حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Ofisi
No: HT-BA-2024-MB-TR-29 |
H. 18 Rabi-ul Evve 1446 M. Cumartesi, 21 Eylül 2024 |
Amerika’nın Yahudi Varlığının Hegemonyasını Müslüman Ülkelere Dayatma Kampanyasında Yeni Bir Sayfa
Lübnan’da bu hafta gerçekleştirilen bir dizi son derece karmaşık gizli operasyonda, İran partisinin binlerce üyesi hedef alındı. MOSSAD liderliğindeki bir istihbarat saldırısı olduğuna inanılan olay, Yahudi Savaşı’nda yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Geçen salı günü, İran partisinin üyelerine ait binlerce çağrı cihazının patlamasıyla bölge sarsıldı. Çarşamba günü ise yüzlerce telsiz kullanan kişinin vücutlarını parçalayan ikinci bir patlama dalgası yaşandı. Bu saldırılar ağır kayıplara yol açtı. Bomba yüklü çağrı cihazlarının patlaması sonucu 12 kişi hayatını kaybederken, 2000’den fazla kişi yaralandı. Telsiz cihazlarının patlamaları ise 20 kişinin ölümüne ve en az 450 kişinin yaralanmasına neden oldu.
Yahudi varlığı bu saldırılar karşısında sessiz kaldı, resmi bir açıklama yapmadı. Ancak Savunma Bakanı Yoav Galant çarşamba günü yaptığı açıklamada “savaşta yeni bir aşamanın” başladığını duyurması, Yahudi varlığının askeri duruşunda stratejik bir değişime işaret ediyor. Bu değişimin amacı İran partisinin askeri kapasitesini zayıflatmak ve Lübnan ile olan kuzey sınırını güvence altına almaktır.
Yahudi varlığı, çeşitli yerel, bölgesel ve uluslararası güçlerin ve devletlerin suç ortaklığıyla Gazze ve Batı Şeria’daki barbarca operasyonlarını neredeyse tamamladıktan sonra sıra Lübnan ve direnişine geldi. Zira Lübnan’daki İran partisi, uzun süredir Yahudi varlığının kuzeydeki güvenliği için bir tehdit oluşturuyordu. Yahudi varlığı, İran partisinin üyelerinin kullandığı iletişim cihazlarını hedef alarak liderlik altyapısını tasfiye etmeye ve kontrol altına almaya odaklandığı görülüyor. İletişim ağına yönelik bu strateji, İran’ın bölgedeki vekilleriyle koordinasyonunu veya saldırı kapasitesini zayıflatmayı ve böylece Yahudi varlığının bölgede rakipsiz ve müdahalesiz bir güç olarak kalmasını amaçlayan daha geniş kapsamlı operasyonların habercisi olabilir.
Yahudi devletinin amacı açıktır: İran partisinin savaş kabiliyetini zayıflatmak ve devam eden çatışmalar nedeniyle kuzeyden kaçan bir milyondan fazla Yahudi’nin geri dönüşünü kolaylaştırmak için daha güvenli bir ortam yaratmaktır. Bu saldırıların hassasiyeti ve ölçeği, Yahudi varlığının muhtemelen kuzey sınırı boyunca tehditleri etkisiz hale getirmeyi amaçlayan genişletilmiş bir askeri harekata hazırlandığını gösteriyor.
Batı’nın işbirliği ve istihbarat desteği nedeniyle bu operasyonun ölçeği ve teknik karmaşıklığı, Yahudi varlığının bunu tek başına gerçekleştirmediğine işaret ediyor. Her ne kadar MOSSAD’ın kirli istihbarat operasyonları konusunda uzun bir geçmişi olsa da, iletişim cihazlarının geniş çaplı patlatılması, özellikle gerekli teknolojik uzmanlığın sağlanması konusunda Batılı istihbarat teşkilatlarının da bu operasyona dahil olduğunu gösteriyor. Bu kadar karmaşık teknolojinin İran partisinin iletişim sistemlerine entegre edilmesi, Batılı ülkeler tarafından sağlanan veya satılan ekipmanların ya manipüle edildiğini ya da hacklendiğini gösteriyor. Yahudi varlığının, işlediği her suçun ardından İran ve İran partisinden alışık olduğu cılız tepkiler nedeniyle, bu tür suçları daha fazla işlemeye cesaret ettiği anlaşılıyor.
Yılan başı Amerika, Müslüman ülkelerdeki askeri teknolojilerin benzer şekilde hacklenmesinde rol oynamıştır. 2010 yılında, ABD ve Yahudi varlığı tarafından geliştirilen Stuxnet virüsü İran’ın nükleer tesislerini hedef aldı. 2003 yılında Irak işgali sırasında Amerika, Fransa tarafından üretilen Irak hava savunma sistemini manipüle etti. Mısır’da ise, 2013 devrimi sırasında Amerika’nın sağladığı F-16 uçaklarının hacklendiğinden şüpheleniliyor. Ayrıca Suudi Arabistan’ın 2019 yılında petrol tesislerine yönelik saldırıları önlemek için ABD’nin sağladığı Patriot füze savunma sistemine güvenmemesi, Batı teknolojisine duyulan güvenin boyutu konusunda soru işaretleri yarattı.
Bu olay, başta İslam ümmeti ve orduları olmak üzere, Batı teknolojisine güvenmenin iki ucu keskin bir kılıç olabileceği konusunda çarpıcı bir hatırlatmadır. İster hayati altyapı, iletişim, isterse askeri amaçlar için olsun Batı’nın tedarik ettiği ekipmanlara güvenen ülkeler, ekipmanlarının hacklenmesi veya aleyhlerine kullanılması riskine giderek daha fazla maruz kalmaktadırlar. İran partisine yönelik son patlamalar da göstermiştir ki, gelişmiş sabotajlar uzaktan ve çok büyük yıkıcı etkilerle gerçekleştirilebiliyor. Dolayısıyla burada ders nettir: Egemenliğini korumak isteyen ülkelerin, ne kadar gelişmiş olursa olsun artık Batı teknolojisine güvenmesi veya ona bağımlı olması doğru değildir. Özellikle İslam ülkelerinin, Batı’da üretilen ve yabancı istihbarat servislerinin kullandığı ekipmanlara olan bağımlılıklarını devam ettirmesi büyük risk taşımaktadır. Çünkü sızma veya manipülasyon riski mevcuttur ve felakete yol açabilir.
Eğer Müslüman ülkelerdeki mevcut devletler gerçekten bağımsız olsalardı, alternatif teknoloji grupları geliştirmeye veya yerel yeteneklerini inşa etmeye yatırım yaparlardı. Bu ülkeler, askeri iletişimlerini, istihbarat altyapılarını ve sivil ağlarını güvence altına almak istiyorlarsa, dış tehditlerden korunmak için Batılı tedarikçilerin ötesine bakmak zorundalar. Bu tür siber ve istihbarat tehditlerine karşı korunmanın yegâne yolu budur. Yerli teknolojilerin geliştirilmesi, çok fazla kaynak gerektirse de özellikle bilgi savaşlarının önem kazandığı günümüzde, güvenlik ve bağımsızlık gibi stratejik hedeflere ulaşmak için kritik derecede önem arz etmektedir. Bu nedenle, İslam ülkelerindeki ordular Batı’ya olan bağımlılıktan kurtulmalı. Bu ordular, askeri kapasitelerini riske atmamalıdırlar. Lübnan’daki saldırı sadece İran partisi ile ilgili değildir, Müslüman ülkelerinin sahip olabileceği her türlü askeri gücü, teknolojilerindeki zayıflıkları istismar ederek sistematik bir şekilde zayıflatmakla da ilgilidir. Evet, Müslüman orduların Batı’ya her türlü bağımlılık zincirinden kurtulmalarının zamanı gelmiştir Egemenliklerini ve güvenliklerini sağlamak için yabancı teknolojiye güvenmemeli, kendi askeri ve iletişim sistemlerini geliştirmeli ve kendilerini gelecekteki yabancı manipülasyon ve kontrolünden korumalıdırlar. Bağımsız bir ekonomi, ordu ve teknoloji ancak Amerika ve müttefiklerine bağımlı olmayan bir devlet altında gelişebilir. Bu ise, Müslüman ülkelerindeki mevcut zalim rejimler altında mümkün değildir, çünkü bu devletler Batı’nın maşası durumundadırlar ve batılı güçlere hizmet ediyorlar. Yöneticileri ise Müslümanlar aleyhine casusluk yapmak ve onlara zarar vermekten başka bir iş yapmıyorlar. Bu nedenle Batı’nın sömürüsünden ve sanayisinden kurtulmak ancak Nübüvvet metodu üzere Hilafet ile mümkündür. Bu yüzden Müslüman ordulardaki samimi kişileri durumlarını düzeltmeye, ajan yöneticileri devirmeye ve Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeye çağırıyoruz. Hilafet, Batı’nın egemenliğinden uzak bağımsız siyasi, ekonomik, askeri ve teknolojik bir güç inşa edecektir.
لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ“İşte Çalışanları bunun için çalışsın.” [Saffat 61]
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Ofisi |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi el-Mezra’a, P.K. 5010-14, Kolombiya Merkezi B Blok Kat:2, Beyrut/Lübnan Telefon: TEL: 0096 113 07 59 4 / GSM: 0096 171 72 40 43 www.domainnomeaning.com |
E-Mail: media [@] domainnomeaning.com |