlâksızlığı gösteren ilave bir emâreydi. Vâli yardımcısı kendilerine, bu derneğin Filistin Otoritesi'ne bağlı bir kurum olduğunu ve ona saldırılmaması gerektiği söyledi. Neden ortaya çıktığına göre şaşmamak gerek! Açık çıkıyor ki meğer Selfît vâlisi bu kadın derneğinin fahrî başkanıymış!

Yahudi süngüleri altındaki bu zelîl Otorite, dilediği gibi gezip dolaşan casusları ve ajanları serbest bırakmaktadır. Üstelik bir taraftan Yahudiler ve Amerikalılar lehine kendi halkına karşı casusluk yaparken, diğer taraftan ma'rûfu emredip münkerden nehyedenleri tutuklamaktadır. Oysa onlar, kokuşmayı ve yozlaşmayı Ümmetlerinden uzaklaştıran, Kâfirlerin Müslümanların beldelerindeki şerir faaliyetlerini ifşâ eden ihlaslı mü'minlerdir. Aralarında Hizb-ut Tahrir şebâbının da olduğu Ümmetin evlatlarının yaptığı muhlisâne siyâsî çalışmaya karşı koymak için fikirden, hüccetten ve gerekçeden yoksun bir şekilde iflas eden, edince de siyâsî çalışmayı, ma'rûfu emredip münkerden nehyetmeyi dâvâlık bir mesele haline getiren, sonra da ayıplarını ifşa eden şeffaf bir elbiseye bürünen bu aşağılık Otorite'dir.

Bu aşağılık Otorite, biraz olsun utanmalı, yüzü kızarmalıdır. Hem Allah'ın hadlerinin ikâmesi uğrunda çalışan Filistin'in muhlis evlatları önünde, hem de bulundukları toplumun eşrâfı olan saygın insanlar önünde başını pişmanlıkla bükmelidir. Bilmelidir ki insanların eşrâfı -ve bu cümleden Hizb-ut Tahrir şebâbı- bu beldenin gerçek liderleridirler. Elbette Otorite siyâsî görüşünü açıklayan mâsum bir mü'minin kanına girmeye güç yetirebilir, -Annapolis aleyhindeki gösteri sırasında Şehîd Hişâm el-Beradâî'yi katlettiği gibi- herhangi bir mücâhidi hapsetmeye ve katletmeye de güç yetirebilir -sürekli yaptığı gibi- ve sahip olduğu silahlı çetelerle katliam, yağma ve adam kaçırma cürümlerini de işleyebilir... Ancak insanlar arasındaki husûmetleri gideremez, aksine daha da karıştırır. Zaten öyle bir derdi de olmaz, kan akmasını umursamaz. Aksine husûmetlerin giderilmesinde ve akan kanın durdurulmasında eşrâfın gerçekleştirdiği başarılara sahip çıkarak, eşrâfın sulh ve sükunet çabaları sırasında yalancı şahitlik etmek için hazır bulunur. Yahudi ordusu ile görev paylaşımına girerek getirdiği en büyük musîbet de cabası! Öyle ki artık Nablûs gibi şehirlerde "Nablûs gündüz Otoritenin, gece Yahudinin" deyimi insanların dilindedir.

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لا تَعْلَمُونَ "İmân edenler arasında fuhşu yaymayı sevenler var ya, onlar için hem bu dünyada, hem de Âhiret'te elîm bir azap vardır. Allah bilir, ama sizler bilmezsiniz." [en-Nûr 19]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hâmide Huseyn'e ve Yandaşlarına Meydan Okuyor ve Laik Akîdelerini Savunmaları için Açık Tartışmaya Çağırıyor

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Hanımlar Resmî Sözcüsü Fehmide Hânım Munnî bugün yayınladığı bir açıklamada, Laik feministler Hâmide Huseyn, Âişe Hânım, Şirin Ahtâr, Hazira Sultana ve diğerleri tarafından İslâm'a ve Ulemâya karşı yapılan hakaretâmiz yorumları kınadı. Açıklamasında, İslâm hakkında gericilik ve baskıcılık şeklinde yorumlar yapılmasının önyargılı olduğunu ve fikren iflas alâmeti olduğunu söyledi.

