حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Ofisi
No: HTu2013BAu20132012u2013MMBu2013TRu20130007 |
H. 26 Cumâde’l Ûlâ 1433 M. Çarşamba, 18 Nisan 2012 |
- Basın Açıklaması -
Dr. Hakim el-Mutairî'ye;
Esselemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh;
Sitenize ulaştığımda hizbin 29.11.2010 tarihinde size gönderdiği nasihat mektubuna yönelik ("Ayaklanma Efsanesi... 23-İslamî Akım ve Siyasî Proje Krizi" başlığı altında) ikinci bir yanıt yayınladığınızı gördüm.
Ancak "nasihat" mektubuna yönelik ilk yanıtınız, sitede yayınlanmış olan yanıtınız değildir. Bilakis nasihat mektubuna yönelik ilk yanıtınız 8-9.12.2010 tarihinde olmuştur ve metni de şu şekildedir:
(... Üzerinde gittiğiniz görüşe karşıyım:
Birincisi şu sözünüz:
[Aynı zamanda ortada baştan aşağı değiştirilmiş bir şekilde Hilafet'e çağıran yazarları görüp işitmesi hizbi üzmektedir. Zira onlar, Allah'ın hakkında bir Sultan indirmediği sistemlerle yöneten tagut yöneticiler arasındaki bir federasyona çağırmaktalar ve bu federasyon için de Hilafet Konseyi olarak adlandırdıkları bir konsey icat etmektedirler. Sanki o, İslam Konferansı veya Arap Birliği veya en güzel haliyle otoriteleri birbirinden ayrılmış varlıklardan oluşan devletler arasında oluşan Avrupa Birliği gibidir. Buna rağmen bu projelerini, Hilafet projesi olarak adlandırmaktadırlar! Dolayısıyla bilerek yada bilmeyerek Müslümanların zihinlerindeki Hilafet görüntüsünü çarpıtmak için çalıştıkları gibi onun için çalışanların da kafalarını bulandırmaya çalışmaktadırlar.] şeklindeki sözünüz, kesinlikle konu hakkındaki bakış açımızı anlamadığınızın açık kanıtıdır. Şayet Özgürlük veya Tufan veya İnsanın Kurtuluşu kitaplarını okumuş olsaydınız Allah'ın izniyle bu kuruntu yok olurdu. Ve şayet sitemizi ve Raşid Siyasî Bilinç gibi makalelerimizi takip etmiş olsaydınız bu şüphe yok olurdu. Zira kast edilen, bu hükümetleri değiştirmek ve tek bir ümmet ve Raşidi Hilafet'i geri getirmek için birbirleriyle yardımlaşan İslamî hükümetler kurmak için düzenli ve siyasi cemaatsel bir çalışma yapmanın vacip olmasıdır. Çünkü bu, herkesin üzerine farz olup bunun aksi de düşünülemediği gibi bu mesele için tagut hükümetlere çağrıda bulunmak aklımdan dahi geçmemiştir!!!!
İkincisi: Hizb-ut Tahrir, Adalet ve İhsan Cemaati, el-Kaide ve diğer hareketlerin tamamı Hilafet'i kurmayı hedeflemektedirler ve bu da teşekküre layık bir iştir. Nitekim onlardan önce Hasan el-Benna ve ondan önce de Raşit Rıza Hilafet kitabında bu yönde ilerlemişlerdir... Ve benzerleri. Ancak Hilafet hakkındaki fikrî ve amelî proje bir şeydir, ne İhvan'da ne Hizb-ut Tahrir de göremediğimiz siyasî proje ise tamamen başka bir şeydir. Nitekim yetmiş yılın ardından Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi devlet kurma şeklinde olsa bile siyasî vakıada herhangi bir şeyi gerçekleştirme noktasındaki yetersizlik bunun en açık kanıtıdır!
Üçüncüsü: Hizb-ut Tahrir'in sorunu, Hilafet'i kurma metodunu aynı namaz ve diğer tevkıfî ibadetler gibi bir ibadet olarak görmesidir. Zira o, tevkıfî ibadetler ile Allah yolunda cihat etmek, emr-i bil maruf, zalimin elinden tutmak ve benzerleri gibi talep edilenleri gerçekleştirme yönünde mükellefin yapmak için içtihat ettiği diğer şeri teklifler arasındaki farkı idrak edememektedir... Mesela Allah'ın hükmünü ve Hilafet'ini kurma farzı cihat babından olup içerisine herhangi bir görüşün ve içtihadın giremediği namaz babından değildir. Ayrıca Hilafetî kurmanın vacip olması ile Hilafet'i kurma metodu arasında da fark vardır.
Sonra bu tevkıfî kaideye binaen hizbin, nusret bulabilmek için herhangi bir yerde araştırma yapması gerekir ve devletlerden herhangi bir devletin olması da zorunlu değildir. Bu nedenle el-Kaide bugün, yaptıklarından dolayı buna Hizb-ut Tahrir'den daha yakındır. Dolayısıyla herhangi bir yerde İslamî Hilafet'in kurulması ile kendisine itaat etmesi ve destek vermesi gereken bütün ümmet için kurulacak Hilafet'in arasından fark vardır!
Dördüncüsü: Hilafet konusunun, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in nusret talebinde bulunduğu sırada Medine'de kurulan Nebevî Devlet konusuna kıyas edilebileceğini düşünmüyorum. Zira iki husus ve iki durum arasında açık bir fark vardır. Çünkü Medine'deki sahabe, Sakife günü Hilafet'i kurmuşlardır ki o zaman harekete geçmişler, istişarede bulunmuşlar ve görüş ve içtihatla Eba Bekir'i seçmişlerdir. Dolayısıyla hiç kimseden nusret talebinde bulunulmadığı gibi Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi de yapılmamıştır. Bu nedenle bugün Müslümanların üzerine vacip olan, Hilafet'i kurmak ve istisnasız ümmeti birleştirmek için içlerindeki güç ve kuvvet ehlini bir araya getirmeleridir. Şöyle ki; onların, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, iman sahibi olanların Hilafet'i kurmak için bir araya gelme güçleri olmamasından dolayı nusret talebinde bulunmak için araştırma yaparken Mekke'de yaptığı gibi yapmaları gerekmektedir. Dolayısıyla onlara düşen, hem Hilafet'i kurmak için gerekli olan gücü hem de nihai hedefi gerçekleştirecek siyasî proje olarak isimlendirdiğimiz hususa ulaşıncaya kadar gerekli olan gücü gerçekleştirmek için çalışmalarıdır!
Beşincisi: Bugün, Dâr-ul İslam'daki ümmetin halinin, Dâr-ul Küfür ve Şirk olan Mekke'deki Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in haline kıyas yapılması imkansızdır. Zira bugün ümmet, Allahuteala'nın şu kavlinin muhatabıdır: [الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ "İşte bugün, size dininizi kemale erdirdim." [el-Mâ'ide 3]] Dolayısıyla ister zayıf isterse güçlü durumda olsun bu hükmün dışına çıkamaz. Zira o, şeri hükümlerin tamamıyla mükelleftir ve hiçbir şekilde ondan bir şey sakıt olmaz. Mesela şayet ümmet yeniden birleşse, yeniden Hilafet geri gelse, sonra Halife kafir olsa ve dinden dönse ve ümmet de parçalansa ümmetin yapması gereken, nusret hakkında araştırma yapmak mıdır? Yoksa onu azletmek için harekete geçmesi yada [إلا أن تروا كفرا بواحا "Açık bir küfür görmeniz müstesna"] ve [من جاهدهم بيده فهو مؤمن "Her kim onlarla eliyle cihat ederse o mümindir."] hadisleri ile bu gibilerle cihadı meşru kılan benzeri hadislerde geçtiği gibi güçle onunla cihat edip ardından da başka bir Halife ikame ederek yeniden ümmeti birleştirmesi midir?! Dolayısıyla burada söylenenler, bizim kendi vakıamız için söylediklerimizdir. Zira ümmetin, haricî kafir düşman güçlerinden kurtulması zorunlu olduğu gibi dahilî ajanlardan da kurtulması zorunludur ve bütün ülke halkı da bunu gerçekleştirmek için çalışmalıdır. Şayet bu onlar için gerçekleşirse bütün herkesin, birr ve takva, ümmeti birleştirmek ve tek bir Halife seçmek üzerine yardımlaşmaları gerekmektedir.
Altıncısı: Hizb-ut Tahrir'in bu anlamda teşekküre layık işleri ve övgüye değer çabası vardır ancak değişim için fikrî çabanın dışında herhangi bir eylemde de bulunmamaktadır. Bu nedenle onun, farzı ayınlardan ve bütün ümmetin üzerindeki farzı kifayelerden olmasına rağmen Hilafet'in olmadığı gerekçesiyle ümmetten saldırganlığı uzaklaştırmak için Allah yolunda cihat etme hususunda bir rolü yoktur. Bu ise kitap, sünnet ve ümmetin icmasıyla kesin olarak sabit olan birçok şeri hükümlerin askıya alınması demektir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, Allahuteala'nın; [وتعاونوا على البر والتقوى "İyilik ve takva üzerine yardımlaşın.." [Maide 2]] kavline rağmen kendisini, hem ümmetten hem de ümmetin ıslah hareketlerinden soyutlamıştır. Hatta onlar, reformcuların hakkı ikame etmek ve batılı yok etmek için yardımlaştıkları herhangi bir amele de katılmamaktadırlar. Ancak Sudan'daki durum hakkında bir bilgim yok. Belki farklı şeyler olabilir!
Yedincisi: Kerim kardeşim, Ehl-i Sünnet ve Siyasî Kriz Kitabı, sadece Selefilere yönelik olup Ehl-i Sünnet ise geneldir ve onların kendilerine ait usulleri, istidlal ve tartışma kaideleri bulunmaktadır ve biz de onlara, anlayabilecekleri ve kavrayabilecekleri şekilde hitap ediyoruz ki buda meşru siyasettendir. Diğerlerine gelince; onlar da diğer kitaplarımıza başvurabilirler.
Şayet kardeşinin ülkesinde güçlü olduğu ve tagutlara yağ çektiği imasında bulunmasaydınız nasihatinizden hoşlanmıştım. Zira bu, kendisinden uzaklaştırmaya gücü yetmeyen her Müslümana yönelttiğiniz bir şüphedir. Nitekim biz, ülkemizdeyiz, üniversitelerimizde çalışıyoruz, pasaportlar taşıyoruz ve bunların hepsi de meşru olmayan yönetim sistemleri altında olmaktadır. Dolayısıyla bunların bir zararı yoktur ve bu onlara yağ çekmek de değildir. Zira asıl olan ümmettir ve Allah ve Resulünün hükmü sayesinde toprak onun toprağı ve ülke de onun ülkesidir. Bu sistemler ise ümmetin üzerine beklenmedik bir şekilde gelmiş meşru olmayan sistemler olup üzerine beklenmedik bir şekilde meşru olmayan bir yönetici gelse bile ümmetin kendi üzerindeki velayeti durmaktadır. Dolayısıyla onun ortadan kaldırılmasının, ona kılıçla karşı konulmasının ve onun değiştirilmesinin vacip olması, ümmeti gerek kendi gerek toprakları gerekse servetleri üzerindeki velayetinden mahrum etmemektedir. Bunun ayrıntılarını, İnsanın Kurtuluşu kitabında anlattım.
Sekizincisi: Her ne kadar görüşlerimiz farklı olsa da aramızdaki kardeşliğin ve muhabbetin devam etmesini rica ediyorum. Zira herkes kendisi için yaratılana müyesser olur ve kendi tarzına göre çalışır. Dolayısıyla bizler ve sizler, Kur'an'ın nassıyla kardeşiz. Dolayısıyla da görüş farklılığı, sizinle yazdıklarıma ulaşmanız arasında bir engel olmasın. Zira orada üzerinde durulmaya değer ve ortak hedefimize katkı sağlayan şeyler bulacaksınız ki bu ortak hedefimiz; sizin kendisini ve metodunu tevkıfî bir ibadet olarak gördüğünüz bizim de kendisini, tüm cihat üslupları ve teknikleri ile meşru siyasi çalışma becerilerinin araştırılması gereken içtihadi bir farz olarak gördüğümüz Hilafet'in kurulmasıdır. Amaçsa ümmetin vahdetini gerçekleştirmek ve yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmektir. Yeryüzündeki İstihlaf (Halifelik) işte budur.
