حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Ofisi
No: HTu2013BAu20132013u2013MMBu2013TRu20130024 |
H. 12 Cumâde’l Ûlâ 1434 M. Pazar, 24 Mart 2013 |
-Basın Açıklaması- Ne Kadına Yönelik Şiddeti Ne de Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesini Kabul Ediyoruz!
Uzun bir tartışmanın ve bekleyişin ardından Birleşmiş Milletler, 19.03.2013'de resmî sitesinde Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesine dönük nihai bir metin yayınladı. Nitekim bu, bazılarının düşündüğü gibi yeni değildir. Bilakis bu, yıllar önce İslam dünyasındaki mevcut devletçiklerin imzaladığı 1994 yılındaki Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesinin etkinleştirilmesidir. Üye ülkeler, ülkelerin heyetleri arasındaki uzun görüşmelerin ve görüşlerin, kadına özel küresel politikaları takip eden ve ülkelerin cinsiyet eşitliğinin ve kadının etkinleşmesinin (kadının güçlenmesinin) gerçekleştirilmesi alanında yapmış oldukları ilerlemeyi sunmak için yıllık olarak toplanan teknik bir komisyon olan Kadının Statüsü Komisyonu'nun denetimi altında son formüle ulaşmaya yakınlaşmasının ardından 15.03.2013'deki sözleşmenin nihai metnini onayladılar. Ayrıca bu komisyon, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi [CEDAW], Pekin Eylem Platformu ve Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı gibi Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinin takibi ve aktivasyonunu denetlemektedir.
Daha önce bu sözleşme, dünya çapında yapmış olduğu kasıtlı ve etkili bir medya kampanyasında kadına yönelik şiddetin, dünyanın en büyük sorunu olduğunu ortaya çıkarmış ve yerel ve uluslararası medyada bir slogan olarak namus cinayetlerini yayınlamıştır. Durumun vahameti hususunda birbirini takip eden raporlar ise bunun cabasıdır. Hatta bir kişi bunun, dünyanın önceliklerinden olduğunu hisseder hale gelmiş, bunu ise şiddete bir milyar kadının yürüyüşü (iki bin DVD) takip etmiş, sonra da bugünkü kadının uluslararası sloganı olarak "Söz, Sözdür: Kadına Yönelik Şiddet Son Bulsun" sloganı benimsenmiştir. Nitekim dinlerini kıskanan bazı Müslümanlar, kendilerine kadın düşmanı ve gerici suçlamaları yapılmasına rağmen bu sözleşmeyi reddetmişlerdir. Oysa bir kişi, nasıl kadını şiddetten koruyan bir bildirgeyi reddetmeye cüret edebilir ki? Sanki bu bildirge ve onun için bir araya gelenler, bizzat kadının koruyucuları ve dayanıklı kaleleriymişler gibi!! Nitekim bizler, liberalizme ve fikrî çoğulculuğa çağrıda bulunanların açık bir argümanı olmaksızın fikrî terör ve görüşün tekelleşmesi kampanyasına tanık olduk ve bu da bizlere, işgalci Yahudiler ile barışı reddetmenin kesinlikle barışı reddetmek ve şiddete davet etmek sayılacağını söyleyen kimseleri hatırlattı. Bildirgenin başlığından ve ortaya koyulan yönteminden maksat, görüşlerin bodurlaştırılması ve diğer hadaratın yumuşak bir şekilde parçalanmasıyla karakterize olmuş yöntemin korunmasıyla ilgili anlaşmazlığın önlenmesidir. Dolayısıyla sözleşme, şiddete karşı bir milyon kadının yürüyüşüyle farklılık göstermemektedir.
Burandan da herkesin, sorunları kökünden çözmek için ciddi ve muhlis bir ideolojinin yanında durmak yerine çoğunluğun arkasından soluduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla herhangi bir kişi, Birleşmiş Milletleri'nin fikri ve kültürü karışık olan halklar arasındaki kadına karşı şiddet sorunu hakkındaki tartışma fizibilitesi hakkında bir şey sormamaktadır. Mesela semptomların tedavisine ve gerçek nedenlerin ihmal edilmesine dönük küresel tıbbî bir buluşmayı asla işitmemekteyiz! O halde onurlu şerî hükümlerle kayıtlı olan bir kimse ile sahip olduğu standartları değiştiren ve aşağılık bir şekilde hevasına tâbi olan bir kimse arasında nasıl bir uyumluluk olabilir Allah aşkına?
Bu bildirgenin, manevî bir yükümlülüğü olmuş olsaydı ona imza atanlar için bağlayıcı olmazdı. Ancak o, gerçekten tehlikeli olup ilgili mefhumların propagandasını yapmak amacıyla fikrî formülü ve halk kültürünü geri getirmek ve toplumları orta çözüme çekmek için çalışmaktadır. Böylece ülkeler arasındaki akidevî, fikrî ve kültürel farklılıklar sulandırılmış olacaktır. Bundaki hedefleri ise kadının korunması değildir. Zira ilerici liberalizm fikri olarak isimlendirdikleri hususun uygulandığı ülke kadınlarının durumu, diğerlerinden daha kötü olup felaketlerin acısını çekmektedirler. Bu ise raporlarda gayet açıktır. Burada şunu sorarız; şayet bir panzehire sahipler ise neden onu kullanma ve kapitalist hadaratlarının ifsat ettiği hususları tedavi etme girişiminde bulunmuyorlar?!
Oysa amaç, kadına yönelik maddî görüşlerini ve kadına dayatılan şiddet noktasında küreselleşen hatalı fikri yaymaktır. Böylece fesat ve kaçınılmaz sonuçları, egemen bir hale gelmiş olacaktır. Diğer bir ifadeyle "kadının hastalığı ortaya konulmuş ve uzaklaştırılmış" olacaktır. Dolayısıyla Batı ülkelerinde korkunç boyutlara ulaşan şiddetin, kendi tanımlamalarına göre dünyadaki başka şiddet türleriyle paralel olması kaçınılmazdır. Nitekim bu, kadına yönelik şiddetin daha kapsamlı bir şekilde tanımlanmasıyla ilgili adlandırılan hususları kabul etmelerinde ortaya çıktığı gibi son bildirgenin, "Komisyon, kadınlara ve kızlara yönelik şiddetin, kadın ve erkek arasındaki güç ilişkilerinde bulunan yapısal eşitsizlik bakımından tarihsel köklerinin olduğunu, bunun da dünyanın her bir ülkesinde insan haklarını arzulamak için apaçık bir ihlal oluşturduğunu teyit etmektedir. Zira cinsiyete dayalı şiddet, kadınların ve kızların tüm insan hakları ve temel özgürlükler arzusunu ciddi bir şekilde ihlal edip engelleyen ya da ortadan kaldıran ayrımcılık şekillerinden bir şekildir. Dolayısıyla kadına ve kızlara yönelik şiddet, otoritenin kamusal ve özel alanları kötüye kullanması olarak nitelendirilmelidir" şeklindeki onuncu bendinde de ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu bildirge, gevşek pelerinin arkasındaki amaçları gizlenerek gelmiştir. Dolayısıyla kadına yönelik şiddet adlandırması, zihinde oluşan anlama tamamen aykırıdır. Hatta yemeklerde erkeklerin kadınlara sunum yapması, bazı toplumlarda kendi görüşlerine göre ayrımcılığın bir türü olarak nitelendirilmekte ve buna, kadına karşı bir şiddet olarak itibar etmektedirler. Aynı şekilde eğitimde erkek ve kadınların ayrılmasının, kızlara karşı yönlendirilmiş bir şiddet olduğunu, böylece eğitimden yoksun bırakılan kızların mağdur olduklarını ve bu kızları yoksun bırakanların da suçlu olduklarını söylediler. Nitekim bununla ilgili durum, (en azından Uluslararası Ceza Mahkemesi [UCM] için teorik bir durum olmasına) kadar ulaşmıştır. Aynı bağlamda Müslüman bir kadın; kadının miraslarda en yüksek payı elde etme, nafaka, mihir, erkeğin kadını korunması gereken bir namus olarak koruması ve yaratıcı Azze ve Celle'nin kadına yönelik diğer şerî hükümleri gibi şeriatın kadın için belirttiği hakları hususunda iddia edilen tam eşitlikten mahrum bırakılmaktadır. O halde hakların gasbedilmesini bir özgürlük olarak mı adlandırmalıyız? Yoksa Mevlamız Azze ve Celle'nin şeriatını, geriye dönüş yaptığımız için bir cürüm ve Allah korusun her iki dârda da hüsrana uğramamız olarak mı adlandırmalıyız?!!
Bu bildirge, erkek düşmanlığını barındırmakta ve erkeği bir cani ve kadını da bir kurban olarak görmektedir. Bu ise durumun vakıasına ve selim fıtrata aykırıdır. O halde erkeğin düşmanlığı ve evladın, babanın, kardeşin ve kocanın suçlanması yoluyla kadına sağlanmak istenen istikrar ve güvenlik bu mudur yani! Dolayısıyla kadına yönelik bu tam önyargı ve erkeğin de şer odağı olarak nitelendirilmesi, gerici bir fikir olup kadını kınayan ve her şeyde onu olumsuz olarak nitelendiren Batılı kültürel mirasın bir reaksiyonudur. Oysa bu güdük bakış açısı, asla kadına insaflı olamayacağı gibi asla aileyi koruma ve onu muhafaza etme zahmetinde de bulunmayacaktır. Zira bu tür bir ayrımcılık, adalet mefhumuna aykırı olup bunun eşitlik olarak nitelendirilmesi de bir yalan ve hiledir. Ayrıca onların ortaya koydukları, dar aile içi şiddet görüntülerini azaltırken devlet terörlerini ve çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere masum insanların insansız uçaklarla gelişigüzel bir şekilde bombalanmalarını göz ardır etmektedir. Dolayısıyla aile şiddetinden bahsederlerken etnik temizlik ve Bosna, Kongo, Myanmar ve Suriye'deki kadınların bir savaş aracı olarak istismar edilmeleri karşısında uluslararası sistemin başarısızlığını göz ardı etmektedirler.
Bu bildirge, kendi tanımlamalarına göre şiddetten vazgeçme fikriyle başa çıkılması, daha önceki bildirgeler ve sözleşmelerle uyumlu olması ve halkların bu fikirleri kabul edip etmemesine bakmaksızın insan hakları ve şahsî özgürlüklerle örtüşmesi için yasaların geliştirilmesine çağrıda bulunduğu gibi evlilik için asgari yaşı belirlemeye, cinsellik ve üreme haklarına insan hakları olarak itibar edilmesine, gençler için gebeliği önleyici yöntemlerin sağlanmasına, onların erken gebelik ve hastalıkların önlenmesi noktasında eğitilmelerine çağrıda bulunmaktadır. Ayrıca bildirgede geçtiği üzere sosyal ve kültürel faktörlerin değiştirilmesi amacıyla cinsellik kültürünün girdirilmesi için eğitim ve kültürel müfredatlara müdahalede bulunulmasına teşvik etmektedir. Yine bildirge, CEDAW ve diğer sözleşmelere yönelik rezervasyonların kaldırılması için tüm ülkelere ısrarcı olmaktadır. Nitekim Batılı ve Güney Afrika ve Brezilya gibi bazı ülkeler, eşcinsellik hakları ile kürtaj ile ilgili sorunlara ilişkin bentlerden feragat ederlerken İslamî heyetler de bir Müslümanın içerisinde olmaması gereken basmakalıp müzakereler yoluyla İslam'ın özünden ve onun hayat sisteminden feragat etmişlerdir. Zira onlar, iğrenç eylemlerine bazı tavizler elde ettiklerini gerekçe olarak göstermekteler ve özel kültürel fikrin girdirilmesi için ısrar etmektedirler. Şakşakçılığını yaptıkları bu belirsizlik ne zaman özel oldu ki? Kainatın ve insanın yaratıcısının tamamladığı, dünyaya lider olan ve kendisine saygı duyulan azim ideoloji nerede hani?
Müslümanların yöneticilerinin cürümleri, bu büyük sözleşmeye imza atmalarıdır. Nitekim bu önemli meselenin meydana gelmesinde onların hiçbir özürleri yoktur. Zira onlar, buna ne mecbur bırakılmışlar ne de buna zorlanmışlardır. Bundan daha kötüsü ise onların bu meselenin cahili olmamalarıdır. Bilakis onlar, bunu tam olarak bilmektedirler. Zira Birleşmiş Milletler, 20.03.2013 tarihinde sitesinde, konferans için bir hazırlık raporu yayınlamıştır ki bu, sonuç bildirgesi hakkında çok daha kapsamlı ve şümullü bir rapordur. Buna rağmen Müslüman heyetler, iflas etmiş mefhumların ve bir Müslümanın diliyle bile söylemekten uzak durduğu meselelerin pazarlanması hususundaki tartışmalara katılmışlardır. La Havle ve Kuvvete İlla Billah. Hatta onlar gitmelerinin ardından, İslam'ı, onun hayata bakış açısını ve tüm insanlığın çekmiş olduğu acının tedavisinin nasıl da sadece İslam olduğunu ortaya koymadıkları gibi dahası onlardan bazıları ne İslam'dan bahsetmiş ne de ona temas etmiştir. Kadına nasıl şiddet uygulanabilinir ki? İşte Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], kadın hakkında "billurdan bir dost" olarak buyurmakta, kadınlar için hayır tavsiyesinde bulunmakta ve savaş halinde düşman kadının öldürülmesine ve onlara işkence edilmesine bile öfkelenmektedir.
Zaten onlar, azim İslam ile insana zulmeden beşerî sistemleri ve hiçbir temeli olmayan putperestliğin miraslarını aynı çerçeveye koymaktadırlar. Çok iyi biliniz ki İslam bizleri şerefli kılmıştır. O halde Rabbimizin dinini nasıl bu konuma koyabiliriz?! Onların yaptıkları şey, gerçekten ne kötüdür.
وَٱللَّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ ٱلَّذِينَ يَتَّبِعُونَ ٱلشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيماً "Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler." [Nisa 27]
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Ofisi |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi el-Mezra’a, P.K. 5010-14, Kolombiya Merkezi B Blok Kat:2, Beyrut/Lübnan Telefon: TEL: 0096 113 07 59 4 / GSM: 0096 171 72 40 43 www.domainnomeaning.com |
E-Mail: media [@] domainnomeaning.com |