Sözde "kadını kalkındırma politikası" bahanesiyle Batılı Kapitalistlerin bu ajanları, Kur'ân'I insanların hayatlarından silmeyi arzulamaktadırlar. Onların derdi, Müslüman hanımları mini etekler içinde ve bindilerle [Bindi: Hindu kadınların alınlarının ortasına yaptıkları belirgin benek] görmektir. Laikler ve feministler dünyaya bakış açılarını genişletmeli, özgürlük ve egemenlik sloganları ile kadını, eğlencelik mallar haline getiren Kapitalizmin sonuçları üzerinde derin çalışmalar yapmalıdırlar.

Fehmide Hânım, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in; Hâmide Huseyn ve hemdertlerine, kendi seçecekleri bir tarihte, mekanda ve zamanda kokuşmuş Laik akidelerini savunmak üzere açık bir tartışma yapmaya çağırarak meydan okuduğunu söyledi. Tâ ki buna cüretleri yoksa, şerir çenelerini kapatsınlar!"

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - - Demokrasi ve Diktatörlük İkiz Kardeştir - İshâk Dâr'ın Açıklaması, Mevcut Demokratik Hükümetin Eski Hamamın Eski Tası Olduğunu Kanıtlamaktadır

Önceki hükümetin ayak izlerini takip eden Pakistan Maliye Bakanı İshâk Dâr, Dünya Bankası'nın kapısında dilenmek için Washington'a gitti. Dünya Bankası'nın diktaları altında yayınladığı açıklamasında Dâr şöyle dedi: "Önceki hükümetin politikalarını izleyeceğiz." Bu da Dünya Bankası'ndan başkasına ait olmayan rakamlara göre ülkedeki fakirlik oranının %73'e çıkmasına neden olan Kapitalist politikaların aynı titizlikle sürdürüleceği anlamına gelmektedir. Daha iki gün önce medyada geçen haberlere göre iki aile açlıktan intihar ederek ölürken bir başka işçi de açlıktan öldü. Bunlar, Pakistan'ı uluslararası organ pazarına düşüren aynı Kapitalist politikalardır. Yine de Sömürgecilik çıkarlarını önceleyen mevcut demokrat yöneticiler, bu politikalarda herhangi bir değişim yapmaya hiç niyetli değildirler. Demokrasi tam 15 gün içerisinde gerçek yüzünü gösterdi. Demek ki bu demokratik süreç boyunca da, Veziristan'ın kabileleri, ordu mensupları, kolluk kuvvetleri ve sıradan insanlar, Amerika'nın Haçlı Savaşı'nın kurbanları olmaya devam edeceklerdir. Demek ki kayıpların aileleri ve çocukları, istihbarat servislerinden sevdiklerini bulmalarını istemeye devam edeceklerdir. Demek ki un almaya giden insanların yolu hiç değişmeyecektir. Edepsizlik ve çıplaklık, "aydın ılımlılık" kılıfı altında hüküm sürmeye devam edecektir. Keşmir politikası aynı kalacak... Afganistan politikası aynı kalacak... Sömürgeciye teslimiyet aynı kalacak... Demek ki hiçbir köklü değişim yaşanmayacak! Hikmet ve aydın fikir sahiplerine sesleniyoruz; gerçekte Demokrasi ve Diktatörlük, Sömürgeci sistemi korumanın iki farklı üslubudur. İslâmî Hilâfet 13 asrı aşkın bir müddet boyunca Ümmet'e izzet ve kuvvet kazandırmış iken, diktatörlükler ve demokrasiler bizi hep alçaltmış, hep zayıf düşürmüştür. Demokrasi Batı'nın Laiklik [Dinsizlik] felsefesine dayalıdır ve İslâm'a veya herhangi bir dîne yalnızca ibâdetler ve bazı şahsî alanlarda izin verir. Oysa Hilâfet, yeryüzünde şer'î hükümler tatbikini esas alır ki Şeriat, ekonomiden yönetime, toplumsal hayattan yargıya, dış politikadan eğitime kadar hayatın tüm işlerini düzenleyen nizamlar içerir. O halde, Ey Müslümanlar, daha neyi bekliyorsunuz?