Tartışmayı kısa kestiğim için özür dilerim. Zira tüm bu konuda yazdıklarıma müracaat etmez iseniz sorunların anlaşılması imkansızdır. Allah'ın, hem bizlere hem de sizlere başarı, hidayet ve doğruluk nasip etmesini temenni ediyorum. Amin!
Sizi Allah için seven Dr. Hakim Mutairî.]
Bunun ciddiyetsiz bir yanıt olduğu gayet açık olup bu, ilim ehlinin yanıtını önemsememeye daha yakındır. Bu nedenle hizbin, 10.12.2010'daki size yönelik yanıtı şu şekildedir:
[بسم الله الرحمن الرحيم
Dr. Hakim el-Mutairî'ye;
Esselemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh;
Elhamdulillehi ve's Saletu ve's Selamu Alâ Resulullahi ve Alâ Âlihi ve Sahbihi ve Men Vellâh;
Bizler "rekabeti-çekişmeyi" sevmiyoruz. Nitekim size, bir (nasihat) mektubu gönderdik ve şeri delillere göre hakka tabi olması için Müslümanlardan ilip sahipleriyle ciddi bir nasihatleşmede bulunmayı hesap ettik. Zira size, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in devleti bu şekilde kurmasından dolayı nusret talep etmenin vacip olduğunu açıkladık. Ancak siz bize, (8-9.12.2010) gecesi ulaşan dalgaya ve "alaya" benzeyen mektubunuzu gönderdiniz... İlim sahipleri bu şekilde nasihatleşmezler:
Siz diyorsunuz ki; Medine'deki sahabe, Sakife günü Hilafet'i kurmuşlar ve hiç kimseden nusret talebinde bulunulmaksızın Ebu Bekir Halife olmuştur! Sahabe ve Ebu Bekir, bir devlet mi kurdular yoksa Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in nusret talebinde bulunmak yoluyla daha önce kendileri için kurduğu devleti mi devam ettirdiler? O halde devletin kurulması ile onun devam ettirilmesi arasındaki farkı idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!
Ve diyorsunuz ki; şayet Hilafet mevcut olup Halife de kafir olsa, ümmet nusreti mi araştıracak yoksa onu öldürecek mi...? Bu durum, devletin kurulması durumu mu yoksa Hilafet'in varlığı durumundaki Halifenin pozisyonu mu? O halde nusret talebinde bulunmayı gerekli kılan devletin kurulması ile açık küfrü ilan etiğinde kılıçla karşı konulan devletin varlığı durumundaki Halife'nin pozisyonu arasındaki farkı idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!
Ayrıca bize gelip, Hilafet'i kurma metodunun ibadetler gibi delile göre tevkıfî bir ibadet olarak gördüğümüzü söylüyor ve sonra şunu ekliyorsunuz: Bu tevkıfî kaideye binaen hizbin, nusret bulabilmek için herhangi bir yerde araştırma yapması gerekir ve devletlerden herhangi bir devletin olması da zorunlu değildir! Peki sizin, nusretin devleti kurmak için kuvvet ehlinden talep edildiğini ve bunun ise "herhangi bir yerde" gerçekleşmeyip bilakis bir devlette gerçekleşeceğini idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!
Bununla birlikte siz, nusret talebinde bulunmanın çok azim bir mesele olmasına rağmen nusret talebinde bulunmakla dalga geçmek ve onunla alay etmekle yetinmemişsiniz bilakis Hilafet'e ve ehline kin güden diğer insanların yaptıkları gibi sinsice, bilakis açık bir şekilde bizi, Hilafet'in bulunmadığı gerekçesiyle cihadın birçok hükümlerini askıya almakla suçlamışsınız. Gerçekten bu şekilde mi ey doktor?! Allah aşkına Hizb-ut Tahrir'in hangi kitabında yada beyanında böyle bir söz gördünüz ki? Arı duru olan hizib hakkında Allah'tan korkmuyor musun? Dolayısıyla biz, hiç kimseyi Allah'a karşı temize çıkarmıyoruz. Ayrıca mektubunuzda siz, sizinle onun arasındaki kardeşliğin devam etmesini rica ediyorsunuz?
Tüm bunların üzerine yanıtınızda geçenlere karşı bu kadarıyla yetiniyorum. Dolayısıyla dalga geçenlerin ve suçlayanların sayısı ne kadar artarsa artsın hiçbir kimse Hizb-ut Tahrir'e zarar veremeyecektir. Zira akıbet muttakilerindir. Allah Subhânehu da salihlerin velisidir.
Sizinle bu konuyu kapatıyoruz. Size nasihat edip bildirdik ya bu bize yeter. Selametle.
H. 04 Muharrem 1432 - M. 10 Aralık 2010)
Hakeza bu yanıtlar sizde gizli kalsın.
Kerim kardeşim: Sitenizde yayınlamış olan ikinci yanıtınız, bizim ve sizin arzu ettiği üzere daha önce geçen ilk yanıtınız gibi ilim ehlinin yanıtlarına daha yakın olan nazik bir yanıtın aksine bazı parçalarına olsa bile uygun bir yanıt olmamıştır. Şayet ikinci yanıtınız da bir önceki ilk yanıtınız gibi olsaydı durum bu şekilde olmazdı!
Tüm bunların üzerine biz size, "rekabet-çekişme" bağlamında "bir nasihat" göndermdik bilakis Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisi bağlamında bir nasihat gönderdik:
الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir." [Müslim rivayet etti]
Ayrıca bizler, kitabınızda iyi bir şeyin iyi olmayan bir şeyle karıştığını gördüğümüz için buna başvurduk ve diğer hattın önüne doğru bir hattı koymaktan dolayı da mutlu olduk. Şayet nasihatimizi kabul etseydiniz biz bunu hayır olarak görecektik ki bizim istediğimiz ve hoşlandığımız şey budur. Şayet kabul etmesseniz de sizi zorlayacak değiliz. Bilakis nasıl istiyorsanız öyle yaparsınız... Bu nedenle bizler, geçtiği şekilde almak ve yanıtlamakla yetiniyor ve kendi sitenizde yayınlanan yanıtınızda olduğu gibi parçalara yanıt vermiyoruz ki bu uygun değildir. Dolayısıyla nasihat mektubumuz yeterlidir. Zira görüşlerimiz, sitemizde bulunan kitaplarımızda ve beyanlarımızda gayet açık ve nettir.
Son olarak; sitenizin takipçileri için en iyi olan, size gönderdiğimiz "nasihat" mektubumuzu yayınlayıp ardından da yanıtınızı yayınlamanızdır. Zira geri kalanlarını zikretmeksizin bazı paragraflarına yanıt vermek için nasihati parçalamayınız. Bu şekilde okuyucu için görüntü açık olmaz, öyle değil mi?
Ve's Selemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh
Not: Siz sitenizde konuyu ele almadan önce biz, nasihat mektubunu ve yanıtlarını sitemizde yayınlamamıştık. Ama bu olunca "nasihat" mektubu ile sizin ilk yanıtınızı ve bizim ona olan yanıtımızı sitemizde yayınlayacağız. Nasihat mektubuna bölük pörçük cümlelerle verdiğiniz ikinci yanıtınıza gelince; nasihat mektubunu sitenizde yayınladığınızda Allah'ın izniyle onu da yayınlayacağız... Allahu Subhânehu, salihlerin velisidir.
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Ofisi |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi el-Mezra’a, P.K. 5010-14, Kolombiya Merkezi B Blok Kat:2, Beyrut/Lübnan Telefon: TEL: 0096 113 07 59 4 / GSM: 0096 171 72 40 43 www.domainnomeaning.com |
E-Mail: media [@] domainnomeaning.com |