حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Britanya
Medya Bürosu
No: BRu2013BAu20132009u2013MBu2013TRu20130026 |
H. 10 Zilka’de 1430 M. Cumartesi, 28 Kasım 2009 |
-Basın Açıklaması-
Geçen 25 kasım çarşamba günü David Cameron, -milletvekilliği dokunulmazlık zırhı altında- başbakanın sorgulanması oturumunda Hizb-ut Tahrir'e iftiralarda bulundu ve iftiralar aşağıdaki şekildedir:
-Hizb-ut Tahrir'in Londra ile Slough'ta ilkokullar adında örgütsel arayüzleri vardır!
-Bu örgütsel arayüzler, devlet parasından 113.000 sterlin aldılar ve aslında bu paralar şiddet yanlısı radikalizmi bertaraf etmek için tahsis edilmiş finans kaynağından gelmiştir!
Bu iftiralar, yeni değildir, bunlar ilkesel bakımdan inanırlığının zayıflamasından dolayı geçmişte küflenmiş yeniden gündeme getirilen eski ithamlardır.
Bunun yanı sıra Cameron, hizbin gayrimüslimlere özellikle de Yahudilere ilişkin görüşleri hakkında daha önce dile getirdiği aynı yanlış iddiaları -bir kez daha milletvekilliği dokunulmazlık zırhı altında- yineledi. Zira özet olarak şöyle diyor: "Hizb-ut Tahrir'in anayasası, gayrimüslimlerin savaş meydanında öldürüleceğini ikrar etmektedir." "Onların kanları... malları gibi... meşrudur." "Hizb-ut Tahrir, Yahudilerin "nerede bulunursa bulunsun" öldürülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen bir örgüttür!"
Şüphesiz bu, -hizbimizi şiddetin, terörün ve kanların akıtılmasının kaynağı olarak göstermek amacıyla- bu meselenin duyguları daha fazla tahrik etmesi için düşüncelerimizi saptıran yanlış bir görüntüdür. Açıkçası tüm bunlar, Cameron'un daha önceki tüm iddialarının yanlış ve iftira olması bakımından hükümete karşı bazı ucuz puanlar kazanmak içindir.
Medyada geniş yer bulan bu iddialar bağlamında aşağıdaki noktalara değinmek isteriz:
1. Bu iki okulun Hizb-ut Tahrir'in örgütsel aryüzleri olduğu iddiası yanlış bir iftiradır. Zira Hizb-ut Tahrir, hiçbir zaman bir okulu idare etmemiş ve etmeyecektir. Şayet böyle bir şey yapmış olsaydık bundan utanç duymazdık. Zira mütekamil bir eğitim vermeye çalışan okullar, -yaratıcı Subhânehuya hürmet etmek, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i sevmek, Müslümanlar arasında kardeşlik ve başkasına saygı göstermek gibi- İslami değerlere teşvik eder ki bu güzel bir husustur.
Binaenaleyh Cameron'un bunda ısrar etmesi bir yalan olmasının yanı sıra aslında bu iddialar yeni de değildir. Bunlar, hiç kimsenin tanımadığı muhtemelen bu şekilde isim yapmak isteyen ne idüğü belirsiz bazı gazetecilerin üzerine zıplaması sonucunda ortaya atılmış iddiaların aynısıdır. Ancak hiç kimse bunları ciddiye almayınca çabaları heba olup gitmiştir.
2. Hizb-ut Tahrir'in para aldığı hakkındaki iddialar da yanlıştır ve iftiradır. Zira birçok milletvekilinin onu bunu desteklemesi karşılığında para almalarının aksine Hizb-ut Tahrir, doğrudan veya dolaylı bir şekilde hiçbir devletten asla ve asla para almamıştır!
Cameron, okula ilişkin iftiraları hakkındaki önceki iddialarından geri adım atmak zorunda kalmasına rağmen bunu yaptığında iftiralarına kılıf oluşturacağını ve gerekçesini güçlendireceğini zannettiği bir üslupla hedefi başka bir yere çekmeye çalışmıştır. Zira şöyle demiştir: "Radikallerin idare ettiği okullar!"
3. Özellikle bu saptırma, son olarak Hizb-ut Tahrir (Akidesi ve Stratejisiyle Hizb-ut Tahrir) hakkında sağcı kanada bağlı Sosyal Uyum Merkezi adında bir fikir fabrikası tarafından yapılan açıklamaları yeniden parlatmaktan öte bir şey değildir. Bu merkezin müdürü, yeni muhafazakarlardan biri olan "Yeni Muhafazakarlar-Bizler Neden Onlara Muhtacız?" kitabının yazarı Douglas Murray'dır ki o, "Avrupa'daki Müslümanların şartları, hat boyunca daha zorlaştırılmalıdır" kötü sanlı söylemin sahibidir. Görünen o ki Sayın Cameron, bunu iyice kavramış ve buna göre hareket etmektedir.
Sayın Cameron ve muhafazakar gurubunun yeni muhafazakarlarla yakınlaştığı bu durum bir ilk değildir. Zira şu anda bu felaketin merkezindeki yeni muhafazakarlardan olan "Gölge Eğitimi" resmi sözcüsü ve "Siyasi Değişimin" eski müdürü muhafazakar Michael Goff, gidişat çizgisinde Sayın Cameron'un Front Bench cephesinden pek çok kişiyle yakınlaşmaktadır. Zira George Osborne ve Liam Fox da dahil onların hepsinin yeni muhafazakarlardan olduğu ve bazılarının da daha şahin olan Amerikan düşünce fabrikalarından güvenlik politikasını etüt etmek için Birleşik Devletler'e gittiği yansımıştır.
Kısacası Sayın Cameron, ister yerel ister harici siyasete isterse güvenlik siyasetine ilişkin olsun Müslümanlarla ilgili hususta selefleri George Bush ve Tony Blair'in yaptığı gibi hızlı bir şekilde yıkıcı dogmatik ayrımcı politik çizgiye doğru gitmektedir.
Washington'daki yeni muhafazakarlar, terörizme karşı küresel savaşa öncülük yaptılar, İngiltere ile Amerika'yı Afganistan ve Irak'taki sömürgeci savaşın içine çekerek milyonlarca sivilin kanını akıttılar ve iki ülkede yıkım meydana getirmek için milyarlarca sterlin harcadılar... Onlar, Guantanamo Körfez Tutukevi'nin mimarıdırlar ve istisnai uygulamalar adı altında işkenceyi meşrulaştırdılar! Yeni muhafazakarların felsefesi Birleşik Devletler'de inanırlığını yitirmiş olsa da hala canlı olup Batı Munster ve Tory partisinde nabzı atmaktadır.
4. Müslümanlara ikinci derece vatandaş muamelesinin yapıldığı McCarthy'nin "Cadı Avı" politikası
Yukarıda bahsedilen Sosyal Uyum Merkezinin raporundaki önemsiz propagandaya rağmen raporun kendisi şiddeti meşrulaştırmamamız veya desteklemememizden dolayı hizbimizin kanunen yasaklanmasının imkansız olduğunu kabullenmek zorundadır. Buna rağmen Sosyal Uyum Merkezi, "İkinci derece vatandaş olarak lise ve ilkokullarda çalışmaları engellenmelidir", yani ikinci derece vatandaşlar olarak sözüyle fikirleri yeni muhafazakarlarla örtüşmeyen Müslümanlara karşı McCarthy'nin "Cadı Avı" hakkındaki politikasının bir türünü savunmaktadır. O halde Sayın Cameron'un bu politikayı benimsediği ortaya çıkmıştır.
Cameron, medya organlarında "radikalizm" ve "Müslümanların şeytanlığı" gibi ifadeleri kullanarak kendi görüşleri ve yöntemleriyle çatışan Müslümanların seslerini susturmayı amaçlayan şüphe ve korku atmosferlerini kuvvetlendirmiştir.
Görüldüğü üzere Cameron, saldırısını yeni muhafazakarlara atfedilen düşünce fabrikalarından benimsemiş olmasına rağmen hiçbir kimse öncelikli hedefinin ilkokul olduğunu tahayyül edemez. Bu da hükümete karşı puan kazanmak için "radikalizm" suçlamasındaki sanını çarpıtmayı amaçlamasından ötürüdür. Oysa tüm bunlar herhangi bir kanıttan yoksundur.
5. Cameron, Hizb-ut Tahrir'e karşı şeytanlığını, "Bu örgüt, nerede bulunurlarsa Yahudilerin öldürülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen bir örgüttür" gibi ifadeler üzerine bina etmiştir. Bu ise apaçık bir yalandır.
Şüphesiz bu, görüşlerimizi çarpıtmaktır. Nitekim daha önce bu iddialara delillerle karşılık verdik ve Cameron bu tatsız yalanları ilk kez sayıkladığında Taci Mustafa'nın 09 Temmuz 2007'de yazdığı makale de bunlardan biridir.
Bazılarının siyonist "İsrail" devletine karşı çıkışımıza Filistin'in kurtarılmasına ilişkin görüşlerimizi antisemitizm suçlamasıyla susturmaya çalıştıkları sırada bile hiç kimse Cameron'un yaptığı gibi bu konuda bu denli iftiralar boyutuna ulaşmamıştır.
Avrupa Parlamentosundaki görüşlerimizi saptırıcı sunumunun ardından "dindar" gibi görünmeye çalışınca antisemitizm ve yabancı düşmanlığı fikirleri hususunda açık bir şekilde partisi ile yanındaki insanlar arasında ittifak kurmaya yeltenmiştir.
6. Cameron'un anti-Müslüman düşünceleri dahili politikayla sınırlı değildir.
BBC4 Radyosundaki "Günün Programı" programında Cameron, "terörizm" tehdidini engellemek için gerekli olduğu sürece İngiliz kuvvetlerinin Afganistan'da kalması gerektiğini savundu. Sanki o fiilen, İngiliz kuvvetlerinin bir işgal gücü olarak süresiz şekilde kalmaya ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir.
Ölüm, yıkım ve bu acı çıkmaza yönelik çözüm yetersizliği gibi bu savaşın neden olduğu sorunlara yönelik İngiltere'de bilincin arttığı bir zamanda Sayın Cameron'un çözümü, daha fazla alçalmakta yatmaktadır.
Cameron'un bakanlığa ulaşması halinde kanıtlar, Batının emperyalist ajandasına muhalif sesleri susturacağını göstermektedir ve İslami jenerasyon içerisinde bu husustaki muhalefete liderlik eden Hizb-ut Tahrir'dir.
Zira Cameron, dünya boyunca şiddet kullanmayıp siyasi faaliyet yürüttüğüne elli küsur yılın şahitlik ettiği bir hizb olduğu halde Hizb-ut Tahrir'i yasaklamaya kararlı olduğunu ifade etmiştir.
Her şeye rağmen bu, hizbimizi yasaklamak için hukuki bir mesnet bulamayan Blair'in tutumudur. Başkaları da ucuz kopyalama yoluna başvurdular ve başarısız oldular. Zira "Sunday Times", daha önce 2007 yılında David Davis tarafından yayınlanan bir itham hakkında sayfasında tekzip yayınlamak zorunda kalmıştır. "Newsnight", mesnetsiz bir itham yayınlamaya yeltenince geri adım atmak zorunda kalarak aynısını BBC yapmıştır ki artık onun yalan uyduran bir site olduğu ifşa olmuştur.
7. Cameron, partisi ve yeni muhafazakarlar, -Hilafet fikri gibi- İslami siyasi fikirleri "radikalizm" olarak görüyorlar. Yani onlar, fikri inancı suç sayıyorlar. Binaenaleyh İslami alemde Müslümanlara ait bir nizam olarak Hilafet'e inanan herkes herhangi yasal bir dayanak olmadan işinden edilmektedir. Burada hukuk, Müslümanlara bu şekilde, toplumun geriye kalanına başka bir şekilde işlemektedir.
Hilafet fikirleri, İslami alemde hatta buradaki Müslümanların arasında temel fikirlerdir. Bizler, Allah'ın izniyle beklenen bir gelecekte İslami alemde ezici bir halk desteğiyle Hilafet'in kurulacağına inanıyoruz.
İdeolojik İslami Devlet, sömürgecilik ve işgal bağımlılığından ırak bir şekilde bağımsız bir şekilde yolunu yarmaktadır. O ki kaynaklarını başka ırkların hizmetine değil kendi tebaasının hizmetine kullanacak olan bir devlettir.
İslami alemde Hilafet kurulduğunda Cameron ve beraberindeki yeni muhafazakarlar, pervasızca radikallikle tanımladıkları bu tür fikirlerle bir arada nasıl yaşayacaklarına karar vermelidirler.
Hizb-ut Tahrir, İslami alemdeki Müslümanların İslami ajandası için çalıştığının farkındadır ve bu hususta sadece fikri ve siyasi üslupları takip etmekte olup gevşeklik göstermeksizin sabitelerine bağlıdır.
Blair, bizleri terörist olarak tanımlamak yoluyla hizbi yasaklamak istemesine rağmen yalan söylediği ifşa oldu ve bunu yapmayacağını gördü. Şimdi de Cameron, dünyayı yeni muhafazakarların gözüyle tasvir etmesine -ki bu hazmedilmesi imkansız bir durumdur- karşı çıktığımızı itiraf etmek yerine iftira olan bir davayı uydurmak yoluyla hizbi yasaklamaya çalışmaktadır.
Cameron'un Hizb-ut Tahrir'i yasaklayacağını duyurması, on yıllardır açıkça özgürlük ve demokrasinin -zengin kapitalistler vergi mükelleflerini aldatırlarken, dünyanın kaynaklarını tüketirlerken ve diğer beldeleri istila ederlerken- nüfuz sahiplerinin kullandığı birer slogan olduğu söylemimizi dünyaya teyit etmektedir.
Müslümanların imajını çarpıtmak, onlara "radikal" damgası vurmak, Müslümanlara özel ve diğer her bir ferde başka kanunlar koymak Cameron'un desteklediğini iddia ettiği çoğulculuk, vatandaşlık, eşitlik ve ifade özgürlüğünün her türlü şeklini yok edecektir.
Aslında Cameron'un şu ana kadarki tüm girişimleri sadece şunu göstermektedir ki insanlar, zengin kapitalistlerin dünya hakkındaki düşüncelerine köle olmayı kabul etmeleri halinde özgürlüğü, çoğulculuğu ve insan haklarını elde edeceklerdir. Yok eğer bu düşünceden saparlarsa imajları çarpıtılacak, haklarında yalan söylenecek sonra da yasaklamalara maruz kalacaklardır.
Zayıf ve güçlü delilin ortaya çıkması için David Cameron'a bir kez daha açık tartışma yapmaya meydan okuma davetiyesi çıkararak bu beyana son veriyorum. Zira Hizb-ut Tahrir, siyasi-fikri bir hizbtir. Asla fikirlerimizi yasaklayamayacaktır ve istese de istemese de bu fikirler pırıl pırıl kalacaktır.
Bunun içindir ki sizleri, yalan uydurmak ve çarpıtmak yerine fikirlerimizi el almaya davet ediyoruz. Bu da ya Batının harici sömürgecilik politikası, İslami alemin idaresi ve hayattaki özel yaşam tarzlarımız gibi somut meseleler üzerinde bir tartışma olur ya da ne kadar tehdit edip iftirada bulunursanız bulunun mağlup olmuş olursunuz.
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Britanya Medya Bürosu |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi Telefon: (+44) 070 74 – 19 24 00 www.hizb.org.uk |
E-Mail: media@domainnomeaning.com / press@hizb.org.uk |