Devamını oku...

Hükümet'in Hindistan'a Teslimiyeti, İslâm'a ve İnsanlara Hıyânettir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş bugün, "11 Ocak Sonrası Senaryo ve Bölgesel Jeopolitik - Bangladeş'i Sömürgeci Müdâhaleden Korumanın Yolu" başlıklı bir yuvarlak masa tartışması düzenledi. Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed açış konuşmasını yaparken tartışmayı Resmî Sözcü Yardımcısı Kâdî Murşid-ul Hakki yönetti. Tartışmaya dâvet edilen konuklardan bazıları şunlardı: Bangladeş Sınır Güvenlik Kuvvetleri eski Komutanı Emekli Tümgeneral Fazl-ur Rahmân; Enerji eski Bakanı Mahmud-ur Rahmân; Günlük Inkılâb Gazetesi Kıdemli Editörü Mubeyd-ur Rahmân; Günlük Amar Deş Gazetesi eski Editörü Emânullah Kebir; Bangladeş Milliyetçi Partisi eski Milletvekili, Emekli Tümgeneral Ahtâr-uz Zemân; Müslüman Birliği Genel Sekreteri Atîkullah Hân; Hilâfet Hareketi Genel Sekreteri Mevlânâ Ca'ferullah Hân; İslâmî Anayasa Hareketi Eş Sekreteri Mevlânâ Himâyet-ud Dîn ve meşhur köşe yazarı AbdulĞafûr.

Muhyiddîn Ahmed konuşmasında, Hindistan'ın daima Bangladeş'i baskı altına almayı amaçlayan bir politika güttüğünü söyledi. Sözde 11 Ocak Hükümeti'nin kurulmasından sonra Hindistan, Çittagong limanının kullanımına, geçiş haklarına ve doğalgaz boru hattına ilişkin taleplerini kabul ettirebilmek için Bangladeş'e açıkça baskı yaptı. Fahruddîn Ahmed Hükümeti de Hindistan ile ilişkileri hızla geliştirdi. Bu amaçla Genelkurmay Başkanı Muîn U. Ahmed Hindistan'ı ziyâret etti. Ardından Emekli Yahudi Korgeneral JFR Jacob liderliğindeki Hindu generalleri Bangladeş'i ziyâret etti ve kendileri oldukça sıcak bir şekilde karşılandı. Hükümet, Hindistan'a havadan geçiş hakkı da verdi ve Hindistan donanmasına ait gemileri sözde bir iyi niyet göstergesi olarak Çittagong Limanı'na dâvet etti. Şimdi de ortak askerî tatbikatlar düzenlemeye yönelik anlaşmalar imzalamaktan bahsetmektedirler. Hükümet, Haçlı Amerika'nın emri üzerine Hindistan ile "ilişkileri normalleştirme"ye doğru ilerlemektedir. Aynen hâin Pervez Müşerref'in Keşmir'i teslim etmesi ve hâin Arap yöneticilerin Filistin'i gayri meşru "İsrail" varlığına teslim etmeleri gibi! Muhakkak ki bu, İslâm ve insanlara apaçık bir hıyânettir. Muhyiddîn Ahmed, yalnızca Hilâfet Devleti'nin Ümmet'i birleştirebileceğini ve sömürgeci müdâhalelere karşı koyabileceğini söyledi ve ülkeyi sömürgeci hâkimiyetinden kurtarmak için gerekli askerî adımları sıralayıp konuşmasına son verdi:

  • Güçlü bir dış politika izlemek ve "herkesle dostluk - hiç kimseyle düşmanlık" aptalca politikasından vazgeçmek,
  • Askerî personeli artırmak ve onları gelişmiş silahlarla donatmak,
  • Bölgesel güç dengesi oluşturmak üzere gelişmiş askerî teknoloji düzeyini en üst seviyeye yükseltmek,
  • Ağır sanayi programını başlatmak,
  • İnsanlara, sömürgeciliğin tehlikelerine karşı uyanıklık kazandırmak ve zorunlu askerlik hizmetini yeniden başlatmak.
Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Güney Hükümeti, Devlet Gibiymişçesine Davranıyor!

Hükümet, 16 Nisan Çarşamba günü yapılması kararlaştırılan Sudan'daki nüfus sayımı için seken kusur milyon dolar ödenek ayırdı ve sayım işleminin başlamasına sadece iki gün kala Güney Hükümeti, Güney'deki sayım işlemenin belirsiz bir tarihe kadar durdurulmasına ilişkin bir karar yayınladı. Dolayısıyla Hartum'daki işler karıştı, Meclis toplandı, Devlet Başkanlığı Bürosu ile Vatanî Kongre'nin olağanüstü toplanması kararı alındı, Devlet Başkanı Yardımcısı Ali Osman, dün akşam bir basın toplantısı düzenledi ve mateme bürünenler, Güney Hükümeti'nin kararı karşısında Hükümet'in sayımı ileri bir tarihe erteleyerek taviz vermesinden ötürü Nifâşâ için ve isyancı hareket ile Vatanî Kongre arasındaki ortaklığın geleceği için feryat-figan etmeye başladılar.

Güney Sudan Hükümeti'nin bu kararı, Güney'in, üzerinde merkezî hükümetin hiçbir otoritesinin kalmadığı bağımsız bir devlet haline geldiği ve artık bu devleti resmen ilân etmeyi bekledikleri şeklindeki görüşümüzü teyit etmektedir. Gerek merkezî birlik, gerekse birlik hakkında sarf edilen her şey, sırf gözlere kum taneleri serpmek ve tüm Sudan'ın yaşadığı acı vakıayı ortaya çıkaran meşum Nifâşâ'nın ardından tek Sudan hayâline kapılanları uyuşturmaktır. Darfûr'daki öğütücü savaştan tutun, Güney Kurdufan ve Sudan'ın diğer bölgelerindeki kutuplaşma hareketiyle durmak dinmek bilmeyen kabilevî savaşlara ve Ebiyi'de olanlara kadar  yaşanan her şey bunun en net tanığı ve kanıtıdır. Hak ve hayır üzere, yani İslâm üzere binâ edilmeyip bâtıl üzerine binâ edilen ve gün yüzüne çıkan bu acı semereyi verinceye kadar Kâfirin gözetip durduğu böylesi bir anlaşmadan hangi hayır beklenebilirdi ki zaten? Oysa el-Mevlâ [Azze ve Celle] şöyle buyurmaktadır:  أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ 109 لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ  "Binâsını Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binâsını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez. Nitekim onların yaptıkları binâ, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah, ‘Alîm'dir, Hakîm'dir." [et-Tevbe 109-110]

İş işten geçemeden gaflet uykusundan uyanınız, yöneticilerinize engel olunuz, tam bir çekiş ile onları hakka çekip tam bir yönelim ile onları İslâm'ın hâkim kılınmasına yöneltiniz, Ey İnsanlar! Hem sizin, hem onların, hem de beldelerimizin, vandalistlerin ve Kâfirlerin tamahından kurtuluşu bundadır, Ey İnsanlar! Yine Nifâşâ'yı ve eklerini ilgâ etmek için çalışınız ve dil, din, ırk, renk ayrımı gözetmeksizin insanlar arasında adaletle hükmedecek, tüm hak sahiplerine haklarını verecek ve işleri dosdoğru kıstaslarla ölçecek Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'e iktidârı teslim ediniz, Ey İnsanlar!

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER