Perşembe, 26 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Katliam Haftaları: Yöneticilerin Zavallılıkta Birbirleriyle Rekabet Ettiği Bir Sezondur

Lübnan Hükümeti, idarî, malî ve hukukî dosyaları erteleyip geçen Perşembe günü toplanarak özellikle Gazze olaylarına ve Doha toplantısına ilişkin olarak oturumuna siyasî bir boyut kazandırdı.

Enformasyon Bakanı, bir açıklama yaparak kurban edilen Gazze'de yaşanan katliamlara yönelik Hükümet'in eğilimini aktardı. Zîra formalite ve yapmacık sempatinin ardından Hükümet, devletin, ordusunun, direnişçilerinin ve halkının, yüzüstü bırakılan Gazze halkına yönelik her türlü fiili yardım girişimine karşı olan tutumunu yineledi. Tabiatıyla Hükümet'in bu tutumu, gizli anlaşma yapmak, komplo kurmak ve en azından acziyet göstermek gibi farklı tutumlar sergileyen özellikle komşu devletler olmak üzere Arap nizamları da dâhil İslâmî âlemin geri kalanındaki diğer nizamların tutumlarından farklı değildir.

Ardından aldatma ve saptırma silsilesine bir yenisini eklemek üzere bir grup Arap yöneticisinin Doha'daki toplantısı yapıldı. Zîra gizli anlaşma yapan birer zavallı ve biçare görüntüsü sergiledikleri halde kendilerini Gazze halkına sempati duyar ve besler bir şekilde yansıttılar. Zîra akranları olan yöneticilerle rekabet bağlamında Gazze katliamının istismar edilmesinde yoğun uğraş vererek bölge halklarını aldatmayı umut ettiler. Ancak heyhat ki heyhat! Zîra Ümmet'in, bu yöneticilerin hıyanetlerine karşı bilinci artık böylesi tiyatroların kendilerini aldatmasından daha çok gelişmiştir. Çünkü onlar, Doha'da toplananların tutumlarının, bu nizamlar arasındaki ucuz anlaşmazlık, Batıdaki efendilerine hizmette rekabet ve Gazze halkına yardımın akıllarına gelecek son şey olması eksenine odaklandığına bizzat kendi gözleriyle şahit oldular. Nitekim Lübnan Devlet Başkanı'nın tutumu bunun en çarpıcı örneğidir. Zîra Arap girişiminin "geri çekilmesi" önerisini reddetmesini, Gazze trajedisi ile hiçbir ilişkisi olmayan garip bir esasa dayandırdı ki o, bu girişimin Beyrut zirvesinden yola çıkmış olmasıdır. Sanki girişimin oradan yola çıkmış olması devlet için bir imtiyazmışçasına!

Binaenaleyh sürekli vurguladığımız aşağıdaki noktaları tekrar vurgulamak isteriz:

67 yılında işgal edilen topraklardan çekilmesi karşılığında Yahudi varlığını tanımaya ve ilişkiler kurmaya yönelik Arap Zirvesi Girişimi'nin, hiçbir meşruiyeti yoktur ve herhangi bir siyasî tutuma esas olarak itimat edilmesi caiz değildir. Zîra konumu ne olursa olsun hiçbir beşerin, gaspçı Yahudilere Filistin topraklarının bir karışı üzerinde egemenlik verme hakkı yoktur. Çünkü Filistin arzı, Râşidi Halîfe Ömer İbn-ul Hattap döneminden beri haraç arazi olan İslâmî bir arzdır ve Dâr-ul İslâm'ın bir parçasıdır. Defaatle söyledik, yine tekrarlıyoruz: Bazı nizamların Yahudi varlığını tanımaya yönelik bu ve önceki girişimleri, Allah'a, Rasul'üne ve mü'minlere hıyanettir. Sırf Beyrut'tan alınmasından dolayı Lübnan devletinin Arap girişimini dondurmayı sürdürmesi doğrusu bir garabettir! Zîra siyasî tutumlar, böylesi kıytırık ve kof esaslara dayandırılır mı?! Yapılması gereken bu hıyanet girişimini dondurmak olmayıp bilakis tamamıyla yok etmek ve ihanet müzakereleri döngüsüne nihai şekilde son vermektir. Oysa aklı başında bir kimse, Yahudi varlığının, kökü kurutulmadan-kazınmadan ve Allah'ın emrine icabet edip yok edilmeden bedenin sıhhat bulmayacağı tuhaf kanserli bir varlık olduğunu fark eder.

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Gazze'deki halkımızın binlercesini katletsin ve binlercesini yaralasın diye onu Yahudi halkı ile baş başa bırakan bu aşağılık zavallılık, tüm kurumlarıyla Lübnan otoritesi de dahil İslâmî âlemdeki mevcut nizamların alınlarında bir utanç lekesidir. Zîra Gazze'de yaşananlara, sanki başka bir âlemde yaşanıyormuş ve başka bir ümmetmiş gibi baktılar. Oysa Gazze halkı, bu Ümmet'in bağrından bir parçadır ve Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Mü'minler ancak  kardeştir." [el-Hucûrât 10]

Dolayısıyla yardımın, Sömürgecinin beldemize yerleştirdiği vatancılık yapısı ölçüsüne binaen olması caiz değildir. Zîra bugün Gazze'nin bombalanması ile 2006 yılında Lübnan'ın bombalanması arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü onların arasını ayıran sınır, Sömürgecinin türettiği sınırlardır ve dostluğun bu esasa göre taksim edilmesi caiz değildir.

Lübnan'ın Yahudi varlığına karşı tek başına askerî cepheleşme sorumluluğunu üstlenmekten aciz olduğunu söyleyip durması, Filistin'deki kardeşlerine karşı Lübnan halkını, özellikle de direnme gücü olanları sorumluluktan kurtarmayacaktır. Zîra gaspçı varlığa karşı cephe açılması için bölgenin istisnasız diğer nizamları seslerini bir yükseltmiş ve bir kıyama kalkmış olsalar kesinlikle Lübnan, bu hayatî tarihsel cepheleşmenin bir parçası olacaktır! Nitekim Temmuz 2006 savaşı, Filistin'e mücavir devletlerin en zayıfının bile, yeterli irade olduğu zaman Yahudi varlığını sarsmaya muktedir olduğunu göstermiştir.

Askerî yardım da dahil meşruu olan her türlü araçla Filistin halkına yardım edilmesi, bir şeref ve baş tacı olup Yahudi varlığının ajanları olan bazı marjinal seslerin ifade ettiği gibi değildir. Çünkü Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ Eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur. [el-Enfâl 72]

Yine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

إن سلم الـمؤمِنين واحدة، لا يسالم مؤمن دون مؤمن في قتال في سبيل الله، إلا على سواء وعدل بينهم "Mü'minlerin barışı birdir. Aralarında eşit ve adil şekilde olmadıkça bir mü'min, (diğer) mü'min olmaksızın Allah yolunda savaş hususunda barış yapamaz."

Ve şöyle buyurmuştur:

الـمسلمون تتكافأ دماؤهم، ويسعى بذمتهم أدناهم، ويجير عليهم أقصاهم، وهم يد على من سواهم " "Müslümanların kanları birbirlerine eşittir. Müslümanların (sayıca) en azı (bile) onların zimmetleri uğrunda koşar. Müslümanların en uzak olanı (dahi) onlar adına eman verebilir. Müslümanlar, kendilerinin dışındaki kimselere karşı bir el (hükmünde)dirler. Onların kuvvetli olanı zayıf olana gönderir."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Daily Telegraph Gazetesi'ne ve Martin Bosma'nın İftiralarına Reddiye

Bugün, Furkan Öğrenci Derneği'nin hazırladığı konferansta, Gazze olayları ile Yahudi varlığının çocuklar ve kadınlara karşı işlediği cürüm hakkında bir konuşma yapılması bekleniyordu. Ancak bazı kesimler, bu durumdan rahatsız oldular ve var güçleriyle konferansı engellemeye çalıştılar. Nitekim onlar, hem konferansı, hem de konuşma yapmamı engellediler. Ancak onlar, hak sesini susturmada başarısız oldular. Zîra mesajım yerine ulaştı ve insanlar, Hilâfet kelimesinin hem çocuk ve kadın katillerini, hem de onları müdafaa edenleri korkuttuğunun farkına vardılar.

Her zaman kendi yöntemince Hizb-ut Tahrir'in Yahudi varlığına ilişkin faaliyetlerine odaklanmak için yarışan ve her zaman yalan üretip hakikatleri çarpıtan "Telegraph" Gazetesi, 15.01.2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir'in Gazze olayları hakkında bir konuşma yapılması için davet ettiğini ve konuşmacının, çatışmayı sona erdirmenin yegane çözümü olarak Hilâfet Devleti'nin kurulması çözümü önerisini sunmaya kararlı olduğunu yazdı. Ardından gazete, birincisi hanımlar ile erkeklerin arasının ayrılacağı ve ikincisi benim terörist Hizb-ut Tahrir'e üye olduğum olmak üzere iki hususa odaklanarak zehrini akıtmaya başladı.

Hizb-ut Tahrir, terörist bir partidir sözüne gelince; bu söz, yalan dolanın ta kendisidir. Zîra Hizb-ut Tahrir, maddî eylemleri benimsemeyen siyasî bir partidir. Bu nedenle Telegraph Gazetesi'nden bunu kanıtlamasını ve batıl iddiasına kanıt getirmesini istiyoruz. Ayrıca sorarız: Bir kesimin terörist olduğuna karar vermede gazetenin ölçü aldığı kriter nedir? Örneğin masum sivilleri, çocukları ve kadınları katleden Yahudi devleti, ona göre terörist bir devlet midir, yoksa değil midir?

Salonda kadınlar ile erkeklerin ayrılmasına gelince; gazete, buna ayrımcılık ve ırk ayrımcılığı olarak itibar eden "Özgürlük Partisi'nin" Resmî Sözcüsü "Martin Busma'nın" açıklamasında yer verdi. Yine bazı gazeteler, "Busma'nın" meclis üyelerine bu olayı sorduğunu belirttiler. Bu açıklamaya ilişkin reddiyemiz ise aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: "Bildiğiniz üzere Hollandaca bir kelime olup İslâmî kültürde bulunmayan" Aparthayd, beyazın siyaha üstünlüğü gibi ırk üstünlüğüne ve mükemmelliğine dayanan bir ayrımcılık demektir. Bizde ise böyle bir mana yoktur. Dolayısıyla erkeğin kadına üstün olduğunu söyleyemeyiz.

İkincisi: Kadınlar ile erkeklerin arasını ayırmak, sadece Müslümanlarda olan şer'î bir hüküm olmayıp aynı zamanda Yahudi diyanetinde de vardır. Bu durumu kendisine açıklaması için Martin Busma, Yahudi bir haham olan arkadaşı "Wilders'e" sorabilir. Kadınlar ile erkeklerin arasının nasıl ayrıldığını veya birçok kez ziyaret ettiği "Tel Aviv'deki" genel "otobüslerde" kadınlar ile erkeklerin nasıl ayrıldığını kendisine açıklaması için yine Wilders'e sorabilir.

Üçüncüsü: Biliyoruz ki medya yaygarasının gerçek sebebi, kadınlar ile erkeklerin arasının ayrılması değildir. Zîra bu, Hollanda'nın birçok yerinde, Müslümanlar ile gayr-i Müslimlerde var olan bir şeydir ve bir makamı, kadınların aktivitelerini denetlemekle yükümlü veya sandalyelerde bir arada oturmayı zorunlu kılan bir kanun yoktur. Çünkü bu, devletle ilgisi olmayan özel nizamî bir düzenlemedir. Gerçek sebebe gelince; konferansın mevzusu olan mesajdan kaynaklanan korkudur ki o: Siyonist varlığın cürümlerine son vermenin çözümü Hilâfet Devleti'dir. Artık bu mesajın binlerce Müslümana ulaştığını addediyoruz ki bu nedenle düzenlenmemiş olsa da konferansımızın başarıya ulaştığını ilan edebiliriz.

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Filistin'in Kurtarılması için Ümmet'in Ordularının, Ajan Yöneticilerini Alaşağı Etmesi ve Hilâfeti Kurması Gerekir

 

Hizb-ut Tahir / Bangladeş, Basın Kulübünde "Filistin'e Saldırı, Müslümanların Yöneticilerinin Bir Hıyaneti ve Gizli İttifakıdır; Kurtuluş Yolu" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansta Hizb'in üyesi Mustafâ Menhâz ile Hizb'in Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed birer konuşma yaptı.

Mustafâ Menhâz, konuşmasında Yahudi devletinin kurulması için 1948 yılında Filistin'e komplo kuran Müslümanların yöneticilerinin, Filistin'e yönelik hıyanet sürecine değindi. İşte o zamandan bu yana onlar, sözde barış anlaşmaları yoluyla mübarek arza çöreklenmelerini sağlamak üzere halklarını Yahudi devletinin gücünün efsanesine ikna etmek için ve Yahudi varlığına karşı her türlü direnişi bitirmek için aldatıcı bir mücadelenin içerisine girdiler.

Resmî Sözcü Muhyiddîn Ahmed'in konuşmasında ise; Yahudi varlığı üç hafta boyunca Gazze-ti Hâşim'deki erkeklerin, kadınların ve çocukların katledilmesine yoğunlaşırken, ajan yöneticilerin Yahudi varlığının cürümleri karşısında sessizliğe büründükleri ve buna göz yumdukları belirtilmiştir.

Ayrıca Yahudi devletinin işlediği cürümün iğrençliğinin, Yahudi varlığına haddini bildirmek ve Filistin'i onlardan kurtarmak için Ümmet'in ordularının birleşmesinin hızlandırılmasının gerekliliğini ortaya koyduğunu teyit etti. Bunun ise İslâmî Ümmet'in zırhı ve kalesi olup onları birleştirerek muazzam ordusunu Yahudi devletine doğru harekete geçirerek dünyayı ona dar edecek Hilâfet Devleti kurulmadıkça imkânsız olduğunu belirtti.

 

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - TSK, BM Şemsiyesi Altında "Barış" Görevine Değil, Hilafet Sancağı Altında Yahudi Varlığını "Yok Etme" Görevine Koşmalıdır!

Bilindiği üzere gasıp Yahudi varlığının Gazze'deki Müslümanlara yönelik 27 Aralık 2008 Cumartesi günüden bu yana 975 kişinin şehit olduğu ve 4500'den fazla kişinin yaralandığı vahşi saldırıları, İslami Ümmetin tümünde infiali doruğa taşımıştır. Ancak bu samimi infiali, Ümmetin başına çöreklenmiş hain liderler timsah gözyaşları dökerek, sömürgeci kafirlerin özellikle de ABD'nin maslahatlarına hizmet eden sahte çözümlere yönlendirmiştir.

Bu minvalde bölgeye "barış gücü" adı altında Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir görev gücünün gönderilmesi gündemde tartıştırılmaya başlanmıştır. Söz konusu güç, Müslümanları Yahudi saldırılarından korumak şöyle dursun, bilakis Yahudi Varlığı'nın güvenliğini sağlamak için bölgeye yerleştirilecektir. Nitekim sömürgeci kafir ABD'nin yeni seçilen başkanı Obama, seçim kampanyaları boyunca Yahudi varlığının güvence altına alınmasının esasi işi olacağını belirtmişti. Ancak ne var ki kafir ABD, bu meşum planını gönüllü hizmetkarı AKP çetesi eliyle, Müslüman askerlerimizi kullanarak gerçekleştirmek istemektedir.

Kafir ABD'nin isteği doğrultusunda gasıp Yahudi varlığının güvenliğini sağlayacak böylesi habis bir planın Müslüman askerler vasıtasıyla gerçekleştirilmesi şer'an haramdır. Zira Allah Subhanehu ve Teala'nın şu sözü, bir yandan Filistin'deki Müslümanlara yardım ediyormuş gibi görünüp de diğer yandan kafir batının planlarını uygulayan bu hain yöneticilere intibak etmektedir: الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ فَإِن كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِّنَ اللّهِ قَالُواْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ وَإِن كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ قَالُواْ أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُم مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً، إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ  Onlar ki sizi gözetleyip bekliyorlar; eğer Allah'tan size bir fetih nasip olursa "Beraber değil miydik?" diyecekler ve eğer kafirlere bir nasip düşerse, "Biz sizden üstün gelmedik mi? Sizi müminlerden kurtarmadık mı?" diyecekler. Artık kıyamet günü Allah aranızda hükmünü verir ve elbette kafirler için müminler aleyhine bir yol verecek değil. Doğrusu münafıklar Allah'a hile yapmaya çalışırlar, Allah da hilelerini başlarına geçirir. [en-Nisa 141, 142]

Ey Müslüman Türkiye Halkı!

Kafir efendilerine hizmette sınır tanımayan başınızdaki yöneticilerin kalleşçe tezgahladıkları tuzakların artık farkına varın. Bu hain liderler üzerinde öyle bir baskı kurun ki, Müslüman evlatlarınızdan oluşan ordumuzu kafirin emrine ve hizmetine amade kılma planlarından vazgeçsinler. Bununla birlikte Hilafet Sancağı altında Yahudi varlığına son vermek üzere orduları harekete geçirecek İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için aranızda gece gündüz azimle çalışan Hizb-ut Tahrir'e tüm gücünüzle destek verin.

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudi Varlığının Gazze Şeridi'ndeki Katliamını Kınayan Protesto Yürüyüşü

Hizb-ut Tahrir / Danimarka, 09.01.2009 Cuma günü, Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ndeki katliamını kınayan bir protesto yürüyüşü düzenledi ve yaklaşık iki bin beş yüz (2.500) kişi katıldı. Alnerebr durağından başlayıp Alsanki Has Meydanı'nda son bulan yürüyüşte bir dizi konuşmalar yapılarak aşağıdaki hususlara vurgu yapılmıştır:

1. Gaspçı Yahudi varlığı, Filistin halkına karşı yapılan sürgün ve soykırım operasyonlarının ardından Filistin arzı üzerinde sözde "İsrail" varlığını dikti. İşte o günden bu yana bu varlık, Müslümanları mübarek Filistin arzı üzerindeki varlığını tanımaya zorlamak amacıyla bölgede envai türde iğrenç katliamlar işlemektedir.

2. Sömürgeci Batı devletleri, altmış küsur yıl önce bu varlığı ortaya çıkardıklarından beri, bölgedeki halklara yönelik gerçekleştirdiği saldırılarına rağmen iktisadî, askerî ve manevî olmak üzere ona her türlü desteği tedarik etmeyi sürdürmektedirler. Batılı Hükümetler, sürekli olarak bu gaspçı varlığın gerçekleştirdiği saldırılara meşruiyet kazandırmak için, bunların nefsi müdafaa olduğunu gerekçe göstermeye çalışırlarken, bu gaspçı varlığa yönelik Müslümanların direnişlerini ise bir terör olarak yansıtmaktadırlar! Böylelikle Batılı Hükümetler, Batı ve çıkarları için hayatî öneme haiz bu bölgedeki askerî kolu mesabesinde olan bu varlığa yönelik desteklerini meşrulaştırmak için katil ile kurbanı aynı kefeye koymaya, hatta kurbanı terörist yapmaya çalışmaktadırlar.

3. Gazze'de işlenen katliamlar, bu mücrim varlığın tabiatına yönelik en son kanıttan öte bir şey değildir ve  Batılı Hükümetlerin de ne kadar ikiyüzlü olduğunu ve masumların kanlarını umursamadıklarını ifşâ etmektedir. Aynı zamanda Batılı Hükümetlerin terennüm ettikleri demokrasilerin ve insan haklarının yalan olduğuna da bir kanıttır.

4. Batılı Hükümetlerin, İslâmî âlemdeki bozuk nizamlar yoluyla dayattığı "çözümler" ise, Müslümanların başına beladan başka bir şey getirmeyecektir! Yine Yahudi varlığı ile barış süreci denilen şey ile İslâmî âleme demokrasi dayatma girişimleri, Müslümanların hakları ve kanları pahasına Batının ve Yahudi varlığının çıkarları lehine olan çözümlerden öte bir şey değildir. Bu nedenle Batılı girişimler, tamamen reddedilmelidir ve Müslümanlar nezdinde bunların hiçbir meşruiyeti yoktur.

5. Batı ülkelerindeki parlamentoların önünde oturma eylemleri düzenleyerek gerek Güvenli Konseyi, gerek diğer devletlerarası kuruluşlar yoluyla onların Hükümetlerinden Gazze'deki katliamları kınamalarını ve durdurmalarını talep etmek, sorunun sebebi ile çözümü arasını ayırt edemeyen yüzeysel girişimlerden veya Müslümanları, düşmanların eline teslim eden hıyanet girişimlerinden öte bir şey değildir. Zîra bu, Filistin'deki, Irak'taki ve tüm İslâm âlemindeki Müslümanlar, bunların sıkıntısını çektiği sürece siyasî bir intihardır ki böylece Müslümanların meseleleri, kendilerine alenî düşmanlık besleyen Küfür devletlerinin eline geçmiştir.

6. Batılı Hükümetler, ajan nizâmlar ile Yahudi Devleti arasında barış anlaşmaları imzalamak yoluyla Yahudi varlığını İslâmî âlemin bir parçası yapmanın yoğun uğraşı içerisine girdiler. Ancak Yahudilerin Gazze'deki katliamlarına yönelik İslâmî halkların tepkisi, bu Hükümetlerin çabalarının heba olup gittiğine ve İslâmî âlemdeki bozuk nizâmların, halklarını temsil etmediğine bir delildir.

7. Suudi Arabistan ve İran gibi İslâmî kılıflı nizâmlar dâhil olmak üzere laik nizâmlar İslâmî âlemde var olduğu sürece, Müslümanların kanları ile mukaddesatları çiğnenmeye maruz kalmaya devam edecektir. Zîra bu nizâmlar, Müslümanların ordularının "dışarı çıkmamasını" dayatmaktalar ve onları kendilerine süs eşyası edinmektedirler! Böylelikle Yahudi uçakları, her hangi bir saldırıya maruz kalmaktan emîn bir şekilde semada fır dönerek insanları ve ağaçları bombalamaktalar! Bu nizâmlar bununla da yetinmeyip Gazze Şeridi'ne yönelik boğucu bir ambargo dayatılmasında Yahudi varlığına yardım etmişlerdir. Dolayısıyla bu nizâmlar olmamış olsaydı, Yahudi varlığı bir gün dahi baki kalmaz ve hiçbir kimse hiçbir zaman Müslümanların hurumatlarını çiğnemeye cesaret edemezdi.

8. Müslümanlar şunu iyi bilmelidir ki mal teberrusunda bulunmak, dua etmek... gibi mübarek hayırlı ameller ile sempati bildirileri, ister Gazze'de olsun, isterse Müslümanların beldelerinde olsun işlenen katliamları engellemez. Bilakis bu saldırılara, orduların harekete geçirilmesi ve cihat ilan edilmesi ile karşılık verilmelidir. Madem ki İslâmî âlemdeki yöneticiler, bunu yapmayı reddediyorlar, o halde Müslümanların bu yöneticileri alaşağı etmeleri ve tüm Müslümanlar ile mustazaflara yardım etmek amacıyla lisanından önce kılıcını konuşturan muhlis bir Halîfe'yi nasbetmeleri gerekir.

 

Şâdî Ferîca

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Danimarka

E-mail: chadi@Hizb-ut Tahrir.dk

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hükümetin, Medya Organları Yoluyla Utanmaksızın Gönderdiği Hizb'in Şebâbından Birini Öldürmeye Yönelik Ödlek Tehditler, Hizb-ut Tahrir ve Şebâbını Korkutamayacak ve Yıldıramayacaktır

Birkaç gün önce Hükümet, Hizb-ut Tahrir şebâbından biri olan Sa'd Cağranafi'yi öldürmeye dair bir dizi tehdit mesajı gönderdi. Zîra bir televizyon kanalı, Hükümet'in Sa'd Cağranafi'yi ölü yada diri yakalamak istediğini içeren bir raporunu yayınladı.

Sırf fikirlerinden ve siyasî kimliklerinden ötürü fikir sahiplerinin ve siyasilerinin yakalanarak hapishanelere atıldığı demokrasinin kokuşmuş gerçek yüzü işte budur.

Tüm dünya tarafından bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir, siyasî bir parti olup cürüm eylemleri ve silahlı faaliyetlerle bir ilişkisi yoktur. Yine bilindiği üzere Hizb'in üyeleri, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan ve devletlerin yıldırmaları yüzünden azimleri kırılmayan birer siyasî liderdir. İşte Celâl Huseyin, hak sözü söylemekten imtina etmeyi reddetmesinden dolayı birkaç aydır hapishanede tutulan Hizb'in üyelerinden birisidir.

Sa'd Cağranafi ise, Lahor şehrindeki köklü aileden olan bir şâbtır ve Hizb-ut Tahrir'de aktif bir üyedir. Daha öncesinde Amerikan kuvvetlerinin Irak'ı işgal etmesini protesto etmek amacıyla Hizb'in 2004 yılında düzenlediği yürüyüşe katılımının akabinde tutuklanarak altı küsur ay hapishanede tutulmuş ve hapishaneden çıkar çıkmaz daha güçlü ve daha dayanıklı bir şekilde davetin taşınmasındaki faaliyetine geri dönmüştür.

Hükümet şunu iyi bilmelidir ki ödlek tehditleriyle, Hizb'in ve şebâbının daveti taşımaya yönelik azmini ve kararlılığını kıramayacaktır. Hükümet'e; böylesi ödlek mesajlar göndermek yerine Hizb'in sahip olduğundan daha hayırlı bir fikri ve siyasî vizyonu varsa ortaya koyması için ona meydan okuduğumuzu ifade etmek isteriz! Aksi takdirde hem insanlar, hem de onun için hayırlı olan, yönetim koltuklarını terk etmesi ve yönetim dizginlerini İslâmî Ümmet'in muhlis siyasîlerine teslim etmesi gereklidir.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Mısır Konsolosluğu Önündeki Protesto Gösterisi Hakkında Basın Açıklaması

Avusturya'nın Viyana şehrinin 19. Mahallesi'ndeki Mısır konsolosluğu önünde, 11.09.2009 Pazar günü öğlen saat 13:00'da, Gazze'ye yönelik Siyonist saldırı karşısında Mısır yönetiminin takındığı aşağılık tutumu protesto etmek amacıyla "Doğru Yönde Protesto" başlıklı bir protesto gösterisi yapıldı.

İki saat çetin soğuğa direnerek yaklaşık iki yüz elli kişinin (250) katıldığı protesto konuşmasında Arapça, Almanca ve Türkçe olmak üzere üç konuşma yapıldı ve Gazze'deki durumlar hakkında katılımcılara Arapça ve Almanca bir konuşma yapan Gazze sakinlerinden biri ile telefon bağlantısı kuruldu.

Konuşmacılar, şu ana kadar Viyana'da yapılan tüm gösterilerin, başta Mısır yönetimi olmak üzere bu katliamların temel müsebbibi olan Arap ve İslâmî âlemdeki nizâmların konsolosluklarına yönelmek yerine, şehrin meydanlarında yapılmış olması durumunu eleştirdiler. Zîra bu yönetim, Siyonist katliamları karşısında vurdumduymaz bir tavır takınmakla kalmamış, dahası Refah Sınır Kapısı'nın kapatılması ve Gazze Şeridi'nin sıkboğaz edilmesinde Siyonist düşman ile doğrudan gizli anlaşma yapmıştır.

Kezâ konuşmacılar, çözümün sadece gıda ve ilaç sokulması için Refah Sınır Kapısı'nın açılmasının olmadığını, bilakis Allah'ın, mücavir İslâmî beldelerdeki ordulara, Gazze halkına yardım etmek ve onları bu vahşî mücrim saldırıdan kurtarmak amacıyla harekete geçmelerini farz kıldığını açıkladılar.

Meselenin sadece Mısır yönetiminin gizli anlaşma yapması ile sınırlı kalmayıp Arap ve İslâm âlemindeki tüm nizâmların, Gazze'deki Ümmeti yüz üstü bırakarak bu yöndeki şer'î vecîbelerini yerine getirmedikleri de vurgulandı. Gazze katliamı bir kez daha göstermiştir ki İslâmî âlemdeki siyâsî nizamlar kökünden değiştirilip bunların yerine beldeleri kurtaracak ve dünyanın dört bir tarafına adalet ile hayrı yayacak olan Râşidi İslâmî Hilâfet Nizâmı kurulmaksızın Filistin sorununun çözülmesi imkânsızdır.

Konuşmacılar, Salahaddîn, Mu'tasım ve ez-Zâhir Baybars dönemindeki İslâmî tarihten örnekler sunarak, muhlis ve muvahhit bir liderlik altında Müslümanların tüm saldırılara nasıl tepki verdiklerini açıkladılar. Göstericilerden bir heyetin Mısır Hükümeti'ne iletmesi üzere Büyükelçiye bir mektup teslim etmesi noktasında konsolosluk görevlilerinden biri ile daha öncesinde anlaşılmış ve tüm giriş kapıları çalınmasına rağmen heyeti karşılamak ve mektubu almak için hiç kimse çıkmamıştır.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Almanya Bölgeleri
Medya Bürosu

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hindistan ile Çin'e Liman Koridoru Verilmesi, Bangladeş'in Güvenliğini Tehdit Edecektir

Bugün, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü, yaptığı basın açıklamasında Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Hasan Mahmud'un, Hükümet'in Hindistan ile Çin'e Chittagong liman koridoru vermeye hazır olduğu şeklindeki açıklamalarını eleştirdi. Muhyiddîn Ahmed, Hindistan ile Çin'e bir liman koridorunun verilmesini Bangladeş halkının kabul etmeyeceğini ve bu açıklamaların yeni Hükümetin yönetim dizginlerini devralmasından sadece üç gün sonra yapılmasının, Hükümet ile Sömürgecilerin, Bangladeş'i Sömürgecilerin hakimiyetine boyun büken zayıf bir ülke yapmak için plan ve komplo kurduklarını gösteren bir delil olduğunu ifade etti.

Ayrıca Hükümetin, Hindistan ile Çin'e bir liman koridoru vermeye hazır oluğu şeklindeki açılamalarının, Hindistan'ın bir gün olsun Hindistan ile Bangladeş arasını ayıran sınırdaki Müslümanları katletmekten geri kalmadığı ve bir an olsun Bangladeş kara sularını ihlal etmeyi durdurmadığı bir zamanda yapılmış olmasının bir felaket olduğunu ifade etti. Böylesi bir hazırlık ise haddi zatında oldukça tehlikelidir ve Bangladeş'in güvenliğini tehdit etmektedir. Oysa Hükümet'in, Bangladeş'in stratejik konumunun Amerika, İngiltere, Hindistan ve Çin gibi Sömürgeci güçlerin iştahını kabarttığının farkına varması gerekir.

